Google Play Store
App Store

Yıllar önceydi. THY'nin aylık dergisi Skylife'a dışardan iş yapıyord

Yıllar önceydi. THY'nin aylık dergisi Skylife'a dışardan iş yapıyordum. O vakitler derginin yayın yönetmeni olan Mustafa Sönmez, benden bir Lütfi Akad röportajı istedi.

Geçmiş zaman... Yanlış hatırlamıyorsam Akad'a o aralar bir ödül verilmişti. Aktif yönetmenliği bırakalı çok olmuştu, ama galiba bir tür 'saygı ödülü'ydü...

Lütfi Akad hakkında o güne kadar etraflı bilgim yoktu. Tabii ki, Gelin-Düğün-Diyet üçlemesini hayranlıkla izlemiştim; Vesikalı Yarim seyrettiğim en güzel aşk filmiydi (hâlâ öyle)... Bir de Fransız 'film noir' izleri taşıyan ve o haliyle biraz 'tuhaf' bulduğum Yalnızlar Rıhtımı...

O sıralar Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Enstitüsü'nde hocalık yapan Akad'la konuşmanın ciddiyetinin farkındaydım ve oturup sıkı bir çalışmaya girdim. Tayfun Mater'in eşine az rastlanır kütüphanesinden eski sinema dergilerini topladım; konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi olan kitapları buldum.

Uzatmayayım... 15-20 gün süren bir mesainin ardından Akad'a telefon ettim, röportaj talebimi ilettim.

"Sinemayı bırakalı çok oluyor, dolayısıyla konuşacak fazla bir şey yok" dedi, "özel hayatıma gelince... Kim niye ilgi duysun ki? Hem ben de pek hoşlanmam böyle şeyleri konuşmaktan..."

Bunları yazarken, bir yanlış anlamaya meydan vermek istemem. Lütfi bey, beni o kadar kibar, o kadar usulünce reddetti ki, -içimde kalan ukdeye rağmen- tavrına derin bir saygı duymaktan başka bir şey gelmedi elimden...

Sonraki yıllarda, hep başka bir gözle izledim Akad'ın filmlerini...

 

'SUSKUN BİLGE'NİN ANILARI

Lütfi Akad, geçen bahar sonunda yayınlanan 'Işıkla Karanlık Arasında' isimli anı kitabıyla kendi hayatına ilişkin büyük sessizliğini bozdu. (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

Her sabah belli bir saatte gidip, her akşam yine belli bir saatte evine döndüğü 'tutarlı' bir iş sahibiyken, böyle bir hayatın biraz da 'ölüm' olduğunu erken farkeden Akad'ın, hiç aklında yokken 1946 yılında başlayıp tam 57 yıl süren sinema serüvenini anlattığı 'Işıkla Karanlık Arasında', eşsiz bir belgesel olmasının yanısıra, türlü insanlık halleri üzerine kurulmuş gerçek bir edebi eser.

Yeşilçam'ın kuruluşundan, 60'larda 'zirve'ye ulaşıp 70'lerin ikinci yarısından itibaren hızla çöküşe sürüklendiği yıllara uzanan (sonrasında Yeşilçam dışında ama yine kamera arkasında ya da üniversite kürsüsünde) Akad'ın anıları, Settar Körmükçü'den Sezer Sezin'e, Kriton İlyadis'ten Gani Turanlı'ya, Feridun Karakaya'dan Danyal Topatan'a, Vedat Türkali'den Oğuz Aral'a, Muzaffer Sarısözen'den Orhan Gencebay'a, Yılmaz Güney'den Hülya Koçyiğit'e, sinemaya emeği geçmiş yüzlerce tanıdık-tanımadık isim ve yüzün geçit töreni gibi...

 

BİR MODERNLEŞME HİKAYESİ

İnsan, Akad'ın anılarını okuduğunda Türk sinema tarihinin, aslında bir avuç insanın hayallerinin ve tutkularının tarihi olduğunu daha iyi anlıyor. Şimdi isimleri bile hatırlanmayan 'cin gibi' adamların, her defasında bir yolunu bulup, dağ gibi teknik sorunların ve yetersizliklerin üstesinden geldikleri acayip bir serüven olduğunu...

Akad'ın anıları, sinema tarihinin ötesinde, ağırlıkla İstanbul fonunda geçen bir modernleşme tarihi de... Kendi sinemasında da derin etkileri olan, kırdaki geleneksel yaşam biçiminin çözülmesiyle birlikte büyük dalgalar halinde yaşanan göç, kentlerin fiziki ve sosyal çehresinin değişimi, yeni sınıf ilişkilerinin oluşumu neredeyse sinematografik bir dille anlatılıyor, 600 sayfayı aşkın kitapta...

"Hiçbir şey çocuğun hayal dünyasına benzemez. Hep çocuk kalmak istedim... Kaldım da..." diyen Lütfi Akad'ın hayatı, sözleri, eylemi, yakın tarihimizde ve bugün yaşamakta olduğumuz bütün hayal kırıklıklarına rağmen, bu vefasız ülkeye hâlâ umut bağlamamız için bir vesile...