Google Play Store
App Store

Beyni olmadan yaşayan bir canlıdan bahsediyordu bilim haberlerinde. Aslında beyni olmayan birçok canlı var tabii, her zaman yaşamak için beyin gibi bir organa ihtiyaç duyulmuyor. Örneğin denizanalarının da beyinleri yoktur. Bunun yerine sinir sistemleri ışığa ve kokuya duyarlı şekilde gelişmiştir. Küçük balıklarla ve diğer küçük deniz canlılarıyla beslenirler… Geçtiğimiz onca yıldan sonra bizim başımızdakilere de dümdüz beyinsiz demek istemem tabii ama beyni olmadan yaşayabilen canlılar olduğunu da hatırlatmakta yarar var, çünkü yaşadığımı her gün, özellikle de ülkenin içindeyseniz “deneyimlediğiniz” her gün bir öncekinden daha da absürd daha da akla ve mantığa ana bacı hakaret edercesine geçiyor. Geçiyor ve geçtiğiyle kalıyor…

Yıllar önce reklam yazarlığı yaptığım sırada dünyaca ünlü bir içecek markasına kampanya çalışıyorduk. Marka bizde bir takvim sunmuştu. Takvimde ülkede yaşanan olumsuz olaylar sıralanmıştı. Üretimlerimizi ve kampanyalarımızın zamanlamalarını bu takvimi ve hassasiyetleri göz önüne alarak konumlandırmamızı talep etmişlerdi. Gayet de haklı ve anlaşılabilir bir istekti fakat, daha o yıllarda bile takvimin neredeyse her gününde bir bombalı saldırı, tren kazası, maden kazası, deprem, su baskını sonucu trafikte ölen insanlar, fabrika ve depo patlamaları, gazetecilere suikastler ve çeşitli katliamlar vardı. O takvimi geçen günlerde tekrar buldum ve üzerine o yıllarda daha gerçekleşmemiş yerli ve milli felaketlerimizi yerleştirdim. İnanın, sizinle paylaşmak bile istemiyorum. Çünkü o yıllardan bu yıllara felaket ve vahşet konularında da bayağı bir aşama kaydetmişiz. Farklı ülkelerden mafya grupları bile çatışmalarını Türkiye’de yaşamak istiyor. Kanunsuzluğun ve adaletsizliği adeta dünya üzerindeki parlayan bir cazibe merkezi haline gelmişiz… Zaten kafalar rahat, bombalı saldırıda canını kaybetmiş insanların üzerine biber gazı hizmetimiz bile var… Kötülükse en iyisi bizde. Başka yerde aramayın, bu kadar kötülüğü bulamazsınız. Kötülüğün şarap tadım gezisi gibiyiz adeta. Her nefeste başka bir aroma, her yudumda değişik, akıllara gelmeyecek, şeytanın bile kıskançlıktan kendini keseceği -hoş şeytan kendini kesmez. Gider zebanilerini döver- bir hayat bizleri bekliyor. Günde bir gün şeklinde. Bugün varsınız ama bakalım yarın olabilecek misiniz?

∗∗

Türkiye’nin “özel” günleri ve haftalarını bir takvimin üzerine yazmaya çalışırsanız işte böylesi korkunç şeylerle karşılaşabiliyorsunuz. İşin güzel tarafı, ülke artık bir inkübasyon merkezi haline de geldi. Demin de dediğim gibi global kötülüğün, kendini geliştirebileceği, ileriye taşıyacağı, kötülerin her zaman kazandığı, olan en korkunç olayda bile sorumluların göz önünde olmalarına rağmen bir türlü “bulunamadığı”, hadi olanların en olmayacağı oldu diyelim, onda da “Allah affetsin, millet affetsin” diyerek işin içinden çıkabildiğiniz bir cehennem deneyimi. Cehennem dedim ama, tabii ki sadece güce yakın olmayan, akrabasını bakanla tanıştıramayanlar ya da bir yerlerde tanıdığı olmayanlar için bir cehennem. Bakın, başka ülkeler bile istemedikleri gazetecileri konsolosluklarında parçalayarak katletmek için bizi tercih ediyorlar. Gerçekten de bazı günler Almanya’nın aşırı sağcıları ve dünyanın en manyakları bizi kıskanıyor olabilir. Kurtuluş Savaşı’nda canları pahasına çarpışarak ülkeyi kurtaran askerler kimin askeriydi acaba? Tarihi de unuttuk, bugünümüz yok, geleceğimiz ise karanlık.

∗∗

Kartalkaya faciasının ardından 10 günü çok geçeli çok oluyor. 10 güne açıklanır denmişti, yine olanlar oldu, açıklamalar sayıklamaya dönüştü gitti. Bir Barış türküsüyle sizlere veda ediyorum. Korkmayın, benim bahsettiğim Barış, gerçek bir Barış. Oyun havaları başlıyor. Eli ayağı tutmayan dedeleri pistten alalım.

Kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli

Mevsimler geldi geçti, görüşmeyeli

Hiç haber göndermedin o günden beri

Yoksa bana küstün mü?

Unuttun mu beni?