'Bilmezden gelme' davranışlarımız üzerine
Alenka Zupančič’in “Biliyorum Ama Yine de” başlıklı kitabı, bireyin ve toplumun gerçeklikle kurduğu karmaşık ilişkiyi psikanalitik ve felsefi bir çerçevede ele alıyor. Kitap, “bilmezden gelme” kavramı üzerinden, modern toplumun çelişkilerini ve bu çelişkilerin bireysel ve kolektif düzeydeki etkilerini masaya yatırıyor.
Hakan ERDAL
Kimileri tarafından “bilgi çağı” olarak adlandırılan içinde yaşadığımız dönem, bizi paradoksal olarak yeni bir kavramla karşı karşıya bıraktı: Komplo teorileri. Bilgiye erişimin bu kadar kolaylaştığı bir çağda, yanlış bilgi ve spekülasyonlar da hızla yayılıyor. Dolaşımda olan bilginin fazlalığı kadar, bu bilginin doğruluğunun sorgulanmaması da komplo teorilerinin artmasına neden oluyor. 28 Ekim 2017’de internette Trump ile Amerikan derin devleti arasında gizli bir iktidar savaşı olduğuna ilişkin bir komplo teorisi ortaya atıldı. Komplo teorisini sahiplenen Qanon isimli topluluk, daha sonra adını Trump’a destek amacıyla Beyaz Saray’ı işgal ederek duyurdu.
Sonrasında pandemi döneminde aşı karşıtları ile karşılaştık. Benzer şekilde, sosyal medyada dünyanın düz olduğuna inananların sayısının da azımsanmayacak düzeyde olduğunu gösteren paylaşımlara sıkça rastlıyoruz. Bu durum, modern iletişim araçlarının bilgi kadar yanlış inanışları da hızla yayabildiğini gözler önüne seriyor. İnsanların bu tür inanışlara neden yöneldiğini anlamak konusunda en kapsamlı açıklamaları kuşkusuz psikoloji ve felsefe sunabilir. Ljubljana Psikanaliz Ekolü’nün kurucularından Alenka Zupančič’in, Barış Engin Aksoy’un çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıkan Biliyorum Ama Yine de… adlı kitabı, bu soruya yanıt ararken çağımızın epistemolojik krizini anlamlandırmayı hedefliyor.
NIETZCHE’DEN LACAN’A ALENKA ZUPANČIČ
1966 doğumlu Slovenya doğumlu Alenka Zupančič, Lacancı psikanaliz ve sosyal teori alanındaki çalışmalarıyla tanınan bir düşünür. Nietzsche, Lacan gibi isimlerin etkisinde geliştirdiği felsefi perspektif, modern toplumun patolojilerini anlamaya yönelik özgün bir yöntem sunuyor. Zupančič’in yine Metis Yayınları’ndan çıkan önceki eserleri, özellikle Neden Psikanaliz? Üç Müdahele (2011) ve Cinsellik Nedir?(2018), yine psikanalizin felsefi bir araç olarak kullanıldığı metinler. Bu eserlerde, bireysel ve toplumsal davranışları şekillendiren bilinçdışı süreçler ve ideolojik yapıların rollleri ufuk açıcı bir biçimde sorgulanıyor.
Biliyorum, Ama Yine de… başlıklı kitabı, Alenka Zupančič’in kariyerindeki felsefi ve psikanalitik sorgulamaların önemli bir duraklarından biri olarak görmek mümkün. Eser, yazarın önceki çalışmaları ile kurduğu izlekte modern toplumun bilgiyle kurduğu ilişkinin derin çelişkilerini anlamak için yeni bir zemin sunuyor. Zupančič, bu kitapla bir yandan bireysel bilinçdışı süreçlerin toplumsal etkilerini irdelerken, diğer yandan okurlarını bu süreçlerin gündelik hayattaki yansımaları üzerine düşünmeye davet ediyor.
Kitabın, Zupančič’in entelektüel kariyerinde iki açıdan belirgin bir yere sahip olduğu söylenebilir. Birincisi, eser onun felsefi ve psikanalitik birikimini komplo teorileri, bilgi ve otorite gibi güncel meseleleri kapsayan toplumsal fenomenlere uygulama konusundaki yetkinliğini bir kez daha gösteriyor. İkincisi ise eserin yoğun teorik bir altyapıya sahip olmasına rağmen Zupančič’in eserde yer verdiği örneklerle, daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmeyi denemesi. Bunda kitabın Slovenya Araştırma ve Yenilikler Dairesi tarafından finanse edilen Çağdaş Felsefenin Koşulları ve Sorunları adlı programın bir ürünü olmasının payı olabilir.
Zupančič, kitabına Freud’un ölümle ilgili rüyalarda görülen sıkışıp kalmışlık hissini, günümüzün içinden çıkılması zor krizleriyle ilişkilendirerek başlıyor. Bu benzerliği açıklamak için Lacan’dan faydalanarak, her krizde etrafımızda olup biten gerçekliğe alıştığımızı ancak yüzleşmemiz gereken hakikati bastırdığımızı öne sürüyor. Zupančič bu bastırma davranışını, kapitalizmin sürekli imleyeni olan “büyüme” karşısında, bize sunulan tek yolun “uyum sağlamak” olarak belirdiği bir gerçeklikle baş etmeye çalışırken geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması olarak tanımlanıyor.
Octave Mannoni’nin 1960 yılında Le Temps Modernes (Modern Zamanlar) dergisinde yayımlanan Je sais bien, mais quand même (Biliyorum ama yine de) başlıklı yazısında sunduğu formülasyonu merkeze alan kitap, temel olarak iki ana bölümden oluşuyor. Kitabın psikanaliz ve bilgiye dair daha detaylı bir tartışma içeren kavramsal incelemeler bölümü, Zupančič’in entelektüel altyapısını ve geniş referans çerçevesini yansıtıyor. Bu bölümde yazar bilginin inançla başlayan yapısını ve otoriteyle ilişkisini sorgularken bilimsel bilginin çoğu zaman otoriteyle iç içe geçtiğini ve bilginin tüketim nesnesine dönüşerek fetişleştiğini açıklıyor. Peki ya Komplo Teorileri? başlıklı bölüm ise modern toplumda siyasete bile nüfuz eden komplo teorilerinin bilinçdışı kaynaklarını ortaya koyuyor. Komplo teorilerinin bilgi ve inanç arasındaki gerilim üzerinden toplumda yarattığı etkiyi analiz eden bu bölüm, rüyalarla olan benzerliğini ve komplo teorilerine inanmanın bir tür savunma mekanizması olarak işleyişini göstererek ilk bölümle anlamlı bir bağlantı kuruyor.
PEKİ YA TOPLUMSAL MÜCADELE
Zupančič’e göre komplo teorileri, inkâr ve “bilmezden gelme” tutumları arasında önemli bir toplumsal rol oynuyor. Ayrıca komplo teorileri bireyleri kolektif bir biçimde bir araya getirme kapasitesine sahip. Böylece toplumsal olarak yüz yüze olunan sorunların derinlerine inemediğimiz gibi toplumsal mücadele olanakları da zayıflamış oluyor. Zupančič’e göre, toplumsal krizlerin yarattığı travmalardan uyanmak için olup bitene alışmaya çalışmak yerine krizlerin gündelik yaşamın çatlaklarındaki izlerini takip etmek gerekir. Ancak bu şekilde özgürleştirici düşünmenin kapıları aralanabilir.
Sonuç olarak Zupančič, modern kapitalizmin bilgiye, bilime ve hakikate dair oluşturduğu güven krizini Lacancı psikanaliz çerçevesinde etkili şekilde ele alırken aynı zamanda çağımızın bilgi ve inanç temelli politik ve toplumsal krizlerine de ışık tutuyor. Kitap yoğun ve teorik bir dile sahip olması nedeniyle geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmekte zorlanacak gibi görünse de toplumsal bilinçdışı, toplumsal krizler ve güç ilişkileri üzerine düşünen herkes için son derece değerli bir düşünme pratiği sağlayabilir.