Kültür endüstrisinin talepleri ‘İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’ne de yansıdı. Seçimler yaklaşırken sanat emekçileri, siyaset dünyasının bu alana ilişkin projelerini duymak istiyor.

Bir hayalimiz var

“Türkiye için bir hayalimiz var.” Bu sözcükler, bugünlerde İzmir’de devam etmekte olan ‘İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’ çerçevesinde gerçekleştirilen ‘Gençlik Forumu’nun sloganı idi. 22 yıllık AKP iktidarında hayallerini gerçekleştirme olanağını bulamayan toplumun dinamik kesimleri, gençler, kadınlar, bilim ve sanat insanları, yaklaşan seçimleri umutla bekliyor. Bu ortamda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in, İzmir İktisat Kongresi’nin 100. Yılında, toplumumuzun geleceği için ufuk açıcı bir İktisat Kongresi düzenlemesi çok önemliydi. Kongrede sunulan bildiriler, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek önümüzdeki seçimlerde iktidar olması beklenen ‘Millet İttifakı’nın programına ışık tutacak öneriler içeriyordu. Beş başlık altında toplanmıştı Kongrenin oturumları: ‘Yeniliğe Davet’, ‘Vicdana Davet’, ‘Yürüyüşe Davet’, ‘Doğamıza Davet’, ‘Değişime Davet’.

GENÇLİĞİN HAYALLERİ

Kongrenin ilk gününün gençlere ayrılması anlamlıydı. Tunç Soyer, forumun açılış konuşmasında, “Bu dünyanın en güzel coğrafyasında, en bereketli topraklarında bu yoksulluğu, sefaleti hiçbiriniz hak etmiyorsunuz. Herkesin üzerinde huzurla yaşayabildiği, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün, refahın olduğu bir ülke yaratabilirsiniz. Başka bir Türkiye mümkün” diyordu. Farklı toplum kesimlerinden gençler de, konuşmalarında yaşadıkları sorunlara değinerek, otoriter yönetim anlayışına, üniversitelerin kapalı tutularak eğitim haklarının ellerinden alınmasına, eğitim müfredatlarına, seçimlerde aday olacaklardan para istenmesine itirazlarını dile getirdiler.

Kent Konseyleri Gençlik Meclisleri temsilcileri ve farklı iş kollarından girişimci gençler “biat kültürü olmayan bir siyaset” isterken, verilen sözlerin tutulmamasından yakındılar. “Köy Enstitülerinin kapatılmasından şikâyet eden çok, ama açmaya yeltenen yok”, “Arabayı aynı yöne götüreceksek direksiyona geçmemizin bir anlamı yok” vb cesur çıkışlar eksik değildi. Gene de, ‘Türkiye için bir hayalim var’ başlığı altında daha ‘vizyoner’, daha çılgın sözler duymak isterdim. Kuşkusuz, bu eksiklik gençlerde değil, onlara yeni bir dünya düşleme yeteneği kazandırmayan eğitim politikasında. Yaratıcılığın ve sanatın tümüyle dışlandığı bir eğitim politikası ve popüler kültür dışındaki kültürel ürünlere yer vermeyen bir iletişim ortamında yetişen gençlerin hayal kurma kapasiteleri de sınırlı kalıyor ister istemez. Yeni bir dünya yaratmak için yola çıkan siyasetçilerin en çok ihtiyaç duyması gereken şey de bu insan malzemesi değil mi? Öyle ise, bu konuyu tartışmaya açmanın tam zamanıdır.

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin hazırlık aşamasında bir de ‘Sanat Ekonomisi Forumu’ düzenlenmiş, kültür yöneticileri ve sanat kurumları temsilcileri, yayıncılık, sinema, görsel sanatlar, müzik, tasarım gibi kültür endüstrisi alanlarının sorunları ve Kültür Politikasının ilkeleri üzerinde görüşlerini açıklamıştı. Toplantının İktisat Kongresi kapsamında yer alması, sanatçıların sorunlarından çok endüstrinin sorunları üzerinde yoğunlaşmasını gerekli kılıyordu, ama önümüzdeki dönemde kültür alanının sorunlarına büyük sermayenin kültür kurumları aracılığı ile çözüm aranacağı ve kültür endüstrileri dışındaki üretimin ve bağımsız sanatçıların gene sahipsiz kalacağı yönünde bir endişem var. Sanat alanının sorunları yalnızca endüstrinin gereksinmeleri ile sınırlı değildir ve bu alan büyük sermayenin ‘himayesine’ terk edilemez. Beklentimiz, bu alanda ‘kamucu’ bir politikanın geçerli kılınmasıdır. Kongre çerçevesinde düzenlenen ‘Paydaş Grupların Buluşması’nda SİNE-SEN Başkanı Mehmet Esen ve arkadaşları, sinema emekçilerinin sorunlarını dile getirirken, devletin bu alandaki sorumluluğunun altını çiziyorlardı.

TURİZMSİZ BİR KÜLTÜR BAKANLIĞI

Dün, Kongrenin dördüncü gününde ‘Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partilerin temsilcileri İttifak’ın ortak politikalarına ilişkin konuşmalar yaptı. Bu gün de, altı partinin Genel Başkanları ‘Geleceğe Davet’ başlığı altında konuşacaklar. Bu konuşmalarda kültür ve sanat alanına değinen olacak mı bilemem, ama en azından şu sözü vermelerini diliyor tüm sanat ve kültür emekçileri. Kültür Bakanlığı’nı, ‘Turizm’in boyunduruğundan kurtaracaklarını, bağımsız bir bakanlık yapacaklarını duymak istiyor. Bu bakanlığın turizmden çok iletişim alanı ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. Adının da, bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ‘Kültür ve İletişim Bakanlığı’ olması düşünülebilir. Elbette, taleplerimiz bununla sınırlı değil, sanatın özgürlüğünü ve özerkliğini güvence altına alacak kurumsal düzenlemelere, tekçi olmayan çoğulcu, demokratik bir kültür politikasına ihtiyacımız var.

Bu politikanın esasları neler olmalı? İfade özgürlüğü ve bireysel yaratıcılığın önündeki engellerin kaldırılması ilk sırada hiç kuşkusuz. Sansürcü zihniyeti tümüyle dışlayan, bireylerin kendilerini ifade edebilmelerini kolaylaştıracak bir kültür politikasına ihtiyacımız var. Bilmem dikkat ettiniz mi, bizim filmlerimizde çocuk oyuncuların performansları ile Batı dünyasından çocukların performansları arasındaki farklılığa. “Sus, çok konuşma, gülme!” sözcüklerini duya duya büyüyen bir çocuğun duygularını dışa vurmakta zorlanması doğal değil mi? Çocuklarımızı ilk öğrenimden başlayarak özgür ifadeye teşvik etmezsek, onları ‘sanat kültürü’ ile donatmazsak, bu ülkede yaratıcılığın, yani sanatın ve bilimin gelişmesi mümkün olur mu?

Atatürk, eşsiz sezgisi ile kültür ve sanattan yoksun bir eğitim politikası ile özgür bireyler yetiştirilemeyeceğini anlamış olmalı ki, ‘Eğitim ve Kültür Bakanlığı’ kurmuş. Şimdilerde, eğitim ve kültür sorunları öylesine çetrefil ki, bunu önermek yerine Eğitim ile Kültüre bağımsız bakanlıklar vermek ve Kültür ile Turizmi birbirinden ayırmak daha makul görünüyor. Elbette, Kültür, iletişim ve eğitim alanları arasında güçlü ilişkiler kurmayı ihmal etmeden. Ve bu bakanlıklara (tabi, diğer bakanlıklara da) liyakat ve uzmanlık alanları dikkate alınarak görevlendirmeler yaparak…

SANATÇILAR MECLİS’E

Sanat dünyasının siyasete yakın ilgi gösterdiği dönemlerden birinden geçiyoruz. Genelde etliye sütlüye karışmamayı ilke edinmiş sanatçı ve yorumcular içinde yaşadığımız baskı rejimine karşı seslerini yükseltmekten geri durmuyor. Elbette, siyasete her zaman ilgi duymuş, mücadelenin ön saflarında yer almış sanat insanlarımız da var. Bazıları Millet İttifakı, bazıları da Emek ve Özgürlük İttifakı ile gönül bağı kurmuş bilinçli sanatçılar/sanat insanları. Aralarında, Işık Öğütçü, Onur Akın, Barış Atay, Sera Kadıgil Sütlü gibi aktif politikanın içindeki dostların da bulunduğu milletvekili adaylarının sayısının önümüzdeki günlerde daha da artabileceğini düşünüyorum. Bülent Forta’nın, Sırrı Süreyya’nın içinde olduğu bir Meclis daha güzel olmaz mı? Siyasi partilerimizin bu isimleri listelerine birer ‘renk’ olarak almak yerine, seçilecekleri yerlere konumlandırmasını istiyor gönlüm. Listelere sanatçı koyarken ‘popüler’ isim yerine, Meclis’te sanat alanlarının sorunlarına vakıf, sivil toplum çalışmalarında deneyim kazanmış isimler aranması daha doğru olmaz mı?

Meclis’te sanatçının ne işi var diye düşünen okurlarımız olabilir. İki nedenle önemli sanatçıların varlığı. Öncelikle, daha uygar, daha aydın bir parlamentonun vazgeçilmezidir sanatçılar. Diğer neden ise, kültür ve sanat alanlarının sorunlarına çözüm üretecek yasal düzenlemelere ihtiyacımız var. Bu yasaların meslek örgütleri işbirliği ile hazırlanıp, Meclis’ten geçirilmesi için bu meseleleri gönülden sahiplenen milletvekilleri gerekiyor. Millet İttifakı içinde yer alan ve farklı siyasi çizgilerdeki siyasi partilerin sanat alanında ortak bir anlayışta buluşabileceklerini düşünüyorum. O da ‘sanatın özerkliği’, yani siyasi müdahalelerden uzak kalması. Bu da sanat kurumlarının özerkliği ile sağlanabilir. Millet ittifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmalarında gençlerin kendi sorunlarının çözümü için karar verici pozisyonda olacağını, çiftçilerin kendi sorunlarına kendilerinin karar vereceğini söylüyor. Aynı şey niçin sanatçılar için de geçerli olmasın?

Kamu sanat kurumları (DT, DOB, Şehir Tiyatroları, CSO), TRT, RTÜK, Dil ve Tarih Kurumları, Milli Kütüphane, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu gibi bağlı kuruluşların, Yunus Emre Enstitüsü’nün özerk statüye kavuşturulmasının yanı sıra, bağımsız sanatçıların ve sanat inisiyatiflerinin çalışmalarına destek verecek özerk bir Sanat Kurumu/Sanat Konseyi’ ile ‘Ulusal Sinema Merkezi’nin bir çerçeve yasa (Sanat Yasası) ile oluşturulması önümüzdeki döneme ilişkin temel beklentimizdir. Sanat Kurumu’nun meslek örgütleri, kamu kuruluşları, özel sektör temsilcileri ve kurumun/konseyin bölgesel düzeyde seçimle belirlenecek yerel temsilcilerinden oluşacak Genel Kurulu’na bağlı çalışacak Uzmanlık Kurulları, sanat alanlarındaki teşvik ve desteklerin belirlenmesinden sorumlu olacaklar; böylelikle sanat siyasetin gölgesinden kurtulacaktır. Bizim de böyle bir hayalimiz var işte… Bob Geldof’un İzmir’de İkinci Yüzyılın İktisat Kongresinde dediği gibi “Vazgeçmek umutsuzluğa teslim olmaktır”.