Google Play Store
App Store

Otoriteyi korumak için kilitlenen kapılar, hem genç araştırmacıların hem de bilimin yolunu kesiyor. Liyakat yerine sadakatin ödüllendirildiği bir ortamda, bilimin nefes alması giderek zorlaşıyor.

Bilimde sınır polisleri

Güneş’in Dünya etrafında döndüğü veya Dünya’nın düz olduğu zannedilen yıllarda bilimsel gelişmeler, bireysel çalışma ve çabalarla kolaylıkla ilerleyebilirken günümüzde bilimin yol kat edebilmesi için araştırmacıların işbirlikleri ve fikir alışverişlerinde bulunmaları zorunlu bir hal aldı. Elde ettiği görsellerle bizi evrenin derinliklerine ve sırlarına defalarca yeniden hayran bırakan uzay teleskoplarından, bu teleskoplarla elde edilen verilerin analizi için yazılan bilgisayar kodlarına kadar birçok çalışma, binlerce araştırmacının emeği ve birbirinden farklı uzmanlık alanındaki biliminsanlarının dikkat çektiği önemli detayların bir araya getirilmesi sayesinde mümkün olabiliyor. Sadece böyle büyük projeler değil, küçük çalışma gruplarının odaklandığı konularda da farklı ekiplerin birbirlerini besleyen görüşleri ve işbirlikleri yenilikçi buluşların ve güvenilir sonuçların ortaya çıkmasında vazgeçilmez bir rol oynuyor.

Ne var ki gelişen teknolojinin ve değişen toplum dinamiklerinin her zaman bilimin faydasına hizmet ettiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil. Gerek akademik beklentilerin günümüzde gerçekçilikten epey uzak bir düzeye varmış olması, gerekse toplumun liyakat yerine popülariteyi ödüllendirme meyli, araştırmacıların bilimsel etik değerlerinin bireysel kaygılarına yenilmesinde öncü nedenlerden oluyor. Akademi, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman fikirlerin serbestçe tartışıldığı bir ortam gibi görünse de aslında oldukça katı hiyerarşik bir yapıya sahip. Tez danışmanları, bölüm başkanları veya proje liderlerin genç araştırmacılar üzerindeki otoriteleri, yeni fikirlerin “önce üstlerin onayından geçmesi” şartını doğuruyor. Seminerlerde, konferanslarda ya da makale yazım süreçlerinde genç araştırmacıların farklı bakış açılarının baskılanması veya küçümsenmesi sadece katkılarının sınırlanmasına değil özgür düşünce ve araştırmanın da baskı altına alınmasına ve uzun vadede akademik camiada tamiri zor etkilere neden oluyor.

Günümüzde biliminsanı kimliğinin arkasında bazen güçlü bir otorite kurma arzusu olduğunu görüyoruz. Bir konuda uzman olarak anılmak, kişiye entelektüel bir üstünlük hissi verirken; bu üstünlüğü kaybetmemek için genç araştırmacıların yaklaşımlarının küçümsendiği veya yok sayıldığı durumlar pek de ender sayılmaz. “Bu konuyu yıllardır biz çalışıyoruz, bizden iyi bilemezsiniz” yaklaşımı, söz konusu alanı belirli grupların akademik mülkü haline getirir; ve bu tür sahiplenme sadece disiplinler arası geçişleri değil yenilikçi yaklaşımlara açılan kapıları da kapatır. Akademide prestij ve görünürlük, yalnızca bilimin ilerlemesiyle değil, aynı zamanda kimlerin o alana girip kimlerin dışında bırakıldığıyla da şekillenir. Bu noktada ‘bilimsel kaliteyi korumak’ bahanesi de gizli bir kontrol mekanizmasına dönüşebilmekte.

AÇ KAPIYI BEZİRGAN BAŞI

Bekçilerin bezirganbaşı olduğunu bildiğimiz çocukluk yıllarının üzerinden epey vakit geçti. Bugünse gatekeeper denilen görünmez sınır polislerinin hangi köşeden, hangi kılıkla karşımıza çıkacağını kestiremiyoruz. Bilimin doğası, bilgiyi sahiplenmekten çok paylaşmayı ve sürekli yeniden inşa etmeyi talep ederken, sınır polislerinin hünerli elleri bilimin ortak mirasını dar bir elitizmin oyuncağına dönüştürmekten geri durmuyor. Bu yaklaşım sadece bilimsel çevrelerle de kısıtlı değil aslında. Günlük hayatta sıkça karşımıza çıkan durumlara bakacak olduğumuzda; bir hastanın sorusuna ilişkin bilgiyi açıklamak yerine otoriteye yaslanıp, soruyu değersiz sayan doktorun küstahlığı aslında kimi zaman temel sayılabilecek sağlık bilgisini erişilebilir kılmak yerine onu kendi koyduğu bir duvarın ardında saklama biçiminde kendini gösteriyor. Bilginin paylaşılması gerekirken otorite ya da statü için saklandığı başka örnekler de var; öğrencisinin merakla sorduğu bir soruyu “sen daha onu anlamazsın” diye geçiştiren öğretmenler, çözümü basit bir sorunu kasıtlı olarak karmaşık bir şekilde anlatıp bilgiyi paylaşmak yerine “ben olmadan yapamazsınız” havası yaratan teknik elemanlar ya da vatandaşın hakkı olan bir bilgiyi anlaşılmaz kanun detaylarına boğarak “bunu ancak biz anlarız” tavrı, bilginin demokratik erişiminden çok kapalı bir elitizmi besler. Aslında, bilginin kamusal niteliğinin unutulup otoriteyi güçlendirme aracına dönüştüğü her yerde bu tavrın bir yansımasını görmek mümkün.

Öte yandan bilimi halka erişilebilir kılmaya çalışan biliminsanları da yok değil. Bilgiyi olabildiğince anlaşılır kılma çabasıyla halka ulaştırmaya çalışan biliminsanları, bilgiyi kendi tekellerinde tutmak yerine topluma açıyorlar. Ne var ki bu şeffaflık ve erişilebilirlik bazen “Sen okulunu okuduysan ne olmuş, ben de internette araştırdım” diyerek bilgiyi değersizleştiren bir tepkiyle karşılanabiliyor. İlginçtir ki bu tersine sınır çizimi, bilimsel yönteme dayalı bilgiye ‘fazla elit’ etiketi yapıştırıp yüzeysel bilgileri öne çıkararak, biliminsanlarını yersiz ve değersiz kılma çabası ile bilimin kendisini dışarıda bırakmaya çabalıyor.

BOYNUZ KULAĞI GEÇMESİN!

Bilim, kuşakların birikimi ve çağdaşların katkılarıyla ilerler; ancak kimi akademisyenler, kendi menfaatleri uğruna bu zinciri kopararak, bilimi kişisel hırslarının aracı haline getirmekte. Öğrencilerin başarısıyla gururlanmak yerine bilimi elit bir materyale dönüştüren ve akademik alt soyların yolunu kesen bu yaklaşım, üniversiteleri bilimin özgürce filizlendiği kurumlar olmaktan çıkarıp, liyakat yerine sadakatin ödüllendirildiği kapalı birer otorite alanına dönüştürüyor.

Bugün Türkiye’de üniversitelerin başına atanan kayyum rektörler, iptal edilen diplomalar ve bilimsel liyakat yerine siyasi sadakatin ödüllendirilmesi, bilimin önünü açmak yerine kapatan zihniyetin işaretleri. Bu tablo, bilimin özgürce gelişmesi gereken üniversitelerin gitgide daralan bir otorite alanına hapsolduğunu ve genç araştırmacıların üretkenliğinin nasıl köreltildiğini gözler önüne seriyor. Akademinin basamakları liyakatle değil sadakatle çıkıldığında, sorgulama yerini sessizliğe bırakırken, özgür düşüncenin tökezlediği yerde bilim de can çekişiyor.