Bir muamma denizinden hikâyeler
Mariana Enriquez, acının ve huzursuzluğun farklı biçimlerini getiriyor karşımıza; anlatamamanın verdiği sıkıntı da anlattıkça derinleşen, dallanıp budaklanan trajediler ve dertler bunlar. Varoluşsal kriz ya da hayatî travmalar diyebiliriz onlara.

Ali BULUNMAZ
Arjantin’in trajik tarihinin yanı sıra yas ve travma anlatımına yönelirken kurmaca ve gerçek arasındaki dengeyi zaman zaman koruyan, bazen de işin içine fantastik öğeler katarak bedenin ve zihnin gömüldüğü acı ve huzursuzlukların tarifine girişen Mariana Enriquez; insanların ve özellikle kadınların maruz kaldığı şiddeti hikâyeleştiren bir yazar.
Özenle saklanan, saklanması öğütlenen ve gizlendikçe büyüyen dehşeti ve korkuları, karanlık ve metaforlarla harmanlayan Enriquez, insan gerçekliğini kurmaca hâline getiriyor. ‘Kasvetli İnsanlar İçin Güneşli Bir Yer’de de bunu gerçeküstüyle besliyor. Enriquez; unutulmuş, unutturulmuş, saklanmaya çalışılmış ve görmezden gelinmiş varlıklarla buluşturuyor bizi öykülerinde; hayaletler, gece kuşları, lanetler ve tuhaf olaylar, bazen bir kasabada bazen de bir aile hikâyesinde karşımıza çıkıyor. ‘
GÜVENLİĞİN’ VE ‘HUZURUN’ TEHDİDİ
Kötülük ve iyilik ile yaşam ve ölüm arasındaki sıkışmışlık, Enriquez’in anlatımının merkezinde; kitabın başlığındaki ‘kasvet’ de tam bu ikircikli duruma denk geliyor. Kör kurşun ve sefalet bir yanda, yasa dışı işlerle hayatta kalma ve umudu koruma çabası diğer yanda… Yaşayanlar ve ‘mevcut bulunanlar’ bir taraftayken ölüler, hayaletler ve belalar öbür tarafta… Bunların hepsi an geliyor insanların kapısını çalıyor, ‘güvenliği’ ve ‘huzuru’ tehdit ediyor. Yaşayanlar, ölüler nedeniyle tedirgin, ölülerse yaşayanlarla hesaplaşma peşinde. Yaşayanlar, ölülerin nasıl çürüdüğünü merak ediyor, ölüler ise bunu göremiyor. Kısacası delilik hâlinin hâkim olduğu bir ortam resmediyor yazar. Bu da insan gerçekliğine dâhil.
Cezalandırılmış ruhların başka bedenlerde ve şekillerde varlığını sürdürmesi de Enriquez’in insan gerçekliği anlatımına fantastik bir hava katıyor. Metamorfozu hayatın bir parçasına dönüştüren yazar, insanlık hâllerinin bulanık ve karanlık tarafına yoğunlaşıyor; ne ölenler öldüğüyle kalıyor ne de diriler rahat ediyor. Sürekli bir merak ve tekinsizlik, devamlı bir dönüşüm ve koşturmaca söz konusu. İnsanları ziyaret eden ruhlar ile birbirinin yerine geçen yüzler ve seslerin yanı sıra gövde içinde serpilen miyomlar ve bir şeyler anlatmaya uğraşan cesetler de cabası. Kısacası bir muamma denizi bu: “Koşarken rüzgâr bütün yüzünü yalıyor ama acıtmıyordu. Hoş bir histi. Artık o yüz ona ait miydi, hâlâ orada duruyor muydu, annesinin yüzü müydü, yoksa anneannesinin miydi, evi bulabilecek miydi, yoksa nehre doğru mu koşuyordu, bilmiyordu. Kızına her şeyi anlatması bu duruma bir son mu verecekti yoksa ıslığın yeniden alaycılıkla gülmesine mi sebep olacaktı, durmuyordu ıslık, gitgide daha da yakından geliyordu, her şeyi anlatmak yoksa başka bir hile miydi, tıpkı izleri hep başka bir yere götüren, sahibinden hep uzaklaştıran o ayakların hilesi gibi miydi, bilmiyordu.”
UNUTMA-HATIRLAMA GERİLİMİ
Enriquez, acının ve huzursuzluğun farklı biçimlerini getiriyor karşımıza; anlatamamanın verdiği sıkıntı da anlattıkça derinleşen ve dallanıp budaklanan trajediler ve dertler bunlar. Varoluşsal kriz ya da hayatî travmalar diyebiliriz onlara. Metastaz yapan bir kanser gibi zihne, bedene ve tüm benliğe yayılıyorlar; bazen bir rüya bazen hatıraların hücumu olarak ruhu rahatsız ediyorlar.
Ruhu tedirgin eden bir başka konu ise unutma-hatırlama gerilimi. Bunun üzerine düşünen ve onunla yaşamak zorunda olan karakterlerle karşılaşıyoruz. Onlardan biri, gözü buzdolabı mezarlığına takıldığı sırada ilginç bir benzetme yapıyor: “Ben en azından buzdolabının benim de unutmama yardımcı olduğunu biliyorum, hatıralar da donmuş sanki, gerçi aletler soğutmuyor elbette: Bu anlamda tabutları andırıyorlar. Tabutlar da hayatlarımıza devam edebilmemiz için unutmamız gereken şeylerin konulup kapatıldığı kutulardır.”
Kayıplar ve ölümler de öykülerdeki karakterlerin ruhunu zorluyor. Kötünün kötüsünü hatırlamaya çalışanlar, eylemlerini sorgulayanlar ve geri çağırdıkça anıların içinden çıkamayanlar tam da bu sıkıntıdan mustarip.
Enriquez utanmalara, korkulara, zihni yoran huzursuzluklara, hayata ayak uyduranlara ve bunu başaramayanlara yoğunlaşıyor öykülerinde. Bir şekilde yaşama tutunmaya uğraşanların ve kayıp gidenlerin varlığı ve yokluğu, gizlenen ve bazen aniden ortaya çıkan gerilimli, dehşetli ve şiddetli hikâyeler hâlini alıyor. Öykülerin ürpertici, korkutucu ve ironik yanını da tam manasıyla bunlar oluşturuyor. İnsanları ve insan olmayanları yan yana getiren; onları yoran ve diri tutan da bu gerilim, dehşet ve şiddet zaten. Buradan baktığımızda Enriquez’in metinleri, bir yanıyla hayata benzerken diğer yanıyla hayatın dışına işaret ediyor.


