Sol sosyalist bir siyasetin anlamı bugün siyasetsizliğin siyaseti olarak kendini var eden egemen temsil ve mekân anlayışının ters düz edilmesiyle gerçekleşebilir. Ezilenlerin, dışlananların, sayılmayanların, sıradan ve sahici insanların sokakta birlikte kolektif örgütlülüğü ve siyasette özneleşmesiyle mümkündür.

Biraz da siyaset konuşalım

Levent HEKİM

Seçimlere bir aydan az bir zaman kaldı. Hemen hemen bütün kesimler tarafından defaatle tekrarlandığı biçimiyle bu seçimler geleceğimiz açısından önemli bir kararın verileceği bir referandum özelliği taşıyor. Tek adam rejimiyle devam mı edileceği, yoksa nispi de olsa demokrasinin olduğu bir parlamenter sisteme mi geçileceğini belirleyecek; üçüncü bir seçeneğin olmadığı bir niteliğe sahip.

 Bu çerçevede tek adam karşısında tüm muhalefetin ortak güçlü adayının (Kemal Kılıçdaroğlu) desteklenmesi konusunda tutum alması değişim açısından pozitif bir durumu açığa çıkartmış durumda. Geniş toplumsal kesimlerin değişim arzusunun yarattığı basınç yıllardan beri ülkenin en kritik anlarında açığa çıkan kitle hareketleri bu pozitifliğin ve kazanma iradesinin açığa çıkmasında çok önemli roller oynadı.

Bu bağlamda bu rejimden kurtulmanın eşiğinde duruyoruz. Aktüel anlamda bildik bir tabirle şimdilik cehennemin kapılarının kapatılacağı bir eşikteyiz. Ülkeyi yeniden kurmak ve cennetin kapılarını aralamak için siyaset konuşmaya ve yapmaya ihtiyacımız var. 

Milletvekilliği adaylarının açıklanmasıyla birlikte seçimlerde son düzlüğe girdik. Ancak bu kadar önemli bir seçim olmasına rağmen kentlerin sokaklarında seçimlere yönelik bir havanın estiği söylenemez. Aslında bu durum bilinçli bir tercihin sonucu olarak karşımızda duruyor. Siyasal alan seçim anketleri, kamuoyu yoklamaları gibi analitik araçlarla, sosyal medyada dolaşıma sokulan imajlarla ve söylemlerle uzun zamandır domine ediliyor.

Siyasetin asli unsurları olan yurttaşlar mesaj iletilen, mesajı alan ancak kamusal alanda eylemesi istenmeyen nesneler olarak görülüyor. Siyasetin mekânı şimdilik sarayın koridorlarına, bürokratik parti binalarında kapıların ardına ve seçim günü sandığa hapsedilmiş bekleme odasında duruyor. Siyasalın bu parametreler etrafında analitik dizimi doğal olarak tartışmanın yerine bas geç mantığını genel kanı, ortak duyu haline getiriyor.

Açığa çıkan durum doğal olarak öncelikle kitleleri harekete geçirme becerisini kaybetmiş RTE’nin bilinçli bir tercihini yansıtıyor. Bütün temsiliyeti şimdilik kendinde toplamış haliyle. 

Diğer yandan siyasetsizliğin bir siyaset haline gelmesi rejimin tasfiyesi halinde parlamentonun yeniden işlevsel olacağı bir konjonktürde Millet İttifakı’nın da bir tercihi olarak duruyor. Aday listelerine bakıldığında Siyasal İslamcısından, milliyetçisine, liberaline bir dönem AKP politikalarının yürütücülüğünü yapmış kabine isimlerine kadar geniş bir havuz karşımıza çıkıyor. Buna mukabil YSP’nin aday gösterdiği yetmez ama evetçi hatta bir dönem AKP’nin organik aydınlığını yürütmüş kesimlerini de hesaba katınca meclis muhalefetinin yelpazesi 2. Cumhuriyetçilere kadar genişliyor. Meclisin iktidar partisiyle birlikte düşünüldüğünde oluşacak yapısı, AKP’nin İslam sosuyla bezenmiş sermaye iktidarının, bugünden farklı olarak kurumsal, kurallı ve uluslararası sermaye birikim rejiminin yeni ihtiyaçları çerçevesinde yeniden üretilerek sürdürüleceği doğrultusunu gösteriyor. Bu tercih, olası bir iktidar durumunda düzene karşı gelişecek toplumsal öfkeyi düzene yeniden entegre etme noktasında kaçınılmaz. Bu bağlamda sandığın sürekli telkin edilmesi kamusal alanın siyasetsizleştirilmesi burjuva siyasallığının olmazsa olmazı. 

Siyasal Özne Temsil ve Mekân

Siyaset konuşacaksak iki şeyin sorunsallaştırılması gerekiyor: Siyasetin öznesi, temsil ve mekân. Toplumsal mücadeleler tarihi açısından kitlelerin siyasal alana girdiği tarihten bugüne bu sorunsallar kadim ve belirleyici olmuştur. Siyasal egemenliği kalabalıkların mı oluşturduğu, yoksa kalabalıkları egemenliğin mi kurduğu özne ve mekân meselesi üzerinden iki farklı siyasallığı işaretlemektedir. Fransız Devrimi sonrası burjuvazi cevabını ikinci şıktan yana kulanmış, meşruiyetini kalabalıklardan alan ancak kalabalıkları yürütücü “bir” ya da bireylerin oluşturduğu kurumlar aracıyla icra eden, bu anlamda kitleleri temsil edilecek nesnelere indirgemiştir. Yasa önünde eşit soyut, bireyleşmiş yurttaşları temsilciler aracılıyla ulusal bir bütüne işaret ederken, burjuvazinin çıkarlarını da toplumun genel çıkarı yanılsamasını ideolojik olarak üretebilmiştir. Sosyalist siyasetin buna cevabı farklı olmuştur. Kitlelerin belli bir amaç doğrultusunda siyasal bir kolektiviteye, halka, sınıfa dönüşerek kendinin özne olabileceği bir siyasallığın kuruluşunu imlemiştir. Soyut yurttaşlığın yerine somut insanların, ezilenlerin kendi gelecekleri hakkında karar verecekleri bir siyasallık. Böyle bir özne korkusu dünden bugüne egemenlerin kamusal alanı siyasetsizleştirmesinin asli nedenidir. Canetti Kitle ve İktidar’da kitlelerin kediliğinden siyaseti olmadığını söyler. Ancak kitleler siyaset için bir imkân yaratır. Kitlelerin genişleme, yoğunlaşma ve deşarj özelliklerine sahip olduğunu ifade eder. Yoğunlaşan kitleler bir amaç doğrultusunda siyasal ve kalıcı bir özneye dönüşebilir. Egemenler kitlelerin genişlemesini ve yoğunlaşmasını engellemek ve tekil bireylere dönüştürmek amacıyla siyasalı kapalı mekânlara ve tekrar eden ritüellerin içine hapsetmeye çalışır. Modern kapitalizm açısından sandık bu ihtiyacı gören araçlardan birisidir. Tam tersi sokak yani açık mekân kitlelerin genişleyebileceği ve yoğunlaşacağı siyasal bir kolektiviteye dönüşebileceği yeri işaret eder. 

Buraya gelmeden önce bugün içinde bulunduğumuz siyasal durum çerçevesinde temsil siyasetinin düzen muhalefeti açısından savunulması doğal. Ancak temsil siyasetinin farklı bir biçimiyle “popülizm”in sosyalistler için karşılık bulması sorun edilmesi gereken bir diğer mesele. Özellikle 21. yüzyılda sınıf mücadeleleri yerini kimlik, kültür ve tanınma mücadelelerine bıraktı. Kolektif mücadeleleri merkezine koyan hareketler, bu ideolojik etkiyle birlikte kendini biricik gören bireyleri merkezine koyan bir siyasallık evla hale geldi. İletişimsel kapitalizm çağında kalıcı kitlelere lüzum yoktu, karnavaldan sonra dağılınabilirdi. Siyaset gerek sosyal medyada gerek meclis kürsüsünde imajların, söylemlerin dolayımıyla meslekten siyasetçiler tarafından ifade edilebilirdi. Burada meclisi yadsıdığım sanılmasın, meclisin ve sosyal medyanın araçtan çok bir amaç haline getirilmesi eleştiri konusu edilmektedir. Bu anlamda sokaktan bahsetmeye gerek yoktur. Kitle söylemsel olarak kurulabilir. Jodi Dean “Kitleler ve Parti”de (Crowds and Party) bu popülist yaklaşıma Lacan’ın “bilinçaltı dil gibi yapılanmıştır” metaforunu ters çevirerek cevap verir. Kitle dil gibi yapılandırılmamıştır, söylemsel bir olgu değildir. Bunun yerine çokluğun dinamik baskısıdır, kolektivitenin açığa çıkardığı güçtür, der. Ve kalabalıkların ifade edilenin tersine dağılmaya değil kalıcı olmaya ihtiyacı vardır. Mekân gerçek olan sokağın kendisidir. Sosyalist solda bu türden konforlu bir siyasallığın gelişmesinde sosyalizm yenilgisi sonrası açığa çıkan özgüven kaybı ve halka olan inancın yitimiyle diyalektik bağ vardır. Necmi Erdoğan geçtiğimiz günlerde çıkan Kayıp Halk kitabında temsil, özneleşme ve mekân üzerine ciddi tartışmalar yürütmektedir. Özellikle yoksullara dışardan bakışın temsil ve özne ile ilişkisini tartışır. “Dışarıdan bakışın tıpkı kapitalist modernlikte yoksulluğu üreten kapitalist üretim ilişkileriyle temsil ve bakış ilişkilerinin iç içe olduğunu ifade eder. Sömürüden kurtulmak ile temsilin bizzat öznesi olmak sözün, yetkinin kararın halkta olması birbirinden ayrılamaz.” Bu özneleşme süreci ancak ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin yaşadığı yerlerde bakışımla gerçekleşebilir.” Buraya dışardan bir bakış yani “bakışım aracılığıyla siyasal özneleşmenin kolektifin kurulacağı sokağa dışsal bir bakış, bu tür bir temsil ilişkisini de sessizce onaylamak anlamına gelmez mi?

Siyasete ya da SOL Bir Siyasallığa Neden İhtiyaç Var? 

Seçim arifesinde çok uzattın tatava yapma bas geç denecektir. Özellikle her şeyin sayılarla ve imajlarla ölçüldüğü günümüzde ezilenlerle, dışlananlarla sokakla hemhal olmaya yönelik bir siyasallık önerisini küçümseyenler, delilik diyenler olacaktır. Necmi Erdoğan’ın deyimiyle “başkalarına çılgınlık görünmeyen bir devrimcilik yoktur”. Sol sosyalist bir siyasetin anlamı bugün siyasetsizliğin siyaseti olarak kendini var eden egemen temsil ve mekân anlayışının ters düz edilmesiyle gerçekleşebilir. Ezilenlerin, dışlananların, sayılmayanların, sıradan ve sahici insanların sokakta birlikte kolektif örgütlülüğü ve siyasette özneleşmesiyle mümkündür. Kolektif bir öznelleşme ve sokak birbirinden ayrılmaz bir bütünlüğü ihtiva eder. Bu bütünlük bağlamında neden SOL bir siyasete ihtiyaç olduğu anlaşılabilir. Tek adam rejimi son bulduğunda Millet İttifakı’nın restorasyonla sürdüreceği politikalara karşı eşitlikten, özgürlükten yana, laik, kamucu, bağımsızlıktan yana politikaları sürdürmek için Sol’a ihtiyaç var. 

Tek adam rejiminin gitmediği konjonktürde katmerleşecek faşizme karşı sokaktan güçlü bir direnişin örgütlenmesi için Sol’a ihtiyaç var. 

En önemlisi ülkeyi eşitlik ve özgürlük temelinde sözün, yetkinin, kararın iktidarın halkta olduğu bir egemenlik çerçevesinde kurmak için, Marx’ın Paris Komüncülerine atfettiği biçimde “Cennettin Kapılarını Açmak İçin” Sol’a ihtiyaç var. 

Sol Parti’ye verilecek her oy bu iddiaların örgütlenmesine güç katacaktır. Son olarak kendimiz olarak halk ve halk olarak kendimizin özneleşmesi, örgütlenmesi ve güçlü bir kolektiviteyi kurması yine kendimiz gibi adı ve yüzü olmayan kendini kolektif örgütlüğün içinde ifade edenlerle mümkün olabilir... Bu bağlamda Sol Parti’nin hemen hemen bütün adayları bu özelliklere haizdir. Diğer partilerin adaylarından önemli bir farkı budur. İşte bunun için bile SOL...