Google Play Store
App Store

Yaşamın bireysel ve toplumsal bakımlardan bilimselliği en önemli gelişmişlik göstergesidir.

Uzunca bir süredir ülkemiz iktidarın, bu alanı da siyasallaştırmasının bir sonucu olarak,   bilimsellikten giderek artan bir hızla uzaklaşıyor. Ancak geçtiğimiz günlerde bilimden uzaklaşma ülkenin tanınmış deprem uzmanlarının açıklamalarıyla yeni bir ivme kazandı.

BİLİMİN SINAVI

Toplumların gözünde bilimlerin değeri büyük farklılıklar gösteriyor. Sosyal ya da toplumsal bilimler genellikle az güvenilir bir özellik gösterirken doğa ya da fen bilimleri dediğimiz bilimler daha güvenilir sayılır. O kadar ki örneğin sosyal bilimlerin kraliçesi denilen ekonomi üzerine şöyle bir anlatı var. Ekonomistlerin önemli bir konuyu açıklarken sıkça kullandıkları, “bir taraftan… diğer taraftan” ya da ingilizcesiyle “ on the one hand and on the other hand” anlatımı karşısında bir ABD Başkanının  “Tanrı aşkına, bana tek kollu bir ekonomist bulun” dediği söylenir.

Türkiye halkı yıllardır, ekonomide bilimden uzaklaşmanın en yıkıcı örneklerini fiyat istatistikleri ile yaşıyor. Biri TÜİK’’in diğeri ENAG’’ın, üçüncüsü de İTO’nun olmak üzere, aralarında uygun deyimiyle uçurum bulunan üç ayrı fiyat artışı oranı var. Toplumun tüm kesimleri bu çoklu fiyat karşısında tam bir şaşkınlık yaşıyor. Ancak kamu yönetimi ve özel girişimler maaş ve ücretleri, kimsenin inanmadığı TÜİK istatistiklerine göre hesaplıyor. Bu bilimden uzak uygulama yoksulluk ve giderek açlık yaratıyor.

Bu köşede de sıkça vurgulandığı gibi yaşanan  “istatistik kargaşası” sonucu, istatistiklere dayalı sosyal bilim çalışmaları da yapılamıyor.

DOĞA BİLİMLERİ

Fizik, kimya ve biyoloji gibi doğa bilimlerinin, tarihsel olarak,  toplumsal bilimlere göre daha “gelişmiş” olduğu kanısı yaygındır. Burada gelişmişlik gerçeğe yakınlık anlamında kullanılıyor. Bu göreli gelişmişliğin de iki ana nedeni var; birincisi, doğa bilimlerinde, özellikle laboratuvar deneyi, gözlem ve usavurma gibi yöntemlerin,  daha etkin kullanılabilmesi, ikincisi de doğa bilimlerinin sosyal bilimlere göre daha “yansız” ya da daha az ideoloji yüklü olmalarıdır.

Ancak Türkiye son günlerde bu bilimsel doğrudan da tamamıyla uzaklaştı. Silivri açıklarında 25 Nisan günü yaşanan 6,2 ve 5,3 büyüklüğündeki depremler ve bunların 445’e varan artçıları büyük can ve mal kayıplarına yol açmadıysa da çok ağır bir yıkıma neden oldu. Bu ülkenin “en önde gelen” deprem uzmanı bilim insanları neredeyse tam ortadan ikiye ayrıldı. Bir bölüm bilim insanı “Silivri depremi gelecek çok daha büyük bir depremin ya da depremlerin habercisidir” derken, diğerleri yakın bir gelecekte böyle bir “büyük deprem tehlikesinin bulunmadığını” öne sürdü. Taraflar, tam bir toplumsal sorumsuzlukla kamuoyunun gözleri önünde, küçüldükçe küçüldü,  birbirlerini suçladı.

Bizdeki bu “yerbilimciler” birbirlerini “yerken”   bakınız “neler” oluyordu?

Deprem boyutu ve “ABD dâhil çok yönlü uluslararası ilişkiler ağı” da bulunan Kanal İstanbul’un yapımı, karşı çıkanlar hapsedilerek,  yeniden ivme kazanıyordu.

Sonra, ABD Başkanı Trump,, Ukrayna’yı dize getirerek o ülkenin “geleceğin bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin ana hammaddesi olacak değerli minerallerine” el koymayı çoktan başarmıştı. Trump, o başarının da özgüveniyle Türkiye Cumhurbaşkanı ile “birlikte çalışmayı dört gözle beklediğini” açıklıyordu. Ne Tanrısal (!) bir rastlantıdır ki, AKP-MHP iktidarı da yabancı sermayenin yeraltı zenginliklerimizden daha çok ve daha “kolaylıkla”  yararlanması için yasa hazırlığı yapıyor.

İki noktanın daha altını çizeyim. Önce, hukuk ve ekonomi başta olmak üzere toplumsal bilimlerde  “bilimselliği tümüyle acınacak” bir duruma düşmüş olan bu halk, “hiç olmazsa” deprem konusunda bağrından çıkardığı bilim insanlarından gerçeği duysun!

Sonra, toplum, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı verdiği Kurtuluş Savaşını ve aynı bağlamda verdikleri savaşımla 6 Mayıs’ta 1972’ darağacına yumruğuyla çıkan “üç fidanının ve onların arkadaşlarının”  yaptıklarını özümsemiş bulunuyor.  Bunun kanıtı, sonuncusu hafta içinde, 7 Mayıs Çarşamba günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde, tarihsel Özgürlük Meydanı Beyazıt’ta, iktidar tarafından “karartılmasına” karşın cep telefonlarıyla aydınlatılan, “gençliğin”  giderek yükselen özümsemesiyle gerçekleşen ve devam ettirilecek olan geniş katılımlı “kitlesel uyanıştır”.

Bu büyük uyanışıyla toplum bilimde ve siyasette yaşamakta olduğu çok ağır depremlerin yaralarını sarmayı da başaracaktır.