Google Play Store
App Store

Tarihsel olgular ve resmi tarihle yüzleşirken bireyin içinde yaşadığı toplumsal-siyasal sistemle hesaplaşmasını ihmal etmeyen sinema sanatı, vasatlığın karşısında özgürlükten yana tavır alıyor.

Beyazperdede yüzleşme
Istvan Szabo’nun Taraf Tutmak filminden (Fotoğraf: IMDb)

Bu haftanın İkinci Dünya Savaşı’nın en korkunç katliamları Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan (6 ve 8 Ağustos’ta) atom bombalarının 79’uncu yıldönümüne rastlamasından ve Ortadoğu’daki soykırımdan hareketle, savaşın yol açtığı acılar ve bunların sorumluları ile yüzleşen filmlerle başlayabiliriz yazımıza. Atom bombası çok sayıda filme ilham kaynağı oldu; kimi kurmaca, kimi belgesel. En yenisi, Christopher Nolan’ın  “Oppenheimer”ı bu felakete yol açan bilimsel çalışmalarının sonuçları ve kendisi ile yüzleşen bir bilim insanının dramını anlatır. Olanca nesnelliği ile…

Dünya sinemalarının en gözde temalarından biridir savaş. Bu filmlerin pek çoğu militarizm ve milliyetçilik damgasını taşısa da, içlerinde barıştan yana tavır alanlar da küçümsenmeyecek orandadır. Genellikle usta yazarların romanlarından uyarlanan bu filmler savaşın yol açtığı trajedilerinden söz açar. Birinci Dünya Savaşı’na bizzat katılan yazarlardan Ernest Hewingway uyarlamaları “Silahlara Veda” ve “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” kayıp bir kuşağın öyküsünün anlatıldığı sinema tarihinin ölümsüz yapıtlarıdır. İlk Dünya Savaşı’ndan gerilere gittiğimizde, 1789 Fransız devrimini,  Amerikan İç Savaşı’nı, Napolyon’un Rusya seferini konu alan filmler çıkar karşımıza. Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ının Bondarçuk uyarlaması, Abel Gance’ın ve Ridley Scott’un “Napoleon”ları otoriter bir liderle yüzleşmeler olarak öne çıkan yapımlardır.

KÖLELİKLE VE IRKÇILIKLA HESAPLAŞMA

Daha da gerilere uzanırsak, tarihin ilk isyanlarından “Spartacus”ün öyküsü ile karşılaşırız. Stanley Kubrick’in unutulmaz filminde anlatılan kölelerin isyanı, Macar asıllı İngiliz yazar Arthur Koestler’in “Gladyatörler” romanına da konu olmuş, isyanın lideri Spartacus’ün mücadelesi ve bir ‘Güneş Devleti’ kurma özlemi nice Hollywood yapımına ilham kaynağı olmuştur.  “Bir Ulusun Doğuşu” ve “Rüzgâr Gibi Geçti” filmlerinde doğal bir olgu olarak yansıtılan kölelik sistemi, “Sam Amcanın Kulübesi”nde romantik bir yorumla ele alınırken, sonraki yıllarda radikal biçimde eleştirilebildi. Spielberg’in “Mor Yıllar”, “Amistad”, Steve McQueen’in “Oniki Yıllık Esaret”, Michael Apted’in “Özgürlüğün Şarkısı”, Richard Fleischer’in “Mandingo”, Kasi Lemmons’un ”Harriett”,  Ave duVernay’in “13.”, Madonne Ashwin’in “Mandela: Özgürlük Yolu”, Alan Parker’ın “Missisipi Yanıyor”, Euzhan Palcy’nin “Kuru Beyaz Bir Mevsim”, Harper Lee romanından “Bülbülü Öldürmek”, Tom Morrison’un romanından uyarlanan “Sevilen” Amerika’nın ırkçılık tarihi ile yüzleşmeler içerir. İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun “İsyan”, Kübalı yönetmen Tomas Gutierrez Alea’nın “Son Akşam Yemeği”, Lars von Trier’nin “Manderlay” filmleri de ırkçılık temasını işleyen önemli yapımlar arasında yer alır.

ABD’de Ku-Klux Klan’ın şiddet eylemleri, McCarthy soruşturmaları çokça işlenen temalar ardındadır.  Kızılderililere uygulanan zulmü gündeme getirerek resmi tarihle yüzleşebilen Kevin Costner’in “Kurtlarla Dans”ından Scorsese’nin son filmi “Dolunay Katilleri”ne çok sayıda dikkate değer film yapıldı Amerikan sinemasında. Vietnam Savaşı’nı, Latin Amerika ve Ortadoğu’daki darbeleri konu alan filmler arasında milliyetçiliğe sığınmayan önemli yapımlar da oldu. ABD’nin savaş suçlarını beyazperdeye taşıyan Oliver Stone’un “Salvador”u ve“Nixon”u, Barry Lewinson’un “Başkanın Adamları”, Mike Nichols’ün “Kirli Yarış”ı , Spielberg’in ”The Post”u Amerikan siyaseti ve medyasıyla yüzleşmeyi başaran yapımlardan yalnızca birkaçı.

FAŞİZM MERCEK ALTINDA

İkinci Dünya Savaşı, Mussolini Faşizmi, Franco rejimi ve Nazi zulmünü konu alan filmler saymakla bitmez. Birkaç örnek vermekle yetinelim. Tıpkı Hewingway gibi savaşı yaşamış bir başka yazar, 1936-37 yılarında İspanya İç Savaşı’nda Franco’ya karşı Cumhuriyetçilerin safında çarpışan André Malraux yaşadıklarını “Umut” adlı romanına yansıtmış, ardından bu kitabın filmini çekmişti. Malraux’nun bir başka yüzleşme romanı, Çin devrimi öncesi Çan Kay Şek’in zulmüne karşı savaşan komünistleri anlattığı “İnsanlık Durumu” Fred Zinnemann tarafından beyazperdeye aktarılmak istenmiş, fakat bu girişim sonuçsuz kalmıştı. Nazi rejiminin dehşeti, Avrupa ve Amerikan sinemalarında çokça ele alındı. Amerikan sinemasında gerilim unsuru ön plana çıkarılıp, faşizmin kökenleri ve dayandığı kaynaklar pek sorgulanmazken (Chaplin’in “Diktatör”ü gibi sıra dışı yapıtlar bu genellemenin dışında elbette), Avrupa Sineması daha derinlere inen yapımlara imza attı. Taviani kardeşlerin “San Lorenzo Gecesi”, Visconti’nin “Lanetliler”, Cavanni’nin “Gece Bekçisi” gibi başyapıtlarının yanı sıra, Faşizmi ve Franco rejimini yaşamış İtalyan ve İspanyol sinemalarında toplumun bu dönemde yaşadıkları ile yüzleşmeler içeren nice dram ve komedi yapıldı. Nazi işgali altında yaşamış ülkelerin sinemacıları direniş öyküleri anlattılar uzun yıllar boyu. Geçen yılın en başarılı filmlerinden Jonathan Glazer’in “İlgi Alanı” da Nazilerin soykırımı ile yüzleşen filmler arasında öne çıkıyor.

İspanya’da Saura, Berlanga, Bardem, İtalya’da Bertolucci, Bellochio, Rosi, Lizzani, Fransa’da Clement, Berri, Malle, Truffaut, Godard, Melville, Corneau gibi ustalar faşizmin gölgesi altında yaşama tutunmaya çalışan bireyin çelişkilerini beyazperdeye taşıdılar. “Ölümsüz”de Yunanistan’daki faşistlerle, “Sıkıyönetim”de Latin Amerika’yı karıştıran CIA ajanlarıyla, “İtiraf”da Çekosovakya’daki aydın kıyımıyla, “Hanna K”da Filistin davası ile, “Odadaki Yetişkinler”de günümüz Avrupa politikacılarıyla, “Kapital”de uluslararası finans dünyasıyla hesaplaşan Costa Gavras’ın “Müzik Kutusu” filmi, babasının Yahudi soykırımının sorumlularından bir Nazi subayı olduğu gerçeğini öğrenen bir kadın avukatın dramını anlatır. Yalnızca dönemin vahşetiyle yüzleşmekle kalmaz, bireysel bir yüzleşmeyi perdeye taşır usta yönetmen. Son yıllarda Fransa’da 68 direnişinden Sarı Yelekliler’in isyanına toplumsal başkaldırılar bağlamında sistemle yüzleşen pek çok film yapıldı.

VASATLARLA YÜZLEŞME

Macaristan’da Fabri’den Szabo’ya, Gabor’dan Mundrucko’ya, Çekoslovakya’da Chytilova’dan Forman’a, Polonya’da Wajda’dan Holland’a pek çok yönetmen Nazi işgalinden sosyalizme geçiş sürecinin yarattığı çalkantıları, sosyalist rejimde ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları -rejimle çatışma pahasına- gündemlerine aldılar. Szabo “Mefisto” ve “Taraf Tutmak”ta bireyin zor zamanlardaki tercihlerini gündeme getirken, Wajda, “Baba”, “Mermer Adam” gibi pek çok filminde sosyalist rejimin bireysel özgürlükleri kısıtlayan yönüyle hesaplaşır. “Danton”da yeni düzeni savunmak adına muhalifleri giyotine gönderen Robespierre ve yardakçılarına şöyle haykırır: “Yaşasın vasatlar!”

Sovyetler Birliği’nde sansüre karşın rejimin baskıcı uygulamalarını eleştiren, Stalinizm ile yüzleşen Panfilov, Mikhalkov, Parajanov, Abuladze, Muratova, Bikov, Bodrov, Doğu Almanya’da Wolf, Kohlhaase, Becker’in yanı sıra, Arjantin’de Solanas, Puenzo, Mitre, Trapero, Brezilya’da Guerra, Babenco, Meirelles, Küba’da Alea, Solas, Vega ülkelerindeki resmi ideoloji ile yüzleştiler. İtalyan yönetmen Pontecorvo Fransız devletinin Cezayir’deki zulmü ile, Nanni Moretti partisi İKP ile hesaplaşmaktan geri durmadı. Moretti, “Aydınlık Bir Gelecek“ adlı son filminde Sovyet tanklarının başkaldırıyı bastırmak için Macaristan’a girmesi üzerine tavır koymakta geciken İtalyan Komünist Partisi ile yüzleşiyordu.

Thatcher politikalarıyla ve Britanya hükümetinin Kuzey İrlanda’daki baskıcı uygulamaları ile yüzleşen Ken Loach “Ben Daniel Blake”, “Özgürlük Rüzgârı”, “Gizli Gündem” filmlerinde ülkesindeki hukuk dışı uygulamalarla, “Ülke ve Özgürlük“de İspanyol İç Savaşı’nda Anarşistlere destek vermeyen Komünistlerle, Ekmek ve Güller”de Amerikan kapitalizmi ile yüzleşiyordu. İrlanda sorunu ile yüzleşen İngiliz yönetmenlerden Paul Greengrass’ın “Kanlı Pazar”ı, İralandalı Jim Sheridan’ın “Babam İçin”i Britanya sinemasının yüz akı yapıtlar arasındadır. Senegalli Osman Sembene sömürgecilikle, Hintli Satyajit Ray ve Boşnak yönetmenler Danis Tanovic, Aida Begic, Jasmila Zbanic ülkelerinin bölünme sürecine yol açan ayrımcılıkla yüzleşen filmler, Filistinli Elia Suleiman, Hany Abu-Assad, Mai Masri, İsrailli Amos Gitai, Nadav Lapid ve Ari Folman barışı savunan filmler yaptılar. İranlı, Pakistanlı, Tunuslu, Faslı yönetmenler özgürce yaşama talebi ile siyasal İslam ile yüzleşmeyi sürdürüyor. Panahi, Rasoulof gibi yönetmenler rejim tarafından cezalandırılsalar da direnişlerinden taviz vermiyor.

İçinde yaşadığımız toplumsal sistemle yüzleşebilen ilk sinemacımız Yılmaz Güney’dir. “Umut”da sistemin sömürü çarklarıyla yüzleşen yönetmen, “Sürü”de feodalizmden kapitalizme geçiş süreci ile, “Düşman”da ayrımcılıkla, “Yol”da faşist rejimin yol açtığı çürüme ile “Duvar”da rejimin zindanları ile yüzleşmeye çağırdı seyirciyi. Güney öncesi sinemamız toplumdaki feodal gelenekler dışında rejimin sakat yanlarıyla yüzleşmeye cesaret edemiyordu. Gene de, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Zülfü Livaneli, Ömer Uğur, Turgut Yasalar darbeler tarihimizle yüzleşen filmler yapabildiler. Günümüzde, Özcan Alper, Emin Alper, Yeşim Ustaoğlu, Kazım Öz, Aydın Orak, Hüseyin Karabey, Ümit Kıvanç, Ayşe Polat, Fatih Akın gibi birkaç yönetmenimizin çabaları bir yana, oto-sansür sinemamızdaki etkinliğini sürdürüyor.