Biden'ın 'demokrasi, insan hakları ve değerler' cephesi: Af Örgütü örneği
Donald Trump'ın 'Önce Amerika' vurgulu politikaları gitti, Joe Biden'ın 'ABD'nin dünya liderliğini geri getirme' dönemi başladı. Biden'ın ABD'nin jeostratejik meydan okumalara verilecek yanıtlarda özünde Trump'tan çok farklı olmayacağı kısa sürede anlaşılmış durumda. Asıl fark, Amerikan dış politikasında çok aşina olduğumuz 'demokrasi ve insan hakları' başlığını yeniden açmış bulunması. Yeni dönemdeki 'miladını' Biden'ın Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşması olarak alabiliriz.
Biden, '4'üncü sanayi devrimi ve pandemi çağında demokrasilerin otokrasilerin meydan okumasıyla karşı karşıya olduğunu' söyledi. "Değişen dünyada demokrasilerin insanlarımıza hala hizmet edebileceğini göstermeliyiz. Demokrasi modelimizin tarihin kalıntısı olmadığını kanıtlamalıyız. Demokrasi kazayla olmaz, onu savunmalıyız, güçlendirmeliyiz" dedi. Avupalı ortaklara NATO şemsiyesinde 'değerleri' savunmak için safları sıklaştırma çağrısı yaptı. Çin ve Rusya'yı 'otokrasi' modelleri olarak hedef gösterdi. Biden'ın önerdiği 'yeni Soğuk Savaş'ta Avrupa'nın bu söylemlerin nereye kadar 'alıcısı' olduğu ayrı yazı konusu.
Doğrusu bu açıdan Biden işe çok talihli başlamadı. Talihsizliğin ilk örneği Wikileaks ve Julian Assange vakasıdır. Anglo-Amerikan liberal demokrasisi, Batı'nın kendi standartlarını ağır biçimde ihlali ve en hakiki çıkarlarının başladığı yerde 'değerlerini' ezip geçeceğini bu davayla ilan etmişti. Gerisi zincirleme geliyor. Bu açıdan Çin'le ilgili hayli tartışmalı olan 'Çin modeli', tarımda kalkınma, pamuk üretimi ve tekstil sektöründeki rekabetin boyutlarını da sergileyen 'Sincan ve soykırım tezi' vakası da önemli. Ancak yeni dönemin iki öne çıkan vakası var: 'Navalnıy' ve 'Kaşıkçı'.
Bugünkü yazıda size ilk vakayı ve propaganda savaşının aldığı boyutları aktarmak istiyorum.
NAVALNIY VAKASI
ABD, Sovyetler Birliği'nin bileğini bükmüş olabilir. Dünyanın ilk sosyalist devriminin sonucu olarak özgün bir deneyimi oluşturan SSCB'den ABD'nin istediği türde neoliberal bir model çıkamadı. -bu ayrıca incelenmesi gereken bir mesele-. Fakat Batı'nın 'mücadelesi' bitmedi, SSCB'ye karşı propaganda savaşı Rusya Federasyonu'na karşı yeni biçimler altında devam etti.
Şimdilerde bu 'savaşın' bayraklaştırdığı isim Rusya'nın muhalif blogcusu Aleksey Navalnıy. https://www.birgun.net/haber/r
parlatılmışken görüşlerinin değişmediğini bizzat beyan etmiş bir isim. Ve Batı trajikomik biçimde Rusya coğrafyasından türemiş bu anomali halini, yani yabancı düşmanı ve ırkçı muhalifi Batı'da da benzerlerine çok rastlanan 'yolsuzlukları ortaya seren şahsiyet' teması üzerinden alenen sahipleniyor. Onu dünyaya 'demokrasi ve insan hakları' paketiyle sunmaya kalkışıyor. ABD ve AB bu konuda alenen resmi tutum takındılar, Rusya'ya yaptırım mekanizmalarını çalıştırdılar.
NEFRET SÖYLEMİ VE AYRIMCILIK TEMASI
Fakat daha önemlisi 'bağımsızlık' addedilen sivil toplum kuruluşlarının (STK) propaganda cephesinin neferleri olarak belirivermesi. İronik olanı 'Navalnıy vakasının' berbat bir malzeme niteliği taşıması. Nitekim geçen hafta birazdan aktaracağım büyük rezaletin yaşanması şaşırtıcı değil.
Navalnıy, hayli tartışmalı olan 'Rusya liderliği tarafından zehirlenme' iddialarının ardından Kremlin'in izniyle Almanya'da tedavi görmüş, zamanlaması manidar biçimde Biden'ın başkan olarak işe başladığı günlerde Rusya'ya geri dönmüştü. Geri dönüşü Rusya'da iki hafta tekrar eden protestoları tetikledi. Rus yasalarına göre 'dolandırıcılık' davasında almış olduğu cezadan ötürü şartlı tahliye koşullarını ihlal ettiği gerekçesiyle Navalnıy, bu kez cezasını çekmek üzere hapse yollandı.
Af Örgütü 17 Ocak'ta Rusya'ya geri dönüşünde gözaltına alınmasından hareketle kendisini 'düşünce suçlusu' ilan ederek doğrusu Navalnıy'ın içinde bulunduğu cezai koşullar düşünülürse tartışmalı bir karar almıştı. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Navalnıy'ın 'dolandırıcılık davasını' 'siyasi dava' olarak kabul etmemişti. Ancak Navalnıy'ın buram buram yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kokan videoları akabinde ortaya saçılınca Af Örgütü 'düşünce suçlusu' statüsünü geri çektiğini duyurmak zorunda kaldı. Örgüt, bu kararına gerekçe olarak kendisinin 'şiddet ve ayrımcılığı telkin etmesi ve açıklamalarından geri adım atmamasını' gösterdi. Doğrusu ilkeli ve takdire şayan bir tutum. Tabii serbest bırakılmasını da ısrarla talep etti. 'Af Örgütü her dolandırıcı ve ırkçı söylem sarf edeni bu kadar özel hassasiyetle kolluyor mu' sorusunu doğuruyor. ...
Fakat bu soruya bile gerek kalmadan Af Örgütü Navalnıy vakasını eline yüzüne bulaştırdı. Bu vakanın propaganda savaşındaki yerini geçen hafta namlı 'telefon şakacıları' Vovan ve Lexus sayesinde öğrendik.
Af Örgütü'nün Genel Sekreter vekili Jullie Verhaar, Doğu Avrupa ve Orta Asya Direktörü Marie Struther ve Yardımcısı Denis Krivoşeyev, kendilerini Navalnıy'ın 'seçim merkezleri' ağının yöneticisi Leonid Volkov olarak tanıtan Vovan ve Lexus'un ağına çok fena düşmüşler. Propaganda savaşının 'insan hakları' temasının altında yatan siyasi boyutlarını çok çarpıcı sergileyen bu kayıt Youtube'da mevcut.
https://www.youtube.com/watch?
15 dakikalık videoda özetle; Navalnıy'ın temsilcisi 'Volkov' sürekli 'düşünce suçlusu' statünün geri çekilmesine olan öfkesini ifade ediyor. Bunun nasıl tersine çevrilebileceğini sorguluyor.
Navalnıy'ın temsilcisi ile konuştuklarını zanneden Af Örgütü yöneticileri 'düşünce suçlusu' statüsünü geri çekmelerinin 'davaya' zararlarından ötürü büyük pişmanlıklarını, iyi niyet ve samimiyetlerini tekrar tekrar ifade ediyorlar. Navalnıy vakasının bayraktarlığını yaptıkları 'davanın' ön planında yer aldığının da altını çiziyorlar. En hayırlısının 'düşünce suçlusu' tartışmasının artık bitirilmesi ve medyanın bunu unutmasının sağlanması olduğunu belirtiyorlar. Ve Navalnıy'ın ekibiyle birlikte çalışacak şekilde karşı harekete geçmekten (hit back) söz ediyorlar. Serbest bırakılması için yoğun sosyal medya kampanyası başlattıklarını vurgulayap Navalnıy'ı sahiplenecek yeni fikirlerini tartışmak istiyorlar.
Videoda Krivoşeyev'in söylemi bilhassa önemli. Kendisi aslında Navalnıy'ın 'yaptıkları değil söylediklerinden ötürü hapse konulduğunu' iddia ediyor. Dolandırıcılık davasını görmezden gelmekle kalmıyor, yıllardır 'nefret söylemi' diye dünyaya sunulanları şık kelime oyunlarıyla tersine çevirerek bunları nasıl 'dava' uğruna görmezden gelebileceklerini ortaya seriyor.
Bir noktada işler daha rezil bir hal alıyor. 'Volkov', Navalnıy'ı savunan aktivistlerin Af Örgütü'nün kararı karşısındaki öfkelerinden örnekler veriyor. Suriye savaşındaki rollere atıfla Af Örgütü'nün, Arap teröristlere bile 'düşünce suçlusu statüsü' verdirdiğini belirtiyor. Hatta Navalnıy'ın kendisinin de Af Örgütü'nü bu anlamda 'fahişelik yapan bir örgüt' -tam kullandığı ifade prostitutional- olarak andığını anımsatıyor. Af Örgütü'nün üç temsilcisi bu ironi karşısında gülüşüyorlar. Af Örgütü'nde insan hakları ve düşünce suçluları için samimiyetle çalışanları tenzi ederek söylüyorum, cidden utanç verici.
Bu utanç burada kalmıyor. Bizzat tüzüğünde kendisini 'insan Hakları Evrensel Beyannamesi ve diğer uluslararası standartlarca belirlenmiş her türlü insan hakkını savunma ve teşvik etmeyi amaç edinmiş uluslararası bir sivil toplum kuruluşu' diye anan, 'hiçbir devlet, siyasi ideoloji, veya dine bağlı değildir' vurgusu taşıyan Af Örgütü'nün üç yöneticisi, iş Baltık ülkelerinde hapse tıkılan Sputnik ve Russia Today kurumlarının gazetecilerine geldiğinde, onların umurlarında bile olmadığını açıkça dile getiriyorlar. 'Volkov'un onlarla ilgilenmemeleri gerektiği, bunun kendilerini öfkelendirdiğini belirtmesi karşısında 'birkaç gazetecinin tutuklanmasını izledikleri ancak yanıt vermedikleri, vermeye de niyetleri bulunmadığı' yönünde kendisini temin ediyorlar.
'BİR YÖNTEM DEĞİL HEDEF OLARAK DEMOKRASİ'
Batıların, kolaylıkla 'nefret suçlusu' diye anabilecekleri, bir başkası olsa çoktan 'çarmıha gerilecek' bir ismi 'demokrasi ve insan hakları' bayraktarlığı davasının teması kılabilmesi ironi ötesi. Ancak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda 2016'da gerçekleştirilen terör saldırısının faillerine de vaktiyle kol kanat gerildiğine tanıklık ettiğimizi anımsamalı. O vakalarda da 'Suriye ve demokrasi taşıma' temaları çokça işlenmiş, bu yolda bırakın 'düşünce suçunu' eline silah alıp terör eylemleri yapanlar 'kurbanlar' olarak sunulabilmişti.
Biden yönetimiyle anlaşılan o ki, ağır bir 'propaganda savaşı' cephesi açıldı. Af Örgütü örneği bize bu savaştaki STK unsurunu sergiliyor.
Biden'ın Münih'de vurguladığı, halkların toplumsal mücadelelerinin ürünü olarak, 'bir yöntem, bir araç, bir yol' olarak 'demokrasi' değil. O, Batı kapitalist modelinin dünyaya sunduğu 'hedef demokrasi' formülünden hareket ediyor. Başlığın altını doldurmaya kalkıştığı 'değerlerle' birlikte ortaya kaçınılmaz olarak çerçevesi tartışmalı, standarlarını siyasi çıkarlar ve ihtiyaçların belirlediği soyut bir hedef çıkıyor.
Bu açıdan İstanbul'daki Suudi Başkonsolosluğu'nda öldürülerek acımasızca parçalara ayrılmış Cemal Kaşıkçı vakası ve ABD istihbarat raporu üzerinden tutulan yolu da haftaya bırakalım...