Buğra Gülsoy’un kaleminden çıkan distopik dünyada ardı ardına yaşanan salgınlar ve takip eden savaşlar tedarik zincirlerinin kopmasına ve büyük kıtlıkların baş göstermesine sebep olmuştur.

Bir ahir zaman  peygamberi anlatısı

Gökçe ŞENOĞLU

İlk Türk Boksör Sabri Mahir’in hikâyesini anlatan “Kıyamet” serisiyle hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Buğra Gülsoy, yeni romanında alegorik öğelerle süslü distopik bir dünya tasavvuru sunuyor. Hem bugünün hem de geleceğin izlerini taşıyan Luna, aklın her şeyin önünde olduğu modern toplum anlatısına karşı bir manifesto olarak da okunabilir. İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini alan roman, polisiye ve bilimkurguyu metafizik öğelerle ustaca harmanlayan kurgusuyla da dikkat çekici.

Aklına kanma sakın!

Her şey polis memuru Âdem’in bir cinayet mahallinde bulduğu günlüğü okumasıyla başlar: “İnsan ırkını istedikleri kıvama getirmek üzereler. Son bir aşama daha kaldı. Yardım et bize. Aklına kanma sakın! Her şey özünün derinliklerinde, bilincine açılan o nehirde. Çünkü aslolan ‘gerçek’ bildiklerinde değil, bilmediklerinde saklı.”

Buğra Gülsoy’un bir yandan çok tanıdık ancak bir yandan da tamamen yabancısı olduğumuz bir dünya yarattığı yeni romanı Luna, ilk satırlarından itibaren tekinsiz ve acabalarla dolu bir serüven vaat ediyor. Bu öyle bir dünya ki her şey ya baş aşağı dönmüş durumda ya da altüst olmak üzere: “…Türkiye’ye kaçak yollardan girmek isteyen Fransız ve İtalyan mültecileri taşıyan botun Ege kıyılarında şiddetli fırtına sonucu batmasıyla…” Bir nükleer patlamayla aktif hale gelen sönmüş bir volkanın devasa gaz ve toz bulutlarıyla zehri yaymaya başlaması Kıta Avrupası’nı yaşanmaz hale getirmiştir. Çok geçmeden yeni bir felaket haberi çıkar karşımıza: “Üç gün önce, merkez üssü Aksaray olan korkunç depremin yarattığı facianın etkileri dinmek bilmiyor. Hükümet yetkililerince yapılan açıklamada…”

Gülsoy’un kaleminden çıkan distopik dünyada ardı ardına yaşanan salgınlar ve takip eden savaşlar tedarik zincirlerinin kopmasına ve büyük kıtlıkların baş göstermesine sebep olmuştur. Bu durumun yarattığı kargaşa ortamı küresel göç dalgalarını tetiklemiş ve büyük ekonomiler peş peşe çökmeye başlamıştır. İflas aşamasındaki devletler borç bulmak umuduyla büyük şirketlerin kapısını çalar ve çok geçmeden bu şirketlerin boyunduruğu altına girer. Bu felaket senaryosunun sonunda ise bir nükleer bomba patlamış ve insanlık için karanlık günlerin kapısı geri dönülmez bir şekilde ardına kadar açılmıştır.

bir-ahir-zaman-peygamberi-anlatisi-1104969-1.
LUNA
Yazar: B. Buğra Gülsoy
Yayın Evi: İnkılap Yayınevi
Basım Tarihi: 2022

Öngörülemeyen geleceğin amansız kaygısı

Tüm bunların içerisinde insanlık, nefesi kesilmiş bir haldedir. “Öngörülemeyen geleceğin amansız kaygısı” için için çürütmektedir her bir bünyeyi. “Asıl buhran buydu, ceplerimizde değil ruhlarımızda yaşadığımız.” Fakat karanlık bir arafta kalmış insanlık öylece bekler vaziyettedir. “Neyi beklediklerini dahi bilmeden sadece bekliyorlardı.”

Âdem garip bir önseziyle tüm bu gizemin ardındaki sırra vâkıf olmaya başladığını fark eder. İçin için aklını kurcalamaya başlar: “Ne başlıyordu, neye hazırlanmalıydık?” Hem suç mahallinde bulduğu günlüğün kapağında hem de cinayete kurban giden kadının bileğinde gördüğü turkuvaz renkli lotus çiçeği deseninin, annesinin kendisi için örmeye başladığı ancak ömrü vefa etmediğinden yarım kalan süvetere de işlenmiş olduğunu görünce emin olur artık: Hayata gelişinin büyük bir amacı vardır.

Luna’da, Dünya’nın da, insanlar, hayvanlar hatta bitkilerin de ayrı rezonansları vardır. Hatta yeryüzündeki her şey, “kayalar da dahil, dağlar, denizler, ormanlar, hepsi frekanslardan oluşur. Sağlıklı bir insan 62-72 Mhz frekans aralığında titreşir. Hastalandığımızda bu aralıklar düşer. Ölümde ise 25 Mhz ve altına iner. Ama sadece hasta olduğumuzda değil. Kötü beslendiğimizde, korktuğumuzda, endişe içinde olduğumuzda, mutsuz olduğumuzda, bizi olumsuz etkileyecek her ne varsa frekanslarımızı düşürür. Ve o zaman ne olur insan biliyor musun? Savunmasız. Şuuru kapalı, sorgulamayan, yalnızca itaat etmeye hazır bir kuklaya dönüşür. İşte insanoğluna yapılan bu. Onu özünden olabildiğince uzaklaştırmak. Çünkü düşük frekansta olduğumuzda bilinçten yoksunlaşırız, şuur sahamız kapanır, algılarımız sınırlanır.”

Yani her şey enerjidir; frekanstır. Ve günümüzde enerji kaynaklarının bulunduğu coğrafyalardaki devletler nasıl istikrarsızlık içindeyse, Luna’nın dünyasındaki enerji ağlarının yani “Ley hatları”nın bulunduğu bölgeler de kaoslarla sarsılmaktadır.

Bu büyük kavgada direnişi örgütleyenler de vardır elbette. İşte Âdem o direnişin öncülerindendir ve onlara “Atlas” denmektedir. İnsanlığı içinde debelendiği felaket silsilesinden çıkaracak Atlaslardan biri olan Âdem adeta bir ahir zaman peygamberi olarak çıkıyor karşımıza. Gülsoy’un ustaca kurguladığı hikâyede başkarakterin her satırda derinleşen değişimi ve bilincinde yıkılan duvarlarla dünyayı algılayışındaki dönüşüm başarılı bir şekilde yansıtılmış. Roman, İzlandalı genç müzisyen Ólafur Arnolds’ın harika parçası “Not Alone”a atıfla bitiyor. Gerçekten de bu şarkıdaki karanlık notaların arasından yükselen aydınlık ezgiler gibi Luna’nın kapkaranlık dünyasında da umut da direniş de hep var: Yalnız değiliz.