Biliyorumcular
Ters yöndesiniz dedim, biliyorum dedi. Yere çöp attınız dedim, biliyorum dedi. Yaya geçidi biraz ileride buradan geçmek tehlikeli dedim biliyorum dedi. Bu bölgede sigara içilmez dedim, biliyorum dedi.
Kusurun bilindiği fakat değiştirmeye dair herhangi bir çabanın gösterilmediği, günlük hayatın içinde gelişen sıradan fakat düşündürücü örnekler… Tavrı böyle olan insanların sosyoekonomik düzeyi ne olursa olsun içinde yaşadığı topluma katkı sunamayacakları, çocuklara da kötü örnek olacakları muhtemel. Eğitimciler, öğretmenler sistem baskısı yetmiyormuş gibi bir de bu “biliyorumcu” kitlenin etkisi altında büyüyün çocukların hoyrat davranışlarıyla baş etmeye çalışıyorlar. O çocukların ne ölçüde ihmale uğradıklarını ve ruhsal olarak hırpalandıklarını az çok biliyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, buluşup söyleşiyoruz. Bir gayemiz var; ‘bilmek’ gibi değerli bir fiilin altında hatalarımızı normalleştiren bireylere dönüşmeden, merak duygumuzu yitirmeden uygar bir dünyada huzurlu, sağlıklı, neşe dolu yaşamak. Gayemize ulaşmak adına çocuklarımıza saygı, ilgi ve şefkat göstermenin değerinin farkındayız. Beraberinde makul bir yaşama -yeme, içme, okuma, eğlenme- kültürü de tesis edebilirsek ne mutlu bizlere! Bugün bahsedeceğim kitapların içerikleri meramımla uyumlu, çocuklarınızla etkileşimli dakikalar geçirmenize yardımcı olacak özelliklere sahip. Sosyal bağların gücüne işaret eden dokunuşları da kapsıyor.
YİYECEK ANATOMİSİ, Yenilebilir Dünyamızın Merak Uyandıran Ayrıntıları adlı kitap yemeklerin tek tıkla ulaşılıp hızlıca tüketildiği dünyada anlamlı bir es vererek üretimden, uygulamaya, tüketimden, muhtevaya yiyeceklerin anatomisini çiziyor. Yiyeceğin kısa tarihini anlatarak başlıyor, meyve ve sebzeler, tahıllar, etler derken mandıranın kraliçelerini, sokak lezzetlerini, baharat ve doğal bitkileri anlatıyor. Pek tabi tatlıları unutmuyor. Gazeteci, yemek yazarı Rachel Wharton’ın rehberliğinde hazırlanan kitapta yazar hem kendi kültürüne ve hafızasına bağlı notları hem de dünyayı gezerken deneyimlediği tatları okurlarıyla paylaşıyor. Bilimsel bir zemin üzerinde yediği içtiği her şeye topraktan başlayarak dikkat kesilmek, leziz tarifler öğrenmek, çocuklarıyla mutfağa girmek, doğayı bir de yemeğin doğasıyla birleştirip yorumlamak isteyenler için zengin bir rehber kitap.
∗∗∗
DENİZONYA, Poli’nin Kütüphanesi okurunu suların altındaki renkli dünyasına davet ediyor. Bir dalgıcın incelemek için su üstüne çıkardığı büyükanne Lupi, insanların dünyasını görüp Denizonya’ya geri dönen tek balık. Torununa ve Denizonya halkına anlatacağı şeyler var. Peki bunca hikâyeyi her balığın dinleyebilmesi mümkün mü? Bulunan cevabı öğrenirken yosunlu çörek kokusu duyabilirsiniz. Şekiller, renkler, adlar farklı olsa da aslında yaşam her yerde aynı diyen yazarın “kitap yuvası” olarak adlandırdığı yere uğrayabilirsiniz. Günümüzde olmazsa olmaz sükûnetinin içine sosyal etkileşimi arttırmaya yönelik nitelikli programlar yerleştiren kitap yuvaları fark yaratıyor. Dış dünyayı güvenle deneyimlemede önemli birer sosyal role sahipler. Şehrimizdeki, çevremizdeki ve zihnimizdeki kitap yuvalarının değerini bilmek umuduyla…
∗∗∗
BİR ORMAN DOLUSU MÜZİK
Tobi karatavuklarla şarkı söyleme hayali kuran bir sincap. Hayalini gerçekleştirdiğinde sesi kötü olacak ki tüm hayvanlar etrafa kaçışıyor. Hayal kırıklığı ile ormana koşan Tobi yoksa hiçbir zaman müzik yapamayacak mı? Müzik yapmanın ve müziğine bütün bir ormanı katmanın sihri nasıl bir anda, nasıl bir adımdadır? Yetenekli olmadığını düşünen çocuklara farkında olmadıkları yeteneklerini bulmaya dair ipuçları veren ve müziğin birleştiren gücünü gösteren neşeli bu hikâye okurunu da kendi yeteneklerinin ritmini tutmaya davet ediyor.
∗∗∗
ZÜRAFA PUPA bir öz saygı hikâyesi. Çocukların öz saygısı çeşitli nedenlerle zedelenebilir. Sevmedikleri ve hatta ne yapsalar da değiştiremeyeceklerini bildikleri bazı özellikleri gün gelir birer bireysel güce dönüşebilir. Eğitimin onarıcı gücüne inanan ve kendisi de bir eğitimci olan yazar bu hassas konuya ilişkin yetişkin ve çocuk yaklaşımlarını gayet net gözlemleyip yorumlamış. Boyu bir zürafa kadar uzun olan Pupa adlı kız çocuğunun sınıfta yaşadığı zorlukları ve bunların üstesinden gelişini anlatan bir hikâye kaleme almış. Arkadaşlarının Pupa’ya Pupa’nın ise zürafalara özür borçlu olduğu tatlı hikâyeyi ‘hayal kur ve tasarla’, ‘ayna ayna söyle bana’ adlı başlıklar altında beden ve duygu farkındalığı çalışmalarıyla birleştirmiş. Duygularını tanıyan, zorbalığın karşısında değersizlik duygusuna kapılmayan, öz saygısı ve dayanışma bilinci gelişmiş çocuklar yaşadıkları toplumların umut kıvılcımları olacaklar.
∗∗∗
Siyaset Bilimci David J. Lorenzo, kaleme aldığı Dünyanın Sonundaki Kentler, Güncel Sorunlar Karşısında Distopyalar ve Ütopyalar adlı kitabında en büyük korkularımıza ve en büyük arzularımıza dikkatimizi yöneltip, bu alanda kaleme alınmış eserlerin -Pines Adası & Ütopya, Hiçbir Yerden Haberler & Geriye Bakış, Bin Dokuz Yüz Seken Dört & Biz- çiftler halinde okunmasını hedefliyor ve sebeplerini felsefi tartışmaya açıyor. Siyasi yazın çatısı altında düşüncelerini paylaşıyor. Kitabın ‘kapanış düşünceleri bölümü’ eser karşılaştırmalarından doğan kimi tanıdık kimi güncel kimi yeniden düşünmeyi teşvik eden soruları kapsıyor. Birkaçını paylaşmak istiyorum; “İnsanlar doğal olarak mı düzen bozucu, yoksa çevreleri onları rahatsız ettiği veya hayatta kalmak için düzen bozucu olmaya zorlandığı için mi? İyi yaşamın doğası nedir? İyi yaşam tek başına ve bireysel mi yoksa toplumsal mıdır? Medeniyet iyi yaşamın bir parçası mıdır yoksa yapay bir varlık biçimi olarak iyi yaşamdan saptırır mı? Kaçınmak istediğimiz kötü yaşamı oluşturan nedir?”
Yukarıdaki satırları geçen hafta yazdım fakat bazı aksaklıklar oldu ancak bugün gazetedeki dostlara ulaştırabildim. Bu haftanın gündemine bakınca yukarıda verdiğim örnekler nedir ki diyorum! Dünyanın en “biliyorumcu” devletlerinden biri hepimizin gözleri önünde uluslararası hukuku çiğneyerek yine sivilleri hedef aldı. Çocukları bombaladı, yaktı, yaraladı. Çok üzgünüm. Geçen hafta “gerçek endişeler ve sorular getiren” edebiyat iyi ki var diye bitirmek istediğim yazımı bu hafta “Gelecek, eğer iyi olacaksa, önemli yönlerden çoktan gözden çıkarılmış bir geçmişe mi benzemelidir?” sorusuyla noktalıyorum.
İyilikle kalın…