Google Play Store
App Store

Bakan Şimşek’in istifa ettiği iddiaları, Türkiye ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne serdi. Söylentilerin yarattığı çalkantı, bir gecenin değil, AKP iktidarının süregelen politikaların sonucu niteliğinde.

Bir şayianın anatomisi
Fotoğraf: AA

Geçtiğimiz hafta ekonomi Mehmet Şimşek’in istifa ettiği söylentileriyle çalkalandı. Hatta asıl fırtınanın pazartesi günü kopacağı iddiaları servis edildi. Ancak böyle bir durum ortaya çıkmadı, aksine finansal piyasalarda bir toparlanma gözlendi. Bu istifa iddiasının sol, muhalif çevrelerle bir ilintisinin olmamasına karşın, sert mesajların havada uçuşması iktidar içi bir hesaplaşma izlenimi veriyor.

İsterseniz işin dedikodu kısmını bir yana bırakıp, bir ekonominin böyle mesnetsiz haberlere karşısında neden bu denli kırılgan hale geldiğini adım adım irdeleyelim:

Birincisi, 2018’de başkanlık sistemine geçildikten sonra tüm yetkiler tek bir kişinin inisiyatifine terkedildi. Kolay kolay yerinden oynatılamayacağı düşünülen damat Berat Albayrak bile bir sosyal medya paylaşımıyla kayıplara karıştı. Ardından, finansal piyasaların nabzını iyi tutan Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal sınırlı bir faiz artırımına gitti diye bir anda görevinden alındı. Erdoğan’ın şöyle veya böyle galip çıktığı 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasındaki Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin akıbeti de farklı olmadı. Tüm bu nedenlerle, şu anda ekonominin dümenini elinde tutan Mehmet Şimşek’in de yolun sonuna geldiği senaryolarının her zaman alıcıları bulunabilir. Bu haberler bazı çıkar çevreleri veya AKP içindeki rakipleri tarafından köpürtülebilir.

ŞİMŞEK FİNANS SERMAYESİ İÇİN ÖNEMLİ

İkincisi, neoliberal kurguda hükümetler içinde uluslararası finans çevrelerinin teminat kabul ettiği, onların dilinden anlayan, içlerinden gelmiş sembolik bir figür daima bulunur. Bu kişi bazen merkez bankası başkanı, çoğunlukla etiketi ülkeye göre değişen ekonomi veya maliye bakanı olur. Başbakan/cumhurbaşkanı genelde sağdan gelen, “sermaye dostu” bir şahsiyet de olsa, kendini seçen geniş halk kesimlerinin taleplerine tamamen kulağını tıkayamayacağı için,  finans kapitalin has elemanı bir sigortaya gerek duyulur. Türkiye ekonomisinde 2001 krizinden sonra IMF destekli kemer sıkma programını tasarlayan ve uygulayan Kemal Derviş böyle bir kredibiliteye sahipti. Bugün de yıllarca Londra’da Amerikan Yatırım Bankası Merrill Lynch’te çalışmış, tahvil ve hisse senedi piyasalarının işleyişini çok yakından bilen Mehmet Şimşek finans sermayesinin gözünün içine baktığı figür. Atanmış bir kişi olduğu için kendini sorumlu hissettiği bir seçmen kitlesi de bulunmuyor. Son Enflasyon Raporu sunumunda Fatih Karahan’ın, “22 Mart ile 2 Ağustos tarihleri arasında, brüt rezervler 26.5 milyar dolar artış gösterirken, net döviz pozisyonumuz 93.1 milyar dolar iyileşti. 2 Ağustos itibarıyla brüt rezerv düzeyimiz 150 milyar doların üzerine çıktı” şeklinde aktardığı yoğun sermaye girişleri bir yönüyle 31 Mart seçimleri öncesi dövize yönelim nedeniyle %50’ye çıkarılan politika faizinin yüzü suyu hürmetine, bir yönüyle de Londra ve Wall Street’in muteber adamı Mehmet Şimşek ve ekibine duyulan güvenin nişanesi olarak gelmiş olmalı.

Üçüncüsü, daha evvelki yazılarımızda işaret ettiğimiz gibi, sermaye kesiminin büyük bölümünün, özellikle Odalar Birliği etrafında örgütlü Anadolu sermayesinin Şimşek’in uyguladığı politikalardan hoşnutsuzlukları var. Ancak Temmuz’da asgari ücretin sabit tutulduğu, diğer ücretlerin sınırlı artırıldığı süreç sona erene kadar seslerini fazla çıkarmamayı, işlerine gelen politikalar hayata geçirilirken “gölge etmemeyi” tercih ettiler. Şimdi şikâyetlerini yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Çünkü öz sermayesi güçlü/yabancı para ile borçlanan büyük sermayenin aksine, TL kredi kullanıyorlar. Düşük ücretler sayesinde ihracata ağırlık verseler de, Şimşek’in sürekli tekrarladığı TL’nin reel değer kazanması (dövizin reel değer yitirmesi) ilkesinden hoşnut değiller. Sınırlı da olsa üzerlerine düşen vergileri ödemekten kaçınıp, sürekli vergi affı/ertelemesi talebinde bulunuyorlar. Son tahlilde AKP’nin/Cumhur İttifakı’nı desteklemeye devam etseler de, Erdoğan’ın hışmından korksalar da, Nurettin Nebati zihniyetini Mehmet Şimşek çizgisine tercih ediyorlar. Önümüzdeki aylarda, ekonomi soğudukça sermayeler arası bu gerginliğin kendini daha fazla hissettirmesi beklenebilir.

PİYASA MANİPÜLASYONA DAYANIKSIZ

Dördüncüsü, Türkiye ekonomisi iyice finansallaşmış bir yapıya sahip. Bu sayede kolaylıkla döviz alıp satabilir, kaldıraçlı işlemler yapabilir, düşeceği öngörüsüyle açığa finansal varlık satışına yönelebilir, yani “kısa pozisyon” alabilirsiniz. Ortamın spekülasyonlara açık olduğunu hissettiğiniz bir noktada önce finansal piyasalarda konuşlanır, sonrasında yalan haberler yayabilirsiniz. Bu tarz bir istifa söylentisinin dövizde bir kıpırdanmaya, borsada bir düşüşe yol açması halinde zaten bu kervana katılacak, panik halinde hisse satışı/döviz alımı yapacak çok sayıda sade yatırımcı çıkacaktır. Nitekim geçtiğimiz hafta dolar 34 TL’yi, euro 35 TL’yi aşarken, borsa endeksi de Pazartesi kapanışının %4 altına, 9668 puana geriledi. Hem de doların tüm diğer rezerv paralara karşı değer kaybettiği günlerde.  Ayrıca Merkez Bankası’nın dövizi bu düzeylerde tutabilmek için ne kadar satış yaptığını da bilemiyoruz. Beyhude de olsa, hem dedikodu yayıp hem de piyasada buna uygun pozisyon alanların üzerine gidilmesini talep ediyoruz.

Beşincisi, finansal piyasalardaki bu çalkantı, küresel piyasalarda Türkiye benzeri ülkelerin cazibe kazandığı bir dönemde koptu. Çünkü ABD’deki, merkez bankalarının Davos zirvesi kabul edilen Jackson Hole sempozyumunda FED Başkanı Jay Powell, “ABD faiz oranlarının düşürülmesi zamanının geldiğini” açıkça beyan etti. Avrupa ve İngiliz Merkez Bankaları faiz indirimlerine zaten önceden başlamışlardı. Faiz indirimleri bir yandan göreceli olarak getirisi yüksek Türkiye benzeri ülkelere ilgiyi artırırken, bir yandan da borçlanma maliyetlerinin düşmesi nedeniyle tüm küresel borsalara doping etkisi yapma potansiyeline sahip. Nitekim geçtiğimiz hafta Brezilya reali, Şili pesosu, Tayland, Kore ve Malezya yerel paraları değer kazanırken, TL hızla irtifa kaybederek diğer “yükselen ekonomilerden” ayrıştı. Öte yandan piyasaların “normalleşmesi” halinde, zamanında hamle yapanların büyük getiriler sağlaması olanağı doğdu. En basiti hafta başında 33 TL’den dolar alanların %3.3 getiriyle Cuma 34 TL’den bozdurması gibi…

Altıncısı, ekonomide tüm durgunluk belirtileri kendini göstermeye başladı; üretimde yavaşlama, işsizlikte artış, ödenemeyen borçlarda kabarma gibi.  Ancak yavaşlamanın ve bunun ekonomik göstergelere yansımasının henüz bir kriz dönemi kıvamına ulaşmadığını söylemek olanaklı. Her ne kadar yetersiz de olsa, Temmuz’daki emekli ve kamu çalışanı ücret artışları, ele geçen nakdin çoğalması nedeniyle şimdilik bir “para aldatması” yaratabiliyor. Sonbaharla birlikte kemer sıkma programının vahim sosyal etkilerinin derinleşmesi bekleniyor. Piyasacı yorumcular Erdoğan’ın adını telaffuz etmeden, “siyaset” kod adıyla, “önümüzdeki aylarda siyasetle Şimşek arasında gerilim artabilir, siyaset tabandan gelen baskılara boyun eğebilir” yollu yorumlarla, aslında aba altından sopa gösteriyorlar. Cumhurbaşkanı’nın halktan gelen tepkiler sonucu dezenflasyon programında bir gevşemeyi dayatması halinde, sıcak paranın ülkeyi terk edeceğini, programın çökeceğini, tüm makro dengelerin alt üst olacağını ima ediyorlar. Gerçekten de önümüzdeki aylarda Saray ile ekonomi ekibi arasında iplerin gerileceği bir sürece girebiliriz. Ama karşılıklı tavizlerle bir orta yol mu bulunur, yoksa kopuşlar mı yaşanır, bunu ekonomik konjonktürdeki gelişmeler ışığında zaman gösterecek.

BİRLEŞİK VE ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ŞART

Son olarak, her iki senaryo da; yani geniş halk kitlelerinin canını yakan bu “istikrar” programında sonuna kadar ısrar edilmesi de; vazgeçilip döviz kurunun patladığı, enflasyonun çığırından çıktığı bir çöküş tablosunun yaşanması da çıkarımıza değil. Açıkçası bu kavgada sözde muhalif,  “mahcup Şimşekçiler” gibi taraf değiliz. O nedenle, emekçi kesimlerin taleplerini yansıtan, faturayı uzun yıllar bu sistemden nemalananlara ödeten kamucu bir ekonomi programın savunulmasından başka çıkar yol göremiyoruz. Böyle bir kulvara girilmesi de haliyle yoğun, uzun toplumsal ve siyasal mücadeleler, buna uygun birleşik örgütlenmeler gerektiriyor.