Google Play Store
App Store

Başlıktaki durumu siz yaşasaydınız neler hissederdiniz? Siz bu sorunun yanıtını düşüne durun, ben biraz son yıllarda yaşadığımız felaketlerden söz edeyim. Çok daha büyük bir felaketin ayak sesleri olan küçük uyarılardan…

Dünyamız 5 Büyük Kitlesel Yok Oluş Evresi yaşadı. Bu evrelerin her birinde yer yüzündeki canlı türlerinin çoğu yok oldu. Kiminde yaklaşık yüzde 80, kiminde yüzde 90’dan fazlası!

İlk beş büyük felakette bizim ya da kurduğumuz düzenlerin bir dahli yoktu. İnsan, dinozorların da soyunun tükendiği ve Palaojen Yok Olması denilen 5. Büyük Kitlesel Yok Oluş’u bile deneyimlemedi.

65 milyon yıl önceydi; dev bir asteroit dünyaya çarptı, volkanlar patladı, yanardağlardan çıkan dumanlar güneşi engelledi, atmosferdeki karbondioksit ve denizlerdeki asit oranı olağanüstü arttı, bütün bu değişimler sonucu dinozorlar dahil canlıların yüzde 80’inin soyu tükendi!

Şimdi bilim insanları 6. Büyük Kitlesel Yok Oluş’un başladığını anlatıyor. Son 40 yılda dünya üzerindeki vahşi hayvan nüfusu yüzde 60 oranında azaldı. Ormanlar yok oluyor, denizler kirleniyor, göller kuruyor, canlıların yaşam alanları hızla yok oluyor!

Bunlar gerçekliğin çok uzağında bir masalmış gibi okunabiliyor. Yeryüzünün biyolojik çeşitliliğinin bir parçası olan kendi türümüzü yok ediyoruz, üstelik kendi elimizle, kendi kurduğumuz düzen yüzünden, demek de pek etkili olmuyor.

Bu yok oluşun en büyük sorumluları olan dünyanın en zenginleri, kaçınılmaz felaketten kurtulmak için yer altında sığınaklar, uzayda yaşam alanları oluşturma peşindeler. Bunu bilmek de uyandırmıyor bizi.

Gerçek şu; dünya üzerindeki gelir dağılımı adaletsizliği her geçen gün büyürken ve buna yol açan kapitalist sistem sürdükçe kurtulma şansımız sıfır!

Aslında, büyük felaketin habercisi küçük felaketler yok oluşumuzu engellemenin yollarını da gösteriyor.

Burada depremleri, selleri yaşadık. En son İspanya’da meydana gelen ve 200’den fazla insanın yaşamını kaybetmesine yol açan sel baskınları hiçbir ülkenin bu felaketlerden kaçamayacağını gösterdi.

İlkim krizi, küresel ısınma… Adı her ne olursa olsun, insan, kurduğu kapitalist düzenin sonuçlarıyla kendi yok oluşunu hazırlıyor. “Sonuç”lardan kaçınmak için “neden”i ortadan kaldırmak gerek. Kapitalizmi yani!

Ancak, ondan önce yapılabilecekler de var: Dayanışma.

Depremde, Türkiye’nin dört bir yanından, ellerinde avuçlarında ne varsa alıp sırt çantalarına doldurarak bölgeye koşanlar, deprem bölgesinden gelenlere evlerini, kucaklarını açanlar kanıtladılar ki “dayanışma yaşatır”.

İspanya’yı vuran selin kanıtladığı da buydu. Yöneticilere yetersizliklerinin utancı kalırken, harap olmuş yerleşimleri yaşama döndüren sıradan vatandaşların büyük dayanışmasıydı.

“Elektriğimiz veya suyumuz yoktu. Geldiler, çamuru temizlemeye yardım ettiler, sırt çantalarına yiyecek, el feneri — ne varsa doldurup getirdiler ve sonra gittiler. Ertesi gün yine geldiler. İlk günden itibaren her gün geldiler.” Bunlar Valencia yakınlarındaki Paiporta kasabasında fırın sahibi olan Palmira’nın sözleri.

Bir arabaya doluşup 10 saat yol gelerek çamuru temizleyenler, yaşlılara yiyecek ve temel ihtiyaç malzemeleri dağıtanlar, aşırı sağın siyasal çıkar sağlamaya dönük şovunu boşa çıkaran sıradan iyi insanlar…

“Bir kadın kolumu tutup ‘Seni seviyorum’ dedi!” Bunu Samuel yaşamış, Paiporta’da çamur dolmuş bir garajı temizlerken. Birbirimizi sevmeye giden en kısa yol da bu işte; dayanışma! Pandemiden en az hasarla çıkanlar da dayanışmacı topluluklardı.

Felaketlerle ancak dayanışma ile başa çıkabileceğimizi gördük. Büyük yok oluşu yaşamak istemiyorsak, bir dayanışmacı sistem için illa da felaket beklemeyelim!