Bir silikon şehir: Esenyurt
Şehir üzerine çalışan akademisyenlerin, Esenyurt’a dair yayınlarında en fazla kullandıkları sözcüklerden birisi ‘planlama’, daha doğru ifadeyle ‘planlayamama’ olmuştur. Zira Esenyurt sözcüğün gerçek anlamında küçük bir köyden azman yerleşime dönüşmüş bir şehir örneğidir. Mike Davis’in ifadesiyle, sanayileşme dinamiğinden çok, enformellik ve inşaatla şişirilmiş bir tür ‘silikon şehir’dir. Toprağın her metrekaresinin inşaat amacıyla kullanıldığına ilişkin bir saha aranacaksa, Esenyurt ilk sırada gelir. Çünkü orada yaşanan hızda ve ölçüde bir yeniden rant üretme girişiminin pek az örneği vardır.
İlk adıyla Eşkinoz çiftliği olarak bilinen Esenyurt, diğer benzerleri gibi Müslüman olmayan yerleşik kültürler-grupların yaşam mekânıydı. Türkiye’nin ‘muhacirliğe’ dair politikası gereği 1948’de Bulgaristan ve Romanya’dan getirilen/gelen muhacirler buraya yerleştirilmiş ve adı da 1967 yılında Esenyurt olmuştu. 1989’a kadar Büyükçekmece’ye bağlı bir köy olarak idari sistemde yer almış, o yıl yapılan Belediye seçimlerinden sonra hem kitlesel göçlerin, hem de planlı bazı konut yapı kooperatiflerinin faaliyet gösterdiği bir mekan olmuştu. Bu yeni durum o zamanlardan başlamak üzere Esenyurt’ta inşaat sürecine hız kazandırmıştı.
Fakat Esenyurt’un bir ‘silikon şehre’ dönüşmesi, hızla bir rant partisi haline gelen AKP’li belediye ile sağlanmıştı. Toprağın neredeyse her metrekaresinin inşaat alanı olarak üretilmesi biçiminde tezahür eden sınırsız-şuursuz bu rant arayışı ile, Esenyurt yapı stoğu bakımından olduğu gibi, nüfusu bakımından da İstanbul’un ve Türkiye’nin en büyük ilçesi haline gelmişti. Büyükçekmece’nin o küçük köyü, göz açıp kapayıncaya kadar ülkenin azman şehirlerinden birine dönüşmüştü. Bu radikal dönüşüm; Esenyurt Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve merkezi yönetimlerin elbirliği yaparak, bütün mekanı bir şantiye sahasına çevirmeleriyle mümkün olmuştu. Esenyurt, o yıllarda merkezi yönetim tarafından hararetle savunulan kentsel dönüşüm politikalarının da bir tür laboraruvarı olmuş; yine İstanbul’da Fikirtepe örneği gibi bir deneme mekânına dönüşmüştü.
Esenyurt bugün artık kuruluşundaki gibi sadece Balkan muhacirlerinin değil, başka ülkelerden ve Türkiye’nin hemen her şehrinden gelen göçmenlerin de ikamet mekânıdır. Yaklaşık bir milyonu bulan nüfusunun % 46’sı Doğu-Güneydoğu, % 30’u Karadeniz, % 11’i Marmara bölgesinden gelen göçmenlerden oluşmaktadır. Göçmenlerin geldiği dahili coğrafya o kadar çeşitlidir ki bunun bir yansıması olarak Esenyurtta bugün 40 dolayında il derneği bulunuyor. Yanısıra küresel göç ve akışların da bir tür merkezine dönüşen Esenyurt’ta dünyanın hemen her kıtasından ve pek çok ülkesinden göçmen gruplara tanıklık etmek mümkündür. Bu göçün fotoğrafı o kadar kaotik ve belirsizdir ki, Esenyurt’ta hangi ülkeden ne kadar göçmen nüfusun yaşadığına dair güvenilir resmi veriler yoktur.
Esenyurt mekansal ve toplumsal sorunlar yumağı bir silikon şehir olmaktan nasıl çıkarılabilir? Aynı zamanda bir kent sosyologu olan bugünkü belediye başkanı prof. Ahmet Özer’in temel dertlerinden birisi de budur. Ama bu sadece belediyenin değil, kamucu kaygılarla düşünen ve politika üreten herkesin derdidir. Herhalde bir ilk karar olarak bu yerleşimi, belli bir süre yeni rant arayışları ve imar hareketlerine kapatmak gerekir. Bu, her şeyden önce Esenyurt’un nefes alması için gereklidir. İkinci adım olarak ülkenin bu en büyük ilçesinin toplumsal-mekansal tüm alanlarına dair veriler üretmek gerekir. Zira bu veriler ilçedeki sorunlara, ne tür çözüm önerileri geliştirmek gerektiği konusunda da bir yol haritası çıkarmaya imkân verir.
Özetle Esenyurt, İstanbul’da yeni dönem belediyecilik deneyimlerini izlemek ve sonuçlarını görmek açısından en ilgi çekici mekândır. Hatta sözcüğün gerçek anlamında bir laboratuvar olduğu söylenebilir. Belediye Başkanının ‘kent uzlaşısı’ ile seçilmiş olması da bu durumu bir bakıma özel kılmaktadır. Esenyurt’un demografik yapısı göz önüne alındığında Türkiye’nin siyasal-kültürel gerilimlerinin çözümüne dair yeni bir söz söyleme potansiyeli de taşımaktadır.