Bir katilin huzursuzluğu
Tristan Bernard, hem özgürken hem de tutukluyken var oluş sıkıntısı çeken, işlediği cinayeti mantıksal bir düzleme oturtmaya uğraşan huzursuz bir adam portresi çiziyor Bir Katilin Günlüğü’nde.

ALİ BULUNMAZ
Yirminci yüzyıl belirsizlikler çağı olarak geçti kayıtlara. Her şeyin düz bir çizgide ilerlediği sanılır ve akla sarsılmaz bir güven duyulurken dünya aniden tepetaklak oldu. Yalpalayan insanın kafası karıştı ve duygusal gelgitler öne çıktı bu dönemde. Dahası, “her şey yapılabilir” diyenler ve “hiçbir şeyin sınırı ya da ölçüsü yok” diye düşünenler iktidara geldi. Bütün bunlar bireyi etkiledi elbette. Gerek sokaktaki insan gerek kurmaca karakterler, mevcut gerilimden, tedirginlikten ve muğlaklıktan payını aldı.
Tristan Bernard’ın olgunluk dönemi de 1930’ların ölçüsüzlüğüne ve sınırsızlığına denk gelmişti. Ömrünü yazmaya adayan, söylemini hicivle ve ironiyle oluşturan Bernard, 1933’te yayımlanan Bir Katilin Günlüğü’nde bahsi geçen belirsizlikleri ve tedirginliği, işlediği cinayet sonrasında zihninde fırtınalar kopan Paul Duméry’nin ruh hâliyle yansıtmıştı okura.
Sessiz maktûl, tedirgin zanlı
Tereddütleri, kararsızlıkları ve işlediği cinayete rağmen kendisini katil olarak görmeyen Duméry’nin aynaya bakışıyla karşılaşıyoruz hikâyede. Maktûlün topluma faydası olmadığını düşünürken benliğiyle kavgaya tutuşan bu adam, tuttuğu günlüğe giderek absürtleşen yaşamını ve var oluş kaygılarını kaydediyor.
Eski müşterilerini kaybettiği için maddi sıkıntıları bulunan ve kendisini aldatan eşiyle didişmeyi sürdüren Duméry, gereksiz bir karmaşanın ortasına düştüğünü hissediyor. O güne kadar en ufak bir suça karışmadığı ve sabıka kaydı bulunmadığı için asla bir suçluya dönüşmeyeceğini düşünüyor. Böyle bir durumdayken eline geçirdiği çekiçle cinayet işliyor. Olaydan hemen önce aklından geçenler de ilginç: “İkimiz de olması gerektiği gibi iki normal burjuvaydık. Varlığımızın gereğini yerine getirmek için didinirken ne o bir kurbanı andırıyordu ne de ben bir katili.”
Her şey bir anda olup bitiyor; maktûl için zaman dururken katil için cinayet öncesine göre çok daha gerilimli ve tedirginlik yüklü günler başlıyor. Duméry, herkesin kendisine şüpheyle baktığı vehmine kapılırken suçu sindirme ve kaçma ikilemine düşüyor. Maktûlden çaldığı paraları saklama geriliminin yanı sıra cesedin nasıl bulunacağı ve yakalanma korkusunun yarattığı telâş da ekleniyor bu ruh hâline. Yaşamına kaldığı yerden devam etme arzusu ve hiçbir şeyin önceki gibi olmayacağına dair endişe de cabası.
Üçüncü sayfa haberi olan ve bir soruşturma hâlini alan cinayet, Duméry’nin yakalanma korkusunu artırıyor. Kendisini bu durumdan uzaklaştırmak, daha doğrusu zihnini arındırmak için elinden geleni yaptığı sırada, “zanlının” yakalanma haberleri yayımlanıyor gazetelerde; Duméry’nin maktûlle ortak arkadaşı: “Bir gün bana ‘Bir cinayet işleyeceksiniz ve yerinize bir arkadaşınız tutuklanacak’ deselerdi bunun düşüncesi dahi içimi kemirir ve beni, ruhumun en derininde büyük bir kedere sürüklerdi. Oysa bugün hissettiğim şey üzüntü bile değil. Sanki kafama bir taşla vurulmuş gibi sersemlemiş hissediyorum sadece. Karmaşık duygular içerisindeyim.”
İhtirasın tetiklediği cinayet
“Öyle anlar oluyor ki bir cinayet işlediğimi unutuyorum” diyen, yanlış zanlının yakalanışıyla endişesi azalmak şöyle dursun katlanan Duméry, seyahat etmesine olanak veren işi sayesinde suçluluğunun üstesinden gelmeye uğraşıyor. İnsanlardan uzaklaşıyor ve cinayetin verdiği huzursuzluk yüzünden hep diken üstünde olduğunu hissediyor. Bu, bir bakıma sürgünlük ya da yersiz-yurtsuzluk hâli: “Yaşam bana genel olarak acımasız davranmışsa da ondan kopmak için yeterli cesaretim yok. Birini öldürebileceğime de hiç ihtimal vermiyordum güya. Ama yaşam aksini kanıtladı işte. Buna rağmen, kimseyi öldüremeyeceğimden kesinlikle eminim.”
Paranoya, suçluluk duygusu ve inkâr arasında salınan Duméry, yakalanma korkusuyla hem kendinden hem de insanlardan kaçıyor. Başka bir deyişle suç işlemenin huzursuzluğu ve suçu sıradanlaştırma rahatlığı, onun yaşamını sekteye uğrattığı gibi bazı anlarda zihnini perdeliyor. Kısacası oradan oraya savruluyor: “Kendime öfke duymamın nedeni, adam öldürmem değil. Daha ziyade, tutuklanma korkusuyla yaşamımı zehirlemek.”
Bu noktadan itibaren Duméry’nin dertlerine bir yenisi ekleniyor: İtirafıyla cinayet soruşturmasının merkezine yerleşince yeni durumunu endişeleriyle birleştiriyor: “Görünen o ki insanların önüne çıkmaktan kurtuluş yok. Suçlu damgasını vurmuşlar bana. Ama artık her şeye karşı taş kesilmiş durumdayım zaten. Yine de kötü yetiştirilmiş, kaba biri gibi görünmek istemem.”
İnsanların “soğukkanlılıkla işlenmiş bir cinayet” dediği eylem, Duméry’e göre “bir ihtirasa dayanan ve kişiye hükmeden para sevdası” nedeniyle hayli duygusal. Hakkında hangi ceza verilirse verilsin Duméry, suçunu bir nedene bağlamanın ya da gerekçelendirmenin “huzurunu” yaşarken “uyuşuk zihninden kurtulduğunu hissediyor.”
Sefilleri oynadığı sinik yaşamında işlediği cinayet, Duméry için bir eşik hâline geliyor. Kendisini katil olarak görmemesine rağmen yakalanıp tutuklanma korkusu ruhunu esir aldığı gibi zihninin karanlık odalarına kapattığı kaygılarını birer birer ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla Bernard, hem özgürken hem de tutukluyken var oluş sıkıntısı çeken, işlediği cinayeti mantıksal bir düzleme oturtmaya uğraşan huzursuz bir adam portresi çiziyor Bir Katilin Günlüğü’nde. Maktûl için vicdan azabı duymayan, herhangi bir pişmanlık belirtisi göstermeyen; yalnızca hürriyetini yitirmekten korkarken hayatın sürprizleriyle yüzleşmekten çekinip belirsizliklerden sıyrılmak ve kaderini kendisi tayin etmek isteyen bir adamın portresi bu.