Bir zar, iki hesap

Türkiye’de siyasi güç dengeleri yerel seçim sonrası yeniden tanımlandıktan sonra, ana aktörler kendi ajandaları doğrultusunda hareket etmeye başladı. Bir kesişim alanından (“yumuşama”/”normalleşme”) geçilmekte olsa da hem iktidar hem de muhalefet, süreci kendi çıkarına ve yaklaşımına göre ele alıyor.
Erdoğan’ın “yumuşama” hamlesi neyin ne kadar yumuşadığından öte iktidarın mevcut güç kapasitesinin sınırlarıyla ilgili. Yerel seçim sonuçları Erdoğan’a şunu gösterdi: Artık sadece ülkenin önde gelen büyükşehirleri değil, Anadolu’nun iç kesimleri de mevcut durumu kabullenmiyor. Dahası bu kabullenmeme hali, kimlik temelli kutuplaşmayı aşacak şekilde muhalefette temsil bulan bir itiraza dönüşebiliyor.
Dolayısıyla yoksullaşan halk, Mehmet Şimşek eliyle yürütülecek ekonomik programla daha da yoksullaştırılacaksa, toplumsal tabanda açığa çıkması muhtemel tepkiyi kontrol altında tutmak, yönetmek elzem. İşte yerel seçim sonrası “yumuşama”, Erdoğan’a kendini bu şartlar altında dayattı. Erdoğan, MHP ile kurduğu ortaklıktan vazgeçemez ve sistemi demokratik bir tarzda dönüştüremezdi fakat iç işleyişe ayar çekebilirdi.
MUHALEFETİ BÜROKRATİKLEŞTİRME
Erdoğan bu nedenle içinde olduğu sıkışmayı, ivme kazanan muhalefeti bürokratikleştirerek ve rejimi, muhalefeti kısmen kapsayacak ölçüde genişleterek aşabileceği bir siyasi dizilime ihtiyaç duydu. Böylece bir yandan ülkede derinleşen sorunlar karşısında bir şeylerin konuşulup çözülebileceğine dönük intiba uyandıracak diğer yandan da muhalefeti “sorumlu/yapıcı muhalefet” kapsülüne sıkıştırıp iktidarını daha yönetilebilir bir dengeye oturtabilecekti.
Bürokratikleşen muhalefet de belki sokağa bütünüyle sırtını dönmeyecek ancak onu iktidar üzerinde daha düşük vitesli bir baskı unsuru olarak kullanmayı tercih edecekti. Toplumsal muhalefetin sokağa inmesinden ve hükümeti istifaya ya da erken seçime zorlayacak bir dinamizmle varlık kazanmasındansa, halkın itirazlarının bir temsilci vasıtasıyla kendisinin belirleyicisi olduğu bir masaya sunulması, Erdoğan’ın krizi idare etme formülünün ta kendisi... Anayasa tartışmalarıyla da meseleyi daha katmanlı bir boyuta taşımaya çalışacak.
Sürecin Saray açısından bir başka olumlu çıktısı da erken seçim ihtimalini ötelemek oluyor. Zira Şimşek’in yürüttüğü ekonomik program asla bir seçim kazanma programı değil. Erdoğan da disipline ve sıkılaşmaya dayalı bu ajandayla seçim kazanamayacağının farkında. Ne var ki bu süreç, iktidarın yeniden doğrulabilmesi için zorunlu bir aşama.
Şimşek programıyla seçim kazanılamaz ancak seçim kazanmak için saçılacak kaynaklar, Şimşek’in halkı ezen programıyla üretilebilir. Tabii bu program aynı zamanda “istikrarlı ve öngörülebilir” bir siyasi ortama ihtiyaç duyuyor. Erdoğan’ın “yumuşama”sı bir yönden de Şimşek programının bu ihtiyacına cevap vermek için devrede.
CHP KENDİNİ HAZIR GÖRMÜYOR
Muhalefet ise “normalleşme” adını verdiği bu süreci, yerel seçim galibiyetinin getirdiği rüzgâr vasıtasıyla siyasete daha fazla ağırlık koymak için kullanma gayretinde.
Özgür Özel, partisinin kendi liderliğindeki siyasi statüsünü, Kılıçdaroğlu CHP’sinin sahip olduğu statüden farklı bir seviyeye taşımayı önemsiyor. CHP artık iktidar tarafından “terörle ilişkili” olarak kodlanmayan, bilakis saygı gören ve muhatap alınan bir aktör. İktidar medyası da Saray’ın “yumuşama” adımlarına paralel şekilde anamuhalefete karşı oldukça nazik bir tavır takınıyor.
Erdoğan da CHP yönetiminin partinin bu yeni statüsünü önemsemesini istiyor. Özel’i ağırladığı 2 Mayıs’taki görüşmenin ardından 28 Şubat davası kapsamında hapiste bulunan askerlerin cezalarını kaldırırken, bu tahliyelerin Özel’in hanesine artı olarak yansıyacağını biliyordu. Muhalefet talep ileten, sorunlardan bahseden ve çözüm bekleyen taraf; iktidar da dinleyen, notlarını alan ve çözüm geliştiren taraf olacaksa, yeni dönemin bu mimarisi en kısa şekilde bir örnekle anlatılabilirdi. Erdoğan da bunu yaptı.
Özgür Özel, erken seçim kartını arka cebinde tuttuğunu göstermekle birlikte onu kullanmaya yanaşmıyor. Çünkü şu an gerekli olduğuna inandığı “normalleşme”, CHP liderinin böyle davranmasını gerektiriyor. Aslında “normalleşme”den bahsedilecekse, Türkiye’nin mevcut gerçekliğinde normal olan, muhalefetin erken seçimle iktidar koltuğuna oturmayı talep etmesi ve bu doğrultuda agresif bir politika geliştirmesidir.
Özel henüz partisini bu denli hazır görmüyor olacak ki yerel seçimde elde ettiği zaferi, zamana yayılan başkaca siyasi hamlelerle pekiştirmek istiyor. Yönetilen belediyeler vasıtasıyla halk kesimleriyle olan bağları kuvvetlendirmek, bunun yanı sıra salt iktidar-muhalefet ilişkileri bakımından da olsa ılımanlaşan siyasi atmosfer sayesinde bugüne kadar CHP’den uzak duran seçmenlerle temas kurmaya çalışıyor.
MASADAN KALKINCA…
Bugünlerde bir masa etrafında buluşan AKP ile CHP, er ya da geç farklı yönlere gitmek için o masadan kalkacak. Erdoğan muhalefeti oyalayıp güç biriktirmek, Özel ise CHP’nin etki alanını genişletmek amacıyla diyalog masasına önem atfediyor. Yani ortada tek zar ama iki farklı hesap var.
Fakat Bahçeli masayı erkenden taşlayarak Erdoğan’dan has ortağının kim olduğunu hatırlamasını istedi. Masa devrilmese de Bahçeli’nin taşlarıyla hasar aldı. Onun sözleri Özel’i AKP’ye yönelik “suç ortağı” ifadesini kullanmaya itti; Özel daha sonra “Kriminal bir ifade olarak kullanmadım” diyerek durumu hafifletmeye çalıştı.
Önemli olan herkes kendi yoluna gittiğinde kimin masadan daha avantajlı kalktığı olacak. CHP, iktidara verebileceği zarardan daha azına razı gelerek Erdoğan’ın şansını artırıyor. Erdoğan, kısmi esnemeyle kaybedeceğinden daha azını veriyor ve kendi rejimini muhalefete bir şekilde dikte ediyor.
İşler muhakkak ki Erdoğan açısından en ideal şekilde yürümüyor ancak rejim, ağır bir seçim mağlubiyetinin ardından ne kadar iyi olabilecekse o kadar iyi. Bu da muhalefetin uzun uzun düşünmesi gereken bir mesele.