Bilmemizi, eleştirmemizi sorgulamamızı istemiyorlar
Gündemin kuşkusuz en sıcak ve can alıcı meselesi, on milyonlarca insanımızın içine düşürüldüğü sefalet, açlık sınırının da altına indirilmiş bir asgari ücretle yaşamaya mahkum edilmesi, bunlara karşı direnişin, sendikal örgütlenmenin önüne barikatlar dikilmesidir.
Bunların yanı sıra, fikir ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün önündeki engellerin daha da yükseltilmesi, medyanın her anlamda kıskaca alınmaya çalışılması, kelepçe ve prangalarla üzerine gelinmesi, tek tek gazetecilere de basın – yayın kuruluşlarına da cezalar yağdırılması esasen halkın haber – bilgi alma özgürlüğüne indirilmiş ağır darbeler niteliğindedir.
Ancak en az bunlar kadar önemli iki ve birbirine sıkı sıkıya bağlı gündem maddesi var ki, siyasi iktidar bu iki konuyu, her zaman yaptığı gibi “saman ve sümen altından” halledip, topluma dayatmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, en ufak bir aykırı ses çıkmasını engellemeye çalışıyor.
Birincisi, İmralı ile yapılmaya başlanan görüşmeler aracılığıyla PKK’nin etkisiz hale getirilmeye çalışılması sürecinde yaşananlar.
∗∗∗
İkincisi de, yine bununla ilintili bir şekilde Suriye’nin kuzeyinde bugüne kadar “de facto” (fiili) haliyle güçlendiği görülen ve önümüzdeki süreçte ABD – İsrail desteğiyle “de jure” (hukuki ve yasal zemine oturmuş) hale dönüştürülmesi olasılığı bulunan “Kürt Yapısı”nın engellenmesi çabaları.
Birinci meseleyle ilgili olarak, kamuoyunun kafasında oluşan ve medyanın da “görevi gereği” seslendirmeye çalıştığı soru işaretlerinden rahatsız oluyorlar. Ya da daha açık ifade etmek gerekirse “Bayram değil seyran değil, Bahçeli – Erdoğan ikilisi bu ‘Bebek Katili’nin TBMM’deki uzantıları (tabir bize değil, kendilerine aittir) ile işbirliği yaparak ‘eli kanlı teröristbaşı’nı (tabir yine onların) muteber ve iş görülebilir biri haline getirmeye ve belki de özgürleştirme işi nereden çıktı?” diye sorulmasından rahatsızlar.
Bu sürecin geçmişteki (2013 – 2015 dönemi) ile karşılaştırılması, şeffaflığı ya da kapalı kapılar ardından kotarılmasının sakıncaları, herhangi bir özeleştiri yapılmadan (özellikle MHP ve Bahçeli’nin) durup dururken nasıl böyle bir mecraya akıtılmaya başlandığı, varsa (yine) yabancı ellerin dahli, Kandil ve Suriye’nin Kuzeyi ile de gizli ve paralel bir temas trafiği olup olmadığı, yeni bir “Dolmabahçe Protokolü”ne evrilecekse bunun içeriği, olası vaatler, tavizler vs. Bütün bunları merak ediyor halkımız. Tabii ki medya da halka tercüman sıfatı ile bunları sorgulamaya çalışıyor.
Ama yönetici sınıf her zamanki gibi “Sizi ilgilendirmez bunlar. Merak etmeyin. Oturup çekirdek çitleyip izleyin. Sorgulamayın da, eleştirmeyin de, ne anlatırsak razı olun” tavrında. Hattâ ve hattâ, şaklabanın birini TV’ye çıkartmışlar “Devlet üst makamlarından birimlerinden birileriyle görüştüm. Bu sürece engel olabilecek, zarar verebilecek tavır ve yayınlara izin verilmeyecek. Ağır cezalar uygulanacak” mealinde sopa sallatıyorlar. Emin olun, devreye çok yakında savcılar ve RTÜK de girer ve oraya buraya ceza yağdırmaya başlarlar. “Devletin resmi güvenlik politikalarını eleştirmek” gibi yeni ve utanç verici bir suç(!) icat ederler diye korkarım.
Yeri gelmişken…
DEM Partili siyasetçilerin de, Saray’ın bu inisiyatifine angaje görünümde olmaları, bir yandan “Vallahi bizim bir şeyimiz yok. Biz de merak ediyoruz” görüntüsü altında, pekala geri planda bir şeylerin kotarılmasında işbirliği yapıyor olmaları da sorguya muhtaç. Onları da “Acaba, bir Anayasa paketine destek karşılığı İmralı’yla ilgili bir gevşetme sürecine razı mı ediyorlar?” soruları her yerde soruluyor.
Suriye’ye gelince…
Orada, yaklaşık 13 senedir “Eğiterek, donatarak, bölerek parçalayarak, yıkıp yakarak, dökerek” gerçekleştirdikleri ve sonuçta ABD – İsrail planının hayata geçirilmesiyle sonuçlanan durumu “Devrim” diye yutturmaya çalışan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz gerçeği ortada. Bununla da kalmayıp bir yandan “Devrim” diye satmaya çalıştıkları şeyi, iç siyasette bir de “Fetih” algısı ile “Halep, Şam, Aksa, nihayet Kudüs” sosu dökerek “Osmanlıcı damarı gıdıklama” muhabbetine dönüştürmeleri de gözlerden kaçmıyor.
Onlar bunu yaparken, Suriye’de sahada yaşananlar tam da yeni yönetici kadroların DNA’sıyla uyumlu biçimde ortalığa dökülüyor. Ülkenin orasından burasında “Alevi katliamı, Hristiyanlara zulüm, kadınlara baskı, eğitim sistemini laik öğelerden uzaklaştırma” anlamına gelen uygulamalar yaşanıyor. Dahası, “4 yıl seçim filan beklemeyin. Biz böyle bir şekilde götüreceğiz bu işi, iktidarımızı kurana kadar” mealinde açıklamalarla, onca kanın ve onca yıkımın böyle bir “Şeriat soslu sözde demokrasi” için mi yaşandığı soruları gündeme geliyor.
∗∗∗
Bizim siyasi iktidar ise, bütün bunların da konuşulmasını, haberleştirilmesini, tartışılmasını ve eleştirilmesini istemiyor. Bunları konuşanlar, “dezenformasyon, provokasyon, ajitasyon” sözcüklerinin bolca kullanıldığı sopalar sallanarak susturulmak isteniyor.
Özetle…
Bugüne kadar 22 senedir yaptıkları tüm hataları gözlerden kaçırırken yaptıkları gibi, bugün de hem ülkemizin hem de yakın bölgemizin içine düştüğü vahim durumu ve can alıcı sorunları gizlemek için ellerinden geleni yapmaktalar.
Bunun “ağır bir sansür furyası” uygulanmadan gerçekleşmeyeceğinin, biz de onlar da gayet iyi farkındayız. Buna karşı direnmeli ve haber alma – verme, yani kamuoyunu sağlıklı bilgilendirme hakkımızdan asla vazgeçmemeliyiz.