Eşitsizlik ve adaletsizliklerle birlikte, bir avuç sömürücünün din ve vatan örtüsü kalkıyor, kendilerine kurdukları lüks ve şatafat içindeki yaşamla halkın yoksulluğu ve sefaleti arasındaki çelişki her gün biraz daha derinleşiyor. Laiklik mücadelesi bu toplumsal birikim üzerinden yükselebilir.

Bir meczup imam rejim, şeriat ve laiklik

Erdoğan tam da Gezi’nin yıldönümünde Taksim’e tonlarca gül suyu dökerek, Gezi direnişini hedefine koyarak cami açılışını yapıyordu. Aynı gün, Erdoğan’ın katıldığı etkinlikte Ayasofya’da genç hafızlara icazet töreninde konuşan Ayasofya imamı, Mustafa Kemal’e lanet okuyordu. Muhalefetin pek çok kesimi de tıpkı daha önce Ayasofya’nın açılışında kılıç kuşanıp benzer sözler söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın sözlerine gösterdikleri gibi bu meczup imama da tepki gösterdi. Hatta bu kez iktidar cephesinden Bahçeli ise söz alıp ‘imamın arkasında ‘FETÖ izin olup olmadığının’ araştırılmasını isteyerek, meseleyi ortağından uzaklaştırmaya çalıştı. Fetösü metösü, tarikatı cemaati, iktidarı diyaneti, şeyhleri, şıhları, imamları işte hiçbirinin yok birbirinden bir farkları ya hadi biz de soralım peki imamın arkasında kim var?

I

Rejimin kriz içinde ciddi bir güç kaybına uğradığı bu dönemde; Erdoğan şeriatçı azınlığın canlı desteğini alacak adımlar atıyor. İktidar ortağı olarak devleti paylaşmış tarikatlardan şeriatçı uçlara varan tüm kesimler de bundan güç alarak yeni talepler ortaya koyuyor. Ayasofya açılışında sokakları hilafet-şeriat çağrıları ile dolduran bu kesimler uzun zamandır hedefe koydukları İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının alınmasını bir zafer olarak kutladı. Salgın bahane edilerek alkol kamusal alandan silinirken; (ramazan boyunca) bireysel satışı dahi yasaklanabildi. Bu tür adımlarla şeriatçı kesimler konsolide ve aktif bir konuma getiriliyor. Laiklikle birlikte Cumhuriyet’in ilerici birikimleri büyük ölçüde tasfiye edilip, din eksenli bir rejime geçildikten sonra şimdi 2023 yeni bir hesaplaşma anı olarak işaret ediliyor. Hilafet-saltanat çağrıları bu ateşte harlanıyor.

II

Siyasal İslamcılık (tüm fraksiyonlarıyla) kimi taktik farklılıklara sahip olsa da özünde tam da bu şeriatçı azınlığın özlemlerine ortaktır. AKP’nin, 20 yıllık iktidarı bunu gerçekleştirmek üzere atılan adımlardan ibarettir. Tek adam rejimi ile elde edilen güç de bunun için kullanılıyor. Diyanet ve AKP’nin doğrudan kontrolündeki Vakıfların resmi rolüyle devlet içinde etkinleşmiş tarikatlar bütünleşerek devletin dinsel dönüşüm adımlarını sürekli kılıyorlar. Bunların ucu Suriye’ye uzanan (SADAT gibi yapıları da içeren) cihatçı örgütlenmelere uzanıyor. Siyasal İslam bir yanıyla iktidarın dayanaklarını kaybedip ideolojik ve kültürel bir çöküş yaşarken öte yandan da devlet içinde elde ettiği mevzilerden toplumsal alana uzanan örgütlenmeleriyle ülkenin geleceği için büyük bir risk oluşturmaya devam ediyor. İşte, Ayasofya’da konuşan o meczup imamın arkasında böyle bir yapı, böyle bir rejim var!

III

Düzen muhalefeti ise uzunca zamandır laikliği dışlayan sağ bir politika izliyor. Bunun bir sonucu olarak da imamın arkasındaki yapı ve zihniyete ilişkin bir dönüşüm hedefi ortaya koymaktan uzak kalıyor. Aksine, (içinde yer alan siyasal İslamcı güçlerin varlığının da etkisiyle) siyasal İslamcı rejimle kısmen uzlaşmayı da içeren bir yumuşak geçiş doğrultusunda hareket ediyor. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüşümle sınırlandırılmış olan geçiş süreci devletin laik dönüşümüyle birlikte toplumun ilerici, özgürlükçü bir düzen arayışını da dışlıyor. Bu siyasetin bir sonucu olarak son dönemdeki şeriatçı ataklar karşısında kimi zaman sağ dengenin korunması kimi zaman muhafazakar kesimleri ürkütmemek adına pasif bir tutum izleniyor. Böyle bir zeminde siyasal İslam yeni hedef ve talepleri doğrultusunda yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

IV

Devletin ve toplumun dinci dönüşümüne, bu şeriatçı ataklara karşı mücadele, tek adam rejimine karşı mücadeleden ayrı düşünülemez. Siyasal İslamcı dönüşümün kalıcılaştırılması hamleleri bir tür -fiili- hilafet-saltanat ilişkisi içinde tek adamın tüm yetkilerine dayandırılarak geliştiriyor. Bu anlamda tek adam rejimine karşı mücadele mutlaka laik bir dönüşüm hedefiyle bütünleşerek siyasal İslamcı rejimden gerçek bir çıkış kapısını açabilir. Bu konuda muhalefet hareketi içinde de halen laikliği bir tür orta sınıf hassasiyeti olarak küçümseyen ya da laikliği tarikat ve cemaatlerle uzlaşma ekseninde ele alan görüşler özünde siyasal İslamca uzlaşma çizgisinin tezahürlerden başka bir şey anlama gelmiyor.

Çürümüş siyasal İslamcılık karşısında toplumda çok geniş ve yaygın bir tepki kendini ortaya koyabiliyor. Bu tepkinin giderek daha önce AKP hegemonyası içinde olan muhafazakar kesimlere -özellikle de genç kuşaklarına- uzanan bir genişlikte de olduğunu da gözlemlenebiliyor. Öte yandan işçi ve patronun ‘bir cemaat’ ve ‘ümmet’ kaynaşması içinde işçi ve patron ayrımının ortadan kaldırıldığı bu din örtüsü de giderek kalkıyor. Eşitsizlik ve adaletsizliklerle birlikte, bir avuç sömürücünün din ve vatan örtüsü kalkıyor, kendilerine kurdukları lüks ve şatafat içindeki yaşamla halkın yoksulluğu ve sefaleti arasındaki çelişki her gün biraz daha derinleşiyor. Laiklik mücadelesi bu toplumsal birikim üzerinden yükselebilir. Devlet içinde odaklanmış tarikat ve cemaatlerin tasfiye edildiği, tarikat ve cemaatlere aktarılan tüm kamusal varlıkların geri alındığı, eğitimdeki dinselleşmenin sona erdirildiği dinin kamusal söylem ve pratikler dışına çıkarıldığı laik bir dönüşüm toplumsal mücadele ve talepler için mücadele edildiği oranda gerçekleşebilecek. Yoksa -arkasındaki elli yılla birlikte- son yirmi yılda devletin tüm kademelerine kadro ve zihniyet olarak yerleşmiş bu güçlerin bir iktidar değişikliği ile tasfiye olacağını beklemek hiç gerçekçi olmaz. Mafyası, çetesi, tarikatıyla bu büyük çürümüş karanlığı bu sol fikirler etrafında bir güç oluşturacak mücadeleyi örgütleyerek yenebiliriz.