Bir devrimciyi sonsuzluğa uğurlarken…
Türkiye’nin politik tarihinde ‘devrimci’ olmak özellikle 1970-1980’li yıllarda, muhalif olmanın en ilgi çekici ifadesiydi. ‘Komünist’ ya da ‘sosyalist’ olmaktan daha etkili bir politik tutuma işaret ediyordu ve daha kapsayıcıydı. Her meslekten, çevreden, sınıf ve gelenekten devrimci olmak mümkündü. Aynı şekilde ‘devrimci pratiklerin’ sınırları da oldukça genişti. Yine de bir politik gruba ve dolayısıyla o gruba ait bir dergi-gazeteye ‘sempatizan’ olmak herhalde hem daha özel, hem de bir tür ortak tanımlayıcı nitelikti.
Devrimci gazete-dergiler o sürecin en ilgiyle izlenen ve örgütlerin de önüne geçen örneklerdi. Bir gazete-derginin sempatizanı olmak, kendi başına örgütten daha fazlasını anlatırdı. Ayrıca profesyonel yöneticileri olmadığı halde, her yerde bulunabilen tirajı yüksek yayınlardı. Yasal zorunluluklar nedeniyle her birinin ‘sorumlu yazı işleri’ müdürleri’ ve ‘sahipleri’ vardı ama klasik patronları yoktu. Üstelik bu gazete sahipleri ve müdürleri politik tehdit altındaydılar ama yine de bu işler için nöbetleşe görev alıyorlardı.
Bu gazetelerin gelenekten devrimci ‘resmi’ yöneticilerinin tehdit altında olması, karşı karşıya kaldıkları davalardan kaynaklanıyordu. Her haber ya da yazı, ilgili kanunlara göre ‘suç unsuru’ iddiasıyla cezai karşılık buluyordu. Bu da gazete ve/veya dergi sorumlularının bazen yüzlerce yıl hapis cezası almasıyla sonuçlanıyordu. 1980 darbesi geldiğinde onların büyük bir bölümü cezaevindeydi, kalanlar da kısa sürede aynı mekânlara konulmuştu. Suçlamalara konu olma nedenleri sorumlu oldukları gazetelerdeki haber veya yorumlarda hükümet ya da devlete karşı yer verilen ifadeler, yani gazetecilikti. Ama karşı karşıya kaldıkları muamele bunun çok ötesindeydi. Her biri korkunç eziyete maruz kalmışlardı. Hücre hapsine mahkûm edilen de vardı, işkence edilerek öldürülen de.
∗∗∗
Nuri Akyol da o gazeteci-devrimcilerden biriydi. Devrimci Halkın Birliği adlı muhalif politik gazetenin sahibiydi. Diğer örnekleri gibi bu ‘sahiplik’ bir mülkiyet ilişkisi değildi. Dahası mülkiyet ilişkileri bir yana, hayatını da feda etmek anlamına geliyordu. Nitekim o da diğer ‘meslektaşları’ gibi ömrünün genç ve en dinamik zamanlarını kimi zaman çok ağır koşullarda, cezaevlerinde geçirdi. 12 Eylül darbesi günlerinden başlamak üzere Aydın Kapalı Cezaevi, İzmir Buca Cezaevi, Şirinyer Askeri Cezaevi, Çanakkale Özel Tip Cezaevi ve Gaziantep Özel F Tipi Cezaevlerinde kaldıktan sonra 1991 yılı Ağustos ayında tahliye olabildi. Bu yıllar içinde çoğu kez dışarıdaki tüm ilişkilerinden, gazete-kitap okuma haklarından, beslenme ve sağlık imkânlarından mahrum bırakıldı. Başvurmak zorunda kaldığı açlık grevlerinin sayısını kendisi de hatırlamıyordu.
On yıldan daha fazla hapis yatmak zorunda bırakıldığı için o da diğer arkadaşları gibi hasarlı bir bedenle çıktı cezaevinden. Gündelik hayatın kalabalık-kaotik ortamına yeniden tutunmak hiç kolay değildi. Gazeteciliği de denedi bu süre içinde, başka işleri de. Aynı kaderi paylaştığı arkadaşları gibi ülkesinde öteki olduğunu derin şekilde hissetti ve ülke dışına gitmeyi denedi. Bir zamanlar uğruna canını bile verebileceği ‘yeryüzünün tek sosyalist ülkesi’nden geçerken başka acılar duydu. Bu zorlu yolculuğu İsviçre’de tamamladı. İltica etti ve bu ülkenin başkenti Bern’de yeni bir hayat kurdu. Kendisi ile aynı kaderi paylaşan onlarca arkadaşı ile bu ülkede karşılaştı. Çünkü kendi devrimci kuşağının neredeyse tamamı Avrupa’ya gelmişti. Nurten’le ve çocukları Ege ve Helin’le hayatını burada kurdu. Memleketini ve geride kalan sevdiklerini ancak zaman zaman ziyaret edebildi.
∗∗∗
Türkiye’nin devrimci kuşağı 78’lilerin müstesna bir üyesi olarak Nuri Akyol, işte bu ülkede, geçtiğimiz cumartesi günü hayata veda etti. Kendi ülkesinde yerden bir çakıl taşı alıp başka birine atacak kadar bile şiddetten uzak insanların, yıllarca hapis yatmaya devam ettiklerini görerek, düşünerek, izleyerek... Dünyaya geldiği, çocukluk yıllarını geçirdiği ve hayatında derin iz bırakan mekân olarak tanımladığı Dersim coğrafyasındaki Karakoçan’ın Paş köyüne, binlerce kilometre uzakta ama çok sevdiği memleket öykülerini ailesiyle ve kuşağının devrimcileriyle konuşarak hayata gözlerini kapadı.