Bir kenti geri çağırmak
Dünya kendisini sadece algıları açık olanlara açar. Ve bir kentin zenginliği uyardığı algıların zenginliğiyle ölçülür. Kentler, envaiçeşit tat, renk, koku, ses, doku, biçimle ayartabilirler sizi. Fakat bir felaket olur ve o kent tüm zenginliğini yitirir. Algılarının peşinden koşanlar bir daha o kente gelmez olur. Peki, oralılar için bir kentin zenginliği ne ile ölçülür? Bedenleri ve şeyleri birbirine bağlayan ipliklerle. Algısal zenginliklerin izini sürenler şeyleri birbirine bağlayan iplikleri göremez, fakat oralılar görür. Zira kentlerini, dolayısıyla kendilerini, şeyleri tek tek birbirlerine bağlayarak var etmişlerdir: “Ersilia’da oturanlar kentin yaşamını ayakta tutan bağları belirlemek için evlerin köşeleri arasına, renkleri akrabalık, takas, otorite, temsil ilişkilerine göre değişen, beyaz veya siyah ya da gri veya siyah beyaz ipler gererler” (Calvino, Görünmez Kentler). Kentin sakinleri kentlerini terk etmek zorunda kalabilir: “İpler artık aralarından geçilmeyecek kadar çoğaldığında çekip giderler. Evler parça parça sökülür; ipler ve dayanakları kalır yalnızca… Ersilia’yı terk edenler tüm ev eşyalarıyla konakladıkları bir tepenin eteğinden ovada yükselen kazık ve ip kargaşasına bakarlar. Ersilia kenti hala odur, kendileri ise bir hiç.” Bazen de bir kent, bir gece ansızın çekip gidebilir. Toprak yürümüş, kenti alıp götürmüş ve geriye enkaz kalmıştır. İster kent onları terk etsin ister onlar kentlerini, her durumda hiçleşirler.
Antakya, terk edilen değil, terk eden bir kenttir. Üstelik bu ilk terk edişi de değil. Kurulduğundan beri defalarca çekip gitmiş ve her seferinde sakinlerini hiçleştirmiştir. Ve kentliler bıkmadan usanmadan Antakya’yı yeniden var ederek kendilerini var etmişlerdir. Bir kent ait olduğu coğrafyayı terk edebilir, fakat yerin yüzeyinde izini bırakır ve kent izlerin üzerinde yeniden inşa edilebilir. İzler, belleğin izleridir ve bu izleri sadece oralılar okuyabilir. Eğer Antakya kentini ziyaret ederseniz ilk önce enkaz karşılayacaktır sizi, dehşete kapılabilirsiniz. Fakat enkazın arasında dolaşmaya cüret ederseniz, boşluklarda yaşamın devam ettiğini görürsünüz. Kentin sakinleri bir örümcek gibi, boşluklarda kendilerini var eden anlam ağlarını örmektedir. Boşluk sizi hiçleştirebileceği gibi, var edebilir de. Boşluk normal zamanlarda varoluş için bir tehdit olabilir. Fakat hiçleşmişseniz ancak boşluklarda var edebilirsiniz kendinizi. Kenti terk edenler, kentin kargaşasını terk etmiş ve boşluğa düşmüşlerdir. Fakat bir kent tarafından terk edilmişseniz, kent kazık ve ip kargaşasını da beraberinde götürmüştür. Ve terk edilenler, eğer kendilerini yeniden var etmek istiyorlarsa, boşlukta kargaşa yeniden inşa edilmelidir. Kazıklar sözcüklerdir; iplikler, sözcükleri birbirine bağlayan bağlaçlar.
∗∗∗
Her sözcük bir varlığa işaret eder ve her sözcük ancak bir bağlam içinde anlamlı olabilir. Kentler, bedenlerin ve şeylerin birbirlerine bağlandığı bağlamlar; varlıklara anlamlarını veren cümleler. Bir kenti geri çağırmak, kentten geriye kalan bellek izleri üzerinde anlamlı cümleler kurmakla mümkün olabilir. Sözcükler, enkazın boşluklarında parçalar halinde, dağınık. Kenti geri çağırmak, parçaları birbirine bağlayarak kendini ve mekânını yeniden yaratmaktır. Algısal zenginliklerin peşine düşenler için kent bir enkazdan ibaret olabilir. Fakat oralılar için kent, boşluklardan ibarettir. Boşluklarda sözcükler dolaşmaktadır. Ve sözcükler, yitirdikleri bağlarını, anlam ağlarını yeniden örmekle meşgul.
∗∗∗
Geçen hafta Antakya’daydım ve genç bedenlerin kentin boşluklarında dans ederek muhteşem cümleler kurduklarına tanık oldum. Kültür için alan tarafından desteklenen Alan Antakya Dans Topluluğunun “Bellek” projesi, Antakya ve Arsuz’da gerçekleştirilen iki gösteriyle seyircisiyle buluştu. Proje Uluslararası Ortak Üretim Fonu kapsamında Alman proje ortağı Michael Maurisens ve Ruben Reiners’ın işbirliğinde gerçekleşti. Kaleme aldığım “Kentin Kapıları” metninden yola çıkan proje, Süleyman Demirkol’un koordinatörlüğünde, Didem Koban’ın koreografisi, Mercan Dede’nin müzikleri, Dans Kamera’dan Onur Topal-Sümer ve Mahal Aura’dan Zekiye Buğurcu’nun katkılarıyla ete kemiğe büründü. Sözcükler bedenleştikçe mekânlar yaratılır ve dünya yeniden açılır.