19 Mayıs 1919 tarihimizde sadece Kurtuluş Savaşı’mızın değil, devrimci bir atılımın da ilk adımı oldu. Oysa 104 yıl sonra, bu yıldönümünü ne gibi duygular içinde kutluyoruz?

Bir 19 Mayıs öyküsü…

Öykü 16 Mayıs 1919’da başladı. O gün akşamüzeri Mustafa Kemal Paşa, Boğaz’da Sarayburnu açıklarında demirli bulunan Bandırma vapurunda çok düşünceli, bir o kadar da kaygılıydı. Bir gün önce Yunan ordusu İzmir’e çıkmış, daha sonra da Anadolu’nun içlerine doğru yayılacak işgali başlatmıştı. Durum zordu; arkasına Üçlü İtilaf’ı, özellikle de İngiltere’yi almış olan Yunanlar nasıl durdurulacaktı? 

Gerçekten de yedi yıldır o cepheden bu cepheye koşuşmuş halk çocukları yorgun ve perişandı. Ayrıca Samsun’a yola çıkanlar işbirlikçi mütareke basınında kuşku ve endişe kaynağı olmaktan kurtulamıyordu: Yoksa Bandırma vapuruna binmeye hazırlanan ekip, İttihatçı çılgınlıkları bu kez de Anadolu’ya yaymak isteyen Fırka’nın yedek takımı mıydı? 


•••

O günlerde -içerde ve dışarda- İttihatçı nefreti o kadar yaygındı ki Bandırma vapurunun yolda batırılacağı söylentileri bile çıkmıştı. Üstelik bu husumet, farklı nedenlerle de olsa, halk tarafından da paylaşılıyordu ve direnişte “düzenli ordu”nun kurulmasını geciktiren başlıca neden oldu. Öyle ki iki yıl sonra, savaş sırasında İnönü, Bursa’dan dönen bir askerî kafileyi durdurarak, subaylara, “İçinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz; Padişah düşmanınızdır, yedi düvel düşmanınızdır; bana bakın, kimse işitmesin, millet düşmanınızdır!” demek zorunda bile kalacaktı (İnönü, Hatıralar). 

•••

19 Mayıs 1919’ta Samsun yolcularının bu tehlikelere karşı alabileceği ciddi bir önlem yoktu. Sadece Kemal Paşa, Bandırma vapuru kaptanına “Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz!” emrini vermişti. Öyle de yapıldı ve vapur şiddetli fırtınalar arasında, 19 Mayıs sabahı erken saatlerde Samsun limanına ulaşmayı başardı. Askerî bando eşliğindeki karşılama törenine halk da sevgi gösterileriyle katıldı. Osmanlı-Türk tarihinde bir dönem kapanıyor, ıstırap ve engellerle dolu yeni bir dönem başlıyordu. Samsun’da başlayan uzun ve çileli yürüyüş, dört yıl sonra da Lozan’da barış ve yeniden yapılanma coşkusu ile noktalanacaktı. 

•••

19 Mayıs 1919 tarihimizde sadece Kurtuluş Savaşı’mızın değil, devrimci bir atılımın da ilk adımı oldu. Oysa 104 yıl sonra, bu yıldönümünü ne gibi duygular içinde kutluyoruz? 

Geçmiş yıllarda başka bir devrim yıldönümü vesilesiyle şunları yazmıştım: “Tarihin önemli yıldönümlerini resmî törenler dışında bir ‘kutlama mantığı’ vardır. Her ülke, tarihinin belli bir aşamasında ve önceden bilinmeyen bir tarihte, devrimci bir ortama girer ve -sonuç ne olursa olsun- devrimci bir coşku yaşar. Devrimleri asıl anma tarihleri de o tarihlerdir.” Oysa 2023’te M. K. Atatürk ve Samsun yolcularını anarken ne yazık ki bunun tersini de düşünmek zorundayız. Öyle ki, karşıdevrim dönemlerinde de devrim kıvılcımları unutturulmaya, ya da en azından sessizce geçiştirilmeye çalışılır ve bu yıl Saray sözcüsü koroda görülen manzara da bu oldu. Nitekim iktidar sözcüsü medyada bu 19 Mayıs köşe yazılarının neredeyse hiçbirinde 1919 anılmıyordu. 

Aslında bu yazarlar tutarlıydılar ve özledikleri varlık, çağdaş bir “millet”ten çok İslamcı bir “ümmet” idi! Zaten yücelttikleri “Reis” de bilim değil “Nas” diyor, ama öte yandan da yapılan haksızlık ve yolsuzluklara göz yumuyordu. Bu dönemde ayakkabı kutularına doldurdukları milyonlarca dolarlık rüşvetle suçüstü yakalanan bakanlar hakkında soruşturma bile açılmadı. Ayrıcalık ve rüşvet yaygınlaşmış, adeta şairin “selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar!” dediği Osmanlı dönemine özlem artmıştı.

•••

İşte bu yıl da 19 Mayıs’ı böyle duygular içinde kutluyoruz. Herhalde layık olduğu coşkuyla değil, ama -tüm hayal kırıcı gelişmelere rağmen- karamsarlık içinde de değil! Çünkü şu gerçeği unutmamalıyız: Tarihte “ümmet”lerin “millet”e dönüşümü genellikle doğal bir aşamadır; buna karşılık bir kez “millet” oluşunca, onu “ümmet”e dönüştürme çabaları da hep hüsrana uğramaya mahkûmdur. Bu yüzden biz de bu kutlamamızı -yapılan bunca tahribattan sonra- yine de “her şey giderek çok güzel olacak!” dileği ve güveni ile noktalıyoruz.