Seçimlerin de etkisiyle iyice “günlük” yaşadığımız bu ortamda, kimi uzun dönemli gelişmelerin özenle anımsatılması gerekiyor.

Bu bağlamda, geçen haftaki yazıma konu olan ödül töreni konuşmamın kalan bölümünü kimi güncel eklemeler de yaparak  özetleyeceğim.

BİR VAZGEÇİLMEZ: BİLGİ KÜLTÜRÜ ORTAMI    

Köy Enstitüleri bilimsel nitelikteki bilgiyi her türlü üretimde kullanmakla yetinmiyor; yeni bilgi üretiyor ve bunları, araç gereç yapımında kullanarak bir bakıma “yeni teknoloji” üretiyordu.
Dönemine göre bu çok önemli ve ileri sürecin temelinde Enstitülerin “bilim kültürü ortamı” bulunmaktaydı.

Enstitüler, gerçekte Cumhuriyet’in, bilimin yol göstericiliğine dayanan o büyük “toplumsal kültür” politikasının özlü ya da özel bölümüydü. Eğitimin tümüyle bilimsel temele yerleştirilmiş olması, okuma seferberliği; dokuz dalda sanatsal ve kültürel çalışmalar yapan ve 1950’de kapatılan Halkevleri ve Halkodaları, özetle,  bu ortamın asıl dokusunu oluşturmaktaydı. Dahası, Enstitülerin kurulduğu yıllarda gerçekleştirilen ve sayıları 500’e yaklaşan  “dünya klasiklerinden çeviri atılımı”, yerel ve ulusal kültürün evrensel kültür ile tamamlanması yönüyle çok önemlidir. Bakan Yücel’in çevirilere yazdığı önsöz bunu açıklıyor: “...İnsana değer veren bir anlayışla yazılmış, insan aklının dogmalardan kurtulmasını esas alan, kısaca, insancıl ya da hümanist nitelikte olmalarıdır.”

Türkiye, Enstitü yıllarında yaşadığı bilgi kullanımına dayalı bu kültür ortamından on yıllar boyunca adım adım uzaklaştırıldı.

Buna karşılık, günümüzde, başta insansız ve silahlı insansız hava aracı üretimi ve yerli otomobil olmak üzere kimi alanlarda ileri teknolojiye dayalı başarılı adımlar atıyor. Böylece bir “teknolojik ilerleme”  gerçekleştiği öne sürülüyor. Gelinen noktada, “bilimsel gerileme-teknolojik ilerleme” birlikte yaşanıyor.

Oysa günümüzün küresel koşullarında, bu kopukluk ya da bilimsel temeli olmayan bir teknolojik yeniliğin, kalıcı biçimde başarılı olma olasılığı hiç yoktur. Çünkü bilgiye dayalı teknolojik yenilik çağımızın ekonomik ve toplumsal gelişmelerini belirliyor. Uluslararası küresel yarış da bu eksende yapılıyor.

Yine günümüzde teknolojik yenilikler yalnız ve ancak bilimsel araştırmalara ve bu yolla edinilen bilgiye dayalı olarak gerçekleşiyor. Bu nedenle çoğu ülke “evdeki” ya da “ülke içi” araştırma ve geliştirmeye -AR-GE çok büyük bir önem veriyor. Geçmişin “sermaye birikiminin” yerini “bilgi birikimi alıyor.

Vurgulamakta yarar var;  bilişimde ya da “bilginin işlenmesinde ve iletişiminde” gerçekleşen nicel ve nitel bir sıçrama yaşanıyor. Teknolojinin ürün fazlası yaratan bir etken konumu kazanması daha doğrusu, “içselleştirilmiş teknolojik büyüme kuramıyla”  bunun kanıtlanması, bilimsel bilgiyi, araştırma-geliştirmeyi, eğitimi ve kurumlaşmayı öne çıkarıyor; çok önemli kılıyor. Bunu sağlayan altyapı, çocuğun ve gencin yaratıcı yeteneklerini tam bir özgürlük ortamında geliştirdikleri eğitim; bilim kurumlarının özerkliği ve bilimsel özgürlük ve bu amaç için yeterli kaynak ayrılmasıdır. Bu gerçek kavranmadığı sürece değil “aya gitmek, orman yangınlarını bile söndüremez, depremlere çözüm üretemezsiniz. O çok “usta” olduğunuzu sandığınız “inşaatı” bile beceremezsiniz. Olduğu kadarıyla bilim insanlarınız da yurtdışına göçer; nükleer enerji santralınızı başkaları yapar!

Yaşanmakta olan çelişik durumun ana nedeni, Köy Enstitüleri’nde çok güçlü kılınan bilim anlayışının sürdürülmemesidir. Cumhuriyet’in II. Yüzyılına kalması gerekli, daha doğrusu, kalması kaçınılmaz olan bir değer de, “bilim, kültür ve teknoloji” üçlüsünün birlikteliğidir. Türkiye en kısa zamanda bunu gerçekleştirmeli, yıllardır yaşanmakta olan  “bilimsiz teknoloji” yanlışından kurtulmalıdır. Çünkü, ülkenin ekonomik ve toplumsal olarak güçlenmesi ve uluslararası saygınlık kazanmasının başka bir yolu yoktur. 

Seçimler, bu nedenle de çok büyük bir önem taşıyor. Eğer ülke şimdiki yanlış politikayı izlemeyi sürdürürse, küresel denizlerde gezen pusulasız gemiye benzer; söylemeye dilim varmıyor; ama batar.