Bilirkişi raporları niye KTÜ’den alınıyor?
Bilim insanlarının akademik bilgi üretimi neden engellenir? “Asrın felaketi” tanımını kullananlar, akademisyenler asli sorumluları işaret edebilir mi? Bilirkişiler neden Karadeniz Teknik ve Konya Teknik üniversitelerinden? Müteahhit-avukat-piyasacı akademisyen üçgenine karşı mücadele şart.
Doç. Dr. Savaş KARABULUT - GTÜ Öğretim Üyesi
Maraş merkezli 6 Şubat Depremleri sonrasında kayıplarımızın acıları içimizde hala taze iken sorgulayamadığımız, ancak aradan geçen zaman ile “sorumlularından hesabını sormak için ne yapmalıyız?” konusunu birbirimize ve kendimize sorduğumuz günlerin içinden geçiyoruz. Bu konuyu sorgulamayı ve durup tekrar düşünmenin her birimizin asli görevi olduğunu düşünüyorum. Depremi afete dönüştürenlere -merkezi ve yerel idare ile piyasadaki sorumluları- karşı bizler ise “Bundan sonra haklarını aramak için ne yapmalıyız?” sorusuna cevap arıyoruz.
Afetin nedeni olarak "asrın felaketi” tanımlamasını yaparak, “asıl sorumluların geri plana itilmeye mi çalışıldığı”nı düşünüyoruz. “Asrın felaketi” algı operasyonunun için, depremde hayatını kaybedenlerin sorumlusunu sorgula(t)maya ihtiyaç olduğunu da düşünüyoruz.
NEDEN İSTEMİYORLAR?
6 Şubat Depremi sonrasında yaptığım saha gözlemleri sonucunda "bu depremin önceden belirlenmesinin mümkün olabileceğini” bir proje geliştirerek anlamaya çalıştım. Bu çalışmayı gerçekleştirebilmek için “öncü belirtileri tanımlayan” bir takım verilere ihtiyaç duyduğumda ise görev yaptığım kuruma “projenin hayata geçmesi için talep dilekçemi ilgili kuruma göndermesi için gönderdim. Kurum adına ilk olarak Müh. Fak. Dekanı “dilekçemin işleme konulmayacağı” önce sözlü ve sonra yazılı olarak talebimi işleme koyarak gösterdi. Gerekçesi ise “kamu kurumlarını zor duruma sokmamak” şeklinde izah etti. Bu şekilde verilere ulaşmam doğrudan engellendi, “Bu ve bundan sonra meydana gelecek depremlerin önceden belirlenmesini sağlayacak yaklaşımı” analiz edemediğimden, şahsımı değil, kamuyu cezalandıran yöneticilerle ilgili idarenin nasıl işlem yapacağını da merak etmiyor değilim. Kamuda görev yapan kamucu bir öğretim üyesini cezalandırmak adına bu bilimsel problemin yanıtını aranmasını engellemek ise kamu zararı olduğunu sizlere de hatırlatmak isterim. Çalışmayı gerçekleştirmek için hâlâ bekliyorum.
Devamında kendi üniversite yerleşkem içinde bulunan mühendislik yapılarının deprem performansını incelemek için Bilimsel Araştırma Projeleri birimi tarafından kabul edilen projem olduğu halde, onlarca binanın birkaçının, o da sadece mimari projelerini (statik projeler bilinçli olarak paylaşılmıyor) vereceğini bildiren üniversite yönetimi yüzünden de projeyi sonuçlandıramadığımı da ayrıca belirtmek isterim. Bu durum kampüsteki yapıların deprem-zemin-yapı etkileşimi açısından nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalacağımızı da bilinmemesi sonucu doğurduğunu da bir kenarda idarenin açıklamasını beklemekteyim. Veriyi paylaşmama ya da paylaşılmaması için gerekçeler yaratma durumları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’ndan veri talep eden meslektaşlarımın da başına geldiğini öğrenince, neden bilimsel bilgiler ışığında deprem etkilerini anlamak ve yıkılmaması için çalışan kamucu akademisyenler engelleniyor?” Sorunun cevabını da bu ülkede deprem korkusu yaşayan her yurttaşın sorgulaması gerektiğini düşünüyorum.
ASLİ SORUMLULARI İŞARET EDEBİLİRLER Mİ?
Yakınlarının neden öldüğü sorusuna yanıt arayan her yurttaş ise mahkemelere başvurarak sorumluların yargılanması ve ceza almasını istiyor. Bunu vicdani bir hesaplaşma olarak da görüyorlar. Sorumluların yargılanması açısından konunun teknik yönleriyle izahını yapabilmek için ise mahkeme heyeti bilirkişi raporlarına ihtiyaç duyuyor. Yargılama sürecinin doğru şekilde yönetilmesini ve sorumlularının tespiti açısında ilk başvurulacak adres olarak ise üniversiteler karşımıza çıkıyor. Genel hatlarıyla bilim insanları ve mühendisler olarak deprem nedeniyle yaşanan yıkımın nedenlerini daha iyi anlamak ve yaşanan yıkım olayını teknik yönleriyle değerlendirerek afetlere hazırlık sürecinin doğru yönetilmesi için çalışmalar yapmanın kamusal bir görev olduğunu da iyi biliyoruz. Ancak deprem sonrasında bazı üniversiteler tarafından hazırlanan teknik raporlar incelendiğinde, olayı asrın felaketi olarak tanımlayarak, asıl sorumlu olarak depremi veya doğayı göstermenin, objektif bir değerlendirme yapma önünde engel olabileceğini de her bilim insanının bileceğini düşünüyordum. Bu durumda yıkılan herhangi bir yapı için atanan -nasıl atandığı ise biraz da yaptıkları güzellemeler ile belirlendiğini düşündüğüm- bilirkişiler, mahkeme heyetlerinden istenen raporlarında “asrın felaketi” tanımlamasıyla cümlesiyle başladıkları raporlarında, suçlu olanı doğrudan soyut bir objeye yani doğaya yükleyerek, asıl sorumluları izah edemeyeceğini düşünüyorum. Bu durumda ailesini, sevdiklerini ve yakınlarını kaybedenlerin kendilerine en çok sorduğu soru ise “Annem, babam, kardeşim, teyzem, amcam, dedem, yeğenim neden öldü? Ölümlerin sorumlusu kim(ler)? diye adalet arayışında ısrarcı olduğunu da iyi biliyorum.
Resmi rakamlara göre en az 53 bin insanın hayatını kaybettiği bir durum karşısında, dünyanın hiçbir yerinde suçlunun doğrudan doğa olarak tanımlanmadığı bir başka coğrafya olmayacağını da bilimsel olarak söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla beraber “Ölüm neden bizim kaderimiz olarak gösteriliyor? "sorgulamasını da beraberinde yapmanın elzem olduğunu düşünüyorum. Ülkemizdeki adliye binaların Dünyanın veya Avrupa’nın en büyük yapıları olarak öne çıkarıp, büyüklüğünü fiziksel bir şov aracı olarak tanımlayanların asıl olarak vurgusu, binanın fiziksel koşulları değil elbette. Bilirkişi raporlarıyla mahkeme salonlarında kim bilir kimler aklanıyor? Kimler bu işten nemalanıp, çıkar sağlıyor? Suçluları kimler neden koruyor? Akademisyenler kimlere hizmet ediyor? sorularını da peşi sıra sormak gerektiği kanısındayım.
NEDEN SADECE O İKİ ÜNİVERSİTE!
Bilirkişi olarak Neden Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Konya Teknik Üniversitesi Öğretim Üyeleri Tercih Ediliyor?
6 Şubat Depremlerinde yıkılan 40 bin yapının, ağır hasarlı yüzbinlerce binanın (ikiyüz elli bin civarında) gözlemsel incelemesi ilk olarak tüm kurumlarla işbirliği içinde yapıldı. Ardından yıkılan yapılar için mahkeme salonları kuruldu ve yargılamalar başla(tıl)dı. Bu süreçte mahkeme heyetleri konunun çözümü için bilirkişilere başvurdu. Bu bilirkişiler ise üniversitelerde görevli akademisyenler (bilim insanı) ve mühendislerden oluşturuldu. Üniversitelerde görev yapan bilim insanlarının/akademisyenlerin elbette yıkılan yapılarla ilgili yıkıma dair sorumluların tespiti açısından verilen görevi “kamusal görev” olarak düşünüp, teknik raporlar hazırlaması gerekmektedir. Ancak asla bu durumu bir ticari kazanç sağlama, ekonomik ve statüsel olarak kendini ihya etme aracı olarak görmemesi gerektiğini de düşünmesi bilmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Bu durumu kendine görev edinmek yerine, kazanç kapısı olarak gören kötü niyetli akademisyenler var mı? sorusunu da sorarak, sorumluları aklayanlar olur mu? diye de düşünmenizi istiyorum. Çünkü bugünlerde gazetelerde okuduklarımız ve acıyı yaşayan ailelerin hak arama mücadelelerindeki kaygılarını görünce, muhakeme etmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu durumu da bir sonraki bölümde sizlere bir örnekle izah etmek istiyorum…
Öncelikle sorulması gereken bir soru var. Mahkemeler bu depremde yıkılan ve hayatını kaybeden kişilerin davalarına dair somut gerçekliklere ulaşmak için hangi üniversiteye başvuracağını nasıl tercih etmektedir? İlk olarak bu sorunun açıklanması gerekmektedir. Çünkü; bilirkişi raporlarının hazırlanması için genel olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Konya Teknik Üniversitesi gibi üniversitelerin isminin zikrediliyor olması, bu kurumda görevli akademisyenlerin tercih edilme sebebinin sorgulanması gerektiğine dikkatimizi çekiyor. Bu arada depremden sonra birçok müteahhittin avukatı üniversiteleri gezip, üniversite de görevli öğretim üyelerinden “müvekkilini kurtartmak için gerekçeler bulmasını ve sorumluluğun kendisine ait olmadığını ispatlaması için” büyük bedeller ödeyerek talep oluşturdukları duyumlarını da bir yandan belirtmem gerekiyor. Süreç içerisinde mahkemeler yerine, üniversite kapılarında ve öğretim üyelerinin odası önünde bekleyen avukatlar ve sanık yakınlarının amacı ise suçluların cezalandırılması değil, aksine kurtarılması yani aklanması olduğunu bilmenizde gerekiyor.
BİLİRKİŞİ HEYETİ NEDEN ÖLÜYÜ SORUMLU TUTTU?
İskenderun’da MCG Tower binasında hayatını kaybeden en az 100 kişinin yakınlarının mahkeme salonlarında hak arama mücadelesi var. “14 katlı binanın ilk görünüşünde bile bir sorun olduğunu düşündüklerini” ifade ettikleri, e “ince ve uzun bu binanın imalat aşamasına ait geçmişte çekilmiş resimlerini uzmanlarına incelettiklerinde projenin ve imalatın hatalı olabileceğini” öğrendiklerinde neler yaşadıklarını anlamak zor olmasa gerek. Bu binaya ait “Mühendislik projesinin hatalı olabileceği, projede bazı kirişlerin olmadığını gördüklerini ve mühendislik temel prensiplerine aykırı olan bu sürecin” olduğu iddiaları mahkemelere de taşınmış durumda. Ekim ayında davaya tekrar devam edilecek.
Davaya bilirkişi olarak ise Konya Teknik Üniversitesi’nden oluşan bir teknik heyet atanmış ve olayı teknik yönleriyle açıklamaları ve varsa sorumluların sorumluluk yüzdelerini de tanımlamaları mahkeme heyeti tarafında talep edilmiş… Konya Teknik Üni. Akademisyenleri ise cümleye ilk olarak “asrın felaketi” diye başlamış… ve akabinde ise “ilgili yapının 2007 yönetmeliğine uygun olarak projelendirildiği ve imal edildiğini” ifade etmiş. Tabi burada önemli bir detay ise bu yapının yıkıldığında henüz birkaç yaşında olduğu yani yeni bir bina olduğunu da yeni binalarda oturanların ileride başlarına gelebilecekleri şimdiden anlamaları açısında vurgulamak istiyorum. Konya Teknik Üni. Bilirkişi Heyeti asıl sorumlunun ise üst yapıcı ve/veya müteahhit olmadığını ve geoteknik tasarım ve imalatı yapan kişinin “bu kişi hayatını kaybettiğinden dolayı da ortada bir yargılama olmayacağından” olduğunu işaret ederek, raporunu mahkeme heyetine teslim etmiş. Tabi teknik olarak bu süreci tanımlarken ise “2007 yönetmeliğine göre yapıya gelecek ivmenin 0.4 g olacağını belirterek projenin tasarlandığını, ancak bölgede 0.7 g’lik bir ivme oluştuğundan bu binanın projesinin temel yapısından kaynaklı yanlış iyileştirme nedeniyle” yıkıldığını da ifade etmişler.
Yani topu ölen kişinin üzerine atmışlar! Ancak bu bölgede AFAD tarafından işletilen kuvvetli yer hareketi kayıtçıları incelendiğinde; deprem sırasında çalışan ve güvenilir kayıt alan istasyonlardaki ivme değerlerinin 0.1-0.3 g arasında değerlere sahip olduğunu görmemiş olmalarını sanırım iyi niyetli olarak yorumlamamak gerektiğini düşünürsünüz! Ayrıca hem yapı ve hem de zemin için güvenlik katsayıları beraberinde düşünüldüğünde bu ivme değeri olsa bile yapının doğru proje ve imalat ile yıkılmaması gerektiğini de bilmeleri gerektiğini ayrıca vurguluyorum. Tabi bu durum gerçek bilirkişiler tarafından eminim, raporlanacaktır. Yani ortada gerçekten 2007 yönetmeliğine uygun projenin tasarlandığı, imal edildiği ve zemin koşullarına uygun yapı tasarlanıp, tasarlanmadığına yönelik somut gerçekleri merkeze alan bir görüşe Ekim ayından önce ihtiyaç var? cümlesini de eklemem gerekiyor. Doğrudan yıkımın nedenini politik olarak “asrın felaketi” olarak tanımlayan heyet, süreç içerisinde gelecek bilirkişi raporları ve danışmanlıkları da düşünmüş olsa gerek ki; “biz bu ilgililerine sorun olmaktan çıkarır ve bir şekilde çözeriz” bakış açısını kendine çıkar sağlamak için kullanmışta olabilirler. “Yapıya gelmeyen kuvvet gelmiş gibi gösterilerek ve sorumlu olarak doğrudan depremden dolayı ölen kişiye topu atarak” hayatını kaybeden en az 100 cana ve onların geride kalan ailelerine karşı birilerini aklamış olmak vicdanlı bilim insanlarının yapacağı iş olmasa gerek! Tabi bu durumlar hep birer iddia.
Müteahhit-avukat-piyasacı akademisyen üçgeninin rüşvet alma, sorumluyu aklama ve bilimsel temeli olmayan raporlar hazırlamalarına karşı mücadele vermek şart.
Neyse ki, her dönem iktidarının arkasında durarak deprem konusunu piyasacı bakış açısıyla kendine rant sağlayan akademisyenlerin karşısında, kamucu ve halktan yana olan bilim insanları var.