Google Play Store
App Store

Türkiye’de devlet-mafya ilişkisi, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin kurulduğu ilk günden beri, antikomünist çizgide belirlenmiş ve iç içe geçmiş bir kontrgerilla yapısının ürünü olarak 80 yıllık bir geçmişe sahip.

BirGün Pazar Forum: Sarayın çatlaklarından kirli ilişkiler sızıyor

Yusuf Tuna Koç 

28 Mayıs seçimlerinde iktidarını sürdürme imkânını bulan saray rejiminin başlattığı değişim hamleleri, yerel seçim sonrasında yeni gerilim ve çatışma noktaları üretti.

Başkanlık seçimi sonucunda toplumsal rızayı sağlayamasa da tek adam rejimini koruyan Erdoğan, içeride ve dışarıda yaşadığı meşruiyet krizini aşabilmek, bu sıkışmayı aşarak iktidarını sürdürebilecek alanı açabilmek için bir dizi dönüşüm hamlesine başvurdu.

Maliye bakanlığına Şimşek’in, Dışişleri’ne Fidan’ın ve MİT’e Kalın’ın getirilmesi nasıl bu dönüşümün egemenler nezdinde bir meşruiyet arayışına karşılık geliyorsa, Soylu’nun tasfiyesi, bürokrasi ve siyasi davalar etrafında gelişen çatışmalar ve muhalefete verilen “yumuşama” mesajını da farklı alanlarda yeni hamle imkânlarına yönelik atılan adımlar olarak görmek gerekiyor.

Ancak ülke yönetiminin çok aktörlü bir rantiye koalisyonuna dönüştüğü bir tabloda, her hamle başka bir aktöre, gruba dokunuyor. Son dönemde Sinan Ateş ve Ayhan Bora Kaplan davaları hem iktidar koalisyonunda hem de emniyet ve yargı bürokrasisinde bir çatışmanın dışavurumu olarak yorumlanıyor. İktidar ve MHP içinden bu davalara dönük farklı ve agresif tepkiler, davaları Erdoğan’ın MHP’siz bir iktidar dönemine hazırlığı yorumlarına kadar vardırdı.

Bu türden yorumlar için henüz çok erken olduğu kesin. Saray rejiminin, ekonomik kriz, Washington ile hala “gayrimeşru” biçimi değişmeyen ilişkileri, yerel seçim mağlubiyeti gibi büyük krizlerin yarattığı baskı ile hareket alanı daraldı ve bu daralmayı aşmaya yönelik hamlelere açık. Ancak bu durum, yapabileceği siyasi hamlelerin de başlangıçta ne kadar temkinli ve kısıtlı olacağını gösteriyor.

Mafya Yeni Rejimin Başat Özelliği 

Türkiye’de devlet-mafya ilişkisi, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin kurulduğu ilk günden beri, antikomünist çizgide belirlenmiş ve iç içe geçmiş bir kontrgerilla yapısının ürünü olarak 80 yıllık bir geçmişe sahip. Özellikle de 12 Eylül sonrası “gayesiz” kalan ülkücü çetelerin uyuşturucu, suikast ve tefeciliğe yönlendirilmesi sonucu 1990’larda giderek belirginleşen, Susurluk ile devlet içi ilişkileri ayyuka çıkan mafyatik yapılar, bu rejimin de ilk günden beri olmazsa olmaz aktörlerinden oldu.

2016’da 15 Temmuz darbe girişimi ve hemen ardından 2017’deki rejim değişikliği sonrasında birçok tarikatın, cihatçı örgütlenmelerin, SADAT gibi paramiliter yapıların yanında eski-yeni mafyatik gruplar da yeni rejimin önemli bir aktörü haline geldi. MHP’nin koalisyondaki varlığı ve Soylu’nun İçişleri Bakanlığı, bu yapılardan kiminin siyasi temsilciliği olarak yorumlandı.

Sonuçta yasal, temsilî herhangi bir bağlayıcılığı kalmayan rejimin ülke içerisindeki sınırsız kaynak yağması içerisinde kara para, uyuşturucu, illegal servet transferleri de doğal hale geldi. Gazetemize konuşan gazeteci Bahadır Özgür’ün tasviri ile; “Rejim kendini ne kadar anayasal sınırların dışına taşıdıysa, Kaplan gibi suç organizasyonları da o kadar güçlendi, rejimle simbiyotik hale geldi.”

Saray Kavgası Temkinli İlerliyor 

Ancak geçmişte olduğu gibi bugün de derinleşen devlet-mafya ilişkisi, rejim üzerindeki güç yoğunlaşması, en ufak krizde büyüklü küçüklü aktörler arasında su yüzüne çıkan çatışmaları gündeme getiriyor. Geçmişte iktidarın devleti birlikte ele geçirmeye çalıştığı cemaat ile giriştiği kavga bir dershane meselesinden başlayarak TSK içinde bir grubun darbe girişimine kadar vardı. Geçtiğimiz yıllarda rejimin tasfiye etmeye çalıştığı suç örgütü lideri Sedat Peker’in ifşaatları, 2016 sonrası devlet içerisindeki paylaşımın gayrimeşru aktörlerini ve icraatlarını ayyuka çıkardı, kimilerine göre Soylu’nun tasfiyesine varan süreci hızlandırdı. Geçtiğimiz yıl Sinan Ateş suikastına dair “içeriden” sızdırılan belgelerin MHP’nin üst kadrolarının ve emniyet mensuplarının cinayetle ilişkisini açığa çıkarması, MHP’ye dönük bir hamle olarak yorumlanıyor. Yine son günlerde sızdırılan belgeler, Ayhan Bora Kaplan operasyonunun da bu siyaset-bürokrasi içerisindeki krizin bir dışavurumu olarak yorumlanıyor. 15 Temmuz’da adamlarıyla verdiği silahlı pozlarıyla gündeme gelen, Süleyman Soylu ile ilişkilendirilen Ayhan Bora Kaplan, yakalandığından beri emniyet ve yargı içerisindeki ilişkileriyle gündemde. Kaplan’ın verdiği ifadeler ve soruşturmaya dönük sızdırılan bilgilerle emniyet içerisindeki kritik isimlerin tasfiye edilmesi, iktidar ortakları arasında bir gerilime sebep oldu. Hem MHP hem de Albayrak medyasında “darbe” olarak nitelendirilen süreci emniyet müdürlerinin istifaya direnmesi, Erdoğan’ın Adalet Bakanı ve MİT Başkanı ile gece yarısı yaptığı görüşme ve ardından yaptığı muğlak açıklamalar izledi. Ancak Kaplan davasında yeni ifşaatlar yapılmaya devam ediyor. Rejimin ellerini temizleme operasyonu, emniyet içi çatışma, MHP ile kayıkçı kavgası, yeni koalisyon arayışı... Şu an için tüm yorumlar için henüz erken.

Bu çapta skandallarla dolu çatışmaları, çok daha büyük bir kriz ve daralmanın tetiklediği açık. Bu yönetme krizi içerisinde Erdoğan’ın bundan sonraki izleğini bugünden kestirebilmek tam olarak mümkün olmasa da iktidarını sürdürebilmesinin tek yolunun, egemenlerin işaret edeceği bir yapılandırma sürecinden geçtiği kesin. Saray, bugün 2016 sonrası girilen süreçte olduğu gibi dış politikada yakaladığı boşluklara da rıza ve konsolidasyon için ihtiyaç duyduğu zor araçlarına da sahip değil. Ekonomi yönetiminde de hem seçimlerde ulufe dağıttığı hem de devasa servet transferlerine giriştiği hamle rahatlığının yerini Şimşek’in IMF’siz IMF planı aldı.

Muhalefet İktidarın Krizini “Yumuşatıyor” 

Burada bir söz de muhalefetin tüm bu krizler içerisindeki iktidara yönelik tavrına getirmek gerekiyor. 2002’den bu yana ilk defa iktidar medyasının iltifatlarına mazhar olan CHP yönetimi, iktidarın seçim sonrası meşruiyet krizine ve yeniden yapılandırma sürecine reçete olarak geliştirdiği “yumuşama” stratejisine balıklama atlamış gözüküyor. 1 Mayıs’ta toplumsal muhalefeti iktidarla birlikte mahkûm eden, sarayın “bahşettiği” temsili, ufak kazanımlarla başarı hikâyesi yazarak makul muhalefet çizgisine oynayan bir muhalefet, iktidara daraldığı, hamle imkânlarının zayıfladığı bir anda nefes oluyor. Böylece aslında acı reçete halka dayatılırken, iktidar içi çatışmalar krize dönüşürken, sarayın halka sunabileceği hiçbir gerçekçi politika kalmamışken hem bir makyajlama stratejisine ortak oluyor hem de toplumsal muhalefetin sesini kısma yoluna giriyor. Muhalefet iktidara iktidarla yürüyor(!)

Bu hafta BirGün Pazar Forum’da Ayhan Bora Kaplan davasının açığa çıkardıklarını, bürokrasideki çatışmayı ve siyasi muhtevasını gazeteciler Bahadır Özgür, Cengiz Erdinç ve Asuman Aranca’ya sorduk.

***

Rejim üzerinde biriken gerilimin bir sonucu 

BirGün’e konuşan Bahadır Özgür "MHP’nin nihai çizgiyi nereye çekeceğini; AKP’nin o çizgiyi aşıp aşmayacağını, aşacaksa bunu hangi yeni partnerlerle yapacağını, biraz da bu davaların sınırları belirleyecek gibi görünüyor" diyor.

Ayhan Bora Kaplan davası ve emniyet tasfiyeleri ile ortaya çıkan durumun, rejim içi bir hesaplaşma olduğu yorumları yapılıyor. Bürokrasi içerisindeki kavga ve devlet mafya ilişkisinin giderek daha fazla ayyuka çıkmasını nasıl yorumluyorsunuz, siyaseten hangi dinamikler üzerinden geliştiğini düşünüyorsunuz? 

Bahadır Özgür: Türkiye’de organize suç daima bir rejim meselesidir de. Bunu sadece bugünkü olgularda görmeyiz, neredeyse yarım asrı kapsayan bir tarih okuması bunu bize gösterir zaten. Dolayısıyla Ayhan Bora Kaplan olayında bunun rejimle ve onu oluşturan güçlerle ilişkisini anlamak bakımından bu perspektifin davayı çözücü değil ama açıklayıcı bir yöntem olduğunu düşünüyorum.

Devlet kurumları ve siyasetin, mafya ile iç içe geçtiği böyle vakalar gündeme geldiğinde, daima bir referans noktamız vardır: Susurluk. Ne vakit devletteki çürümeden bahsetsek, Susurluk bizim “ölçü birimimiz” olur. Türkiye’nin icat ettiği bir tür “suçun metrik sistemi” desek abartı olmaz ona. “Sıfır noktası” gibi sürekli oraya dönmek, bir arşive başvurmak veya hafıza tazelemek değildir. Tam da rejim dediğimiz, belli bir dönemdeki güç ilişkilerinin içinde çetelerin yapısal konumunu anlamak bakımından şarttır.

Çünkü Susurluk bir süreçti. Ona sadece mahkeme dosyaları, tutanaklar, ifadeler, belgeler veya ilişki ağları olarak baktığımızda kriminal vakalar görürüz. Oysa iktisadi ve siyasi değişimlerle beraber değerlendirdiğimizde, o andaki hâkim rejimin tastamam bir anatomisini buluruz. Dolayısıyla rejimin iç gerilimleri, çatışması veya rota arayışı en bariz biçimde bu tür vakalarda ortaya çıkıyor.

Örneğin; 1980’lerde Özal ile askerler arasındaki iktidar mücadelesi, Banker Bako olayı olarak görünür olmuştur. Onun siyasi ayağı bazen MİT-emniyet çatışması kılığına bürünmüş, bazen de Özal hanedanlığının etrafındaki çıkar ağının yarattığı daha genel bir yozlaşma. Ama hepsinin temelinde o anki rejimin ekonomi politik temeli yatar. Çok daha kapsamlı olmakla beraber kabaca şöyle bir manzara vardır: Döviz ihtiyacı için ucuz emeğe dayalı ihracatla, Özal’ın 1984’te “döviz kaynağı” diye, bir önceki 10 yılın altın, uyuşturucu vs kaçakçılarını yeniyetme turizmci, ihracatçı, inşaatçı olarak karşımıza dikmesi, bir paranın iki yüzü gibidir. Veya 1990’ların finansal serbestleşmesinin getirdiği yüksek faiz, arbitraj gelirleri vs sayesinde yükselen rantiye sınıfı ile kendi bankasını soyan patronlar, banka sahibi olmaya çalışan, borsacı vuran, özelleştirme ihalelerine katılan çeteler, kumarhaneciler ve orada para aklayanlar aynı habitatın parçasıdır. Siyaset kürsülerinde “Adriyatik’ten Çin Denizi’ne Türk dünyası” mottosunun yankılanması ile Orta Asya cumhuriyetlerine halı kilim satanların aniden ultra zenginlere dönüşmesi, tonlarca uyuşturucunun artık gemilerle taşınabilir olması, bir köşede Uğur Mumcu ve Musa Anter katlediliyorken, diğer köşede devletin bekası adına oluşturulan listelerdeki isimlerin infaz edilmesi o günkü güç ilişkilerinin şekillendirdiği rejimin tastamam bir fotoğrafıdır.

Ama ne olur; bütün bunlar karşımıza bazen “İki Mehmet’in (Eymür-Ağar) kavgası,” bazen Çiller özel örgütü veya artık ülkenin taşıyamayacağı bir yük haline geldiğinde de Susurluk çetesi olarak çıkar. Ve biz yapbozun bütününe, o parçadan yola çıkarak ulaşırız.

Anayasal sınırlardan uzaklaştıkça çeteler güçlendi 

Bugün de böyle işte. Ayhan Bora Kaplan’ın yükselişi ile 2010’lardan sonra inşa edilen rejim eşzamanlıdır. Ülke içi kaynakların rejimi oluşturan güçler –sadece partilerden oluşmuyor– arasındaki paylaşımının bir ürünüdür Kaplan. Onu ihalelerden, makamların dağıtılmasından, kıyıların arazilerin yağmalanmasından, imar rantı dağıtımı mekanizmasından ya da finansal araçlarla servet transferlerinden ayıramayız. Rejim bu dağıtımın sürekliliğini sağlamak için kendini ne kadar anayasal sınırların dışına taşıdıysa, Kaplan gibi suç organizasyonları da o kadar güçlendi, rejimle simbiyotik hale geldi.

Dolayısıyla kaynak dağıtımının iç olanaklarla devam ettirilmesinin artık mümkün olmadığı, dışarıdan paraya ihtiyaç duyulduğu bir süreçte, rejimin buna uygun olarak kendini yeniden organize etmeye çalışmasıyla ortaya çıkan iç gerilimler ve çatışmalar bugün Kaplan vakası kılığında karşımıza çıkıyor. Başka bir yerde bu kılık Sinan Ateş davası veya sonunda “uzlaşma-taviz” ile ancak çözülebilen Yargıtay seçimi krizi olabiliyor. Haliyle çetelerden başlayıp emniyet ve yargı bürokrasisine, oradan siyasi kadrolara, nihayetinde rejimin ana aktörleri olan partilere uzanan bir fay hattı söz konusu. Gerilim kimi yerde yıkıcı oluyor, kimi yerde sarsıntı düzeyinde kalıyor. Ama devam ediyor zira, gerilim birikti bir kere. 31 Mart yerel seçimleri de bir halk mührü olarak, eskisi gibi devam edilemeyeceğinin tescili oldu.

Şimdi öyle veya böyle rejim kendini regüle etmek mecburiyetinde. Bu tamamen kopuşlarla mı olacak yoksa gücün yeniden tanzimi şeklinde mi, göreceğiz. Daha açık ifade ile MHP’nin nihai çizgiyi nereye çekeceğini; AKP’nin o çizgiyi aşıp aşmayacağını, aşacaksa bunu hangi yeni partnerlerle yapacağını, biraz da bu davaların sınırları belirleyecek gibi görünüyor. Davalar belki apaçık, tatmin edici hukuki sonuçlar doğurmayacak lakin bize regülasyonun çapını vereceği muhakkak.

***

İktidardan bürokrasiye uzanan savaş 

Ayhan Bora Kaplan davasına dahil oldukları sebebiyle emniyette kritik noktada isimler tasfiye edildi, bu isimlerin Süleyman Soylu ve MHP’ye yakınlığı üzerinden de davanın siyasi bir hamle olduğu, iktidar içi bir çatışmanın dışavurumu olduğu üzerine çeşitli yorumlar yapılıyor. Öncelikle, davanın gidişatı devlet mafya ilişkilerine dair ne söylüyor, siz bu süreci siyaseten nasıl değerlendiriyorsunuz, ortaklar arası bir gerilim mi yaşanıyor ve her halükârda bu gibi operasyonların bu davayla sınırlı kalacağını düşünüyor musunuz? 

Asuman Aranca: Bilindiği üzere önce Ayhan Bora Kaplan tutuklandı ardından da emniyet içerisinde Kaplan ile ilişkili olduğu öne sürülen Soylu’nun yakın çalıştığı üst düzey emniyet müdürleri hakkında soruşturma başlatıldı ve bu isimler açığa alındı. Kamuoyu henüz bunları hazmedemeden, bu kadar önemli bir soruşturmayı yürüterek Kaplan’ı gözaltına alan polis müdürleri, gizli tanık olduğunu açıklayan Kaplan’ın en önemli adamı, örgütün 2 numarası Serdar Sertçelik’in yurtdışına kaçması ve yayınladığı videolar sonrasında tutuklandı. Aslında Ayhan Bora Kaplan dosyasından taşıp etrafa saçılan tüm bu skandallar tek başına durumun vehametini ortaya koymaya yeter de artar bile. Susurluk’ta gördüklerimizi aratmayacak düzeyde skandallara şahit oluyoruz her gün. Mafyalaşan, adam kaldıran/mekanlara çöken polisler, rüşvetle dosya kapatan savcılar, bunları koruyan siyasiler… Kamuoyu bir heves temiz eller operasyonu beklerken, bu temizliği yapması beklenen isimlerin, gizli tanığa baskı yapmakla, rüşvetle anıldığı bir süreç.

Tüm bu süreci anlamak, neden iktidar paydaşları arasında bir çatışma yorumu yapıldığı konusunu irdeleyebilmek için belki biraz daha başa dönmek, davanın neden ülke gündemini bu kadar meşgul ettiğine bakmak daha doğru bir yaklaşım olur diye düşünüyorum. Kaplan, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sırasında beraberindeki adamlarla TRT önünde kaleşnikoflarla verdiği pozun ardından Ankara’da kendisine çok geniş alan bulmuş bir isim. Kaplan’ı o akşam TRT’ye davet eden ismin o dönem Çalışma Bakanı olarak kabinede yer alan Süleyman Soylu olduğu konuşuldu. Ankara’nın eğlence hayatı Kaplan’dan sorulur hale geldi, uyuşturucu işi yaptığı dilden dile yayıldı. Bu süreçte Kaplan “dokunulmazdı”. Ta ki İçişleri Bakanlığına Ali Yerlikaya’nın atanmasına kadar. Kaplan’ın tutuklanması yeni İçişleri Bakanı döneminde bir çeşit temiz eller operasyonu yapılacağı beklentisi oluşturdu.

Kaplan’ın ifadesinde söylediği emniyet ve yargı mensuplarına ilişkin rüşvet iddialarıyla gündem bir anda sarsıldı. Bu nedenle emniyet ve yargıdaki bağlantıları uzun süredir kamuoyu gündeminde. Kaplan’ın tutuklanmasından 1 gün sonra Seyhan Avşar’a konuşan eski Başsavcı Yüksel Kocaman “bir kez görüştüm” diyerek Kaplan ile tanıştığını doğruladı, dosyanın “Süleyman Soylu’ya yönelik bir operasyon olduğunu” iddia etti. Yani aslında Kaplan’ı Soylu ve siyaset ile ilişkilendiren sadece kamuoyu ve medya değil Kocaman’ın ta kendisi.

İlerleyen süreçte işler bambaşka bir hal aldı. Kaplan’ın yakın adamı Sertçelik’in ayağında elektronik kelepçe varken yurtdışına kaçması, ifadesini alan polislerin kendisine bazı AKP’lilerin ismini vermesi için baskı yaptığını iddia etmesi sonrasında il emniyet müdür yardımcısı Murat Çelik’in de aralarında olduğu bazı polisler tutuklandı. Hatta Çelik’in gizli tanıkların isminin açıklanması karşılığında 300 bin dolar rüşvet aldığı, bu konu ortaya çıkınca da “Menzil cemaati için topladım” dediği dahi öne sürüldü. Bu süreç, dosyayı bir anda Kaplan ve yakın ilişkili olduğu gerekçesiyle açığa alınan emniyet ve yargı mensuplarının lehine bir rüzgâra dönüştürdü. Bakanlığı sırasında MHP’den sıkı destek aldığı bilinen Soylu ve görevden alınan yakın ekibinin, Ali Yerlikaya ve ekibine Kaplan dosyası üzerinden operasyon çektiği yorumları tam da burada başlıyor. Kaplan’ı yakalayan polis müdürlerinin hedef alınması, Sertçelik’in ortaya attığı iddiaların darbe söylentilerine dönüştürülmesi de bunun sonuçlarından biri. Sinan Ateş dosyası nedeniyle yıpranan MHP’nin, Kaplan dosyası üzerinden AKP’ye aba altından sopa gösterdiği iddiaları bu nedenle konuşuluyor. Belli ki birileri gerçekten de savaşıyor hem iktidar paydaşları içinde, hem de eski Bakan Soylu ile mevcut Bakan Ali Yerlikaya’nın ekipleri arasında bir ucu paraya bir ucu cemaatlere uzanan ciddi bir mücadele var.

Emniyet ve Yargıda Çatışma Çözülmeyi Getirdi 

Ancak gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalar da var. Ne Kaplan örgütüne yapılan operasyon önemsiz, ne de temiz eller operasyonu yapması beklenen isimler hakkındaki iddialar. Anlaşılan o ki, yeni dönemde operasyon yiyen Kaplan, yakın adamı Sertçelik’i kullanarak cezaevinden birilerine “operasyon” çekti. Kaplan ve ilişkili olduğu siyasiler, emniyet ve yargı mensupları hep bir ağızdan aynı şeyleri söylemeye başladı. Cezaevinden çekilen bu operasyonun birilerinin işine geldiği, ancak iktidar içindeki bazı önemli isimlerin bu rüzgâra kapılmadığı da ortada... Kaplan’ın mahkeme salonunda ısrarla laf söyletmek istemediği “devlet büyükleri”nin kim oldukları ise artık bir soru işareti değil.

Kaplan cezaevinden operasyonu çekti çekmesine ama aylardır Kaplan’ın sözde emniyet ve yargıdaki bağlantılarını, rüşvet ilişkilerini araştıran emniyetin, içten içe nasıl da çürüdüğü, herkesin birbirini kayıt altına aldığı, gelenin gideni aratmadığı gerçeği de orta yerde öylece duruyor… Belki de bu nedenle tüm bu dosyanın yeniden ve her boyutuyla ele alınması, örneğin gözaltına alınmasından önce Kaplan’a operasyon yapmak istemeyen yargı mensupları ile dosyaya ilgisiz isimlerin dahil edilmesini planladığı öne sürülenler dahil herkesin bağlantılarının araştırılması adalet bekleyenlerin temennisi.

Yaşanan bu süreç Kaplan gibi siyaset, emniyet-yargı ile bu kadar sıkı fıkı ilişkiler kurmuş suç örgütlerine yönelik operasyonları yapacak isimleri defalarca düşünmeye sevk edecek, mutlaka çekinceye neden olacaktır.

Bu süreç, dosyayı bir anda Kaplan ve yakın ilişkili olduğu gerekçesiyle açığa alınan emniyet ve yargı mensuplarının lehine bir rüzgâra dönüştürdü. Bakanlığı sırasında MHP’den sıkı destek aldığı bilinen Soylu ve görevden alınan yakın ekibinin, Ali Yerlikaya ve ekibine Kaplan dosyası üzerinden operasyon çektiği yorumları tam da burada başlıyor. Kaplan’ı yakalayan polis müdürlerinin hedef alınması, Sertçelik’in ortaya attığı iddiaların darbe söylentilerine dönüştürülmesi de bunun sonuçlarından biri. Sinan Ateş dosyası nedeniyle yıpranan MHP’nin, Kaplan dosyası üzerinden AKP’ye aba altından sopa gösterdiği iddiaları bu nedenle konuşuluyor. Belli ki birileri gerçekten de savaşıyor hem iktidar paydaşları içinde hem de eski Bakan Soylu ile mevcut Bakan Ali Yerlikaya’nın ekipleri arasında bir ucu paraya bir ucu cemaatlere uzanan ciddi bir mücadele var.

Ancak gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalar da var. Ne Kaplan örgütüne yapılan operasyon önemsiz, ne de temiz eller operasyonu yapması beklenen isimler hakkındaki iddialar. Anlaşılan o ki, yeni dönemde operasyon yiyen Kaplan, yakın adamı Sertçelik’i kullanarak cezaevinden birilerine “operasyon” çekti. Kaplan ve ilişkili olduğu siyasiler, emniyet ve yargı mensupları hep bir ağızdan aynı şeyleri söylemeye başladı. Cezaevinden çekilen bu operasyonun birilerinin işine geldiği, ancak iktidar içindeki bazı önemli isimlerin bu rüzgâra kapılmadığı da ortada… Kaplan’ın mahkeme salonunda ısrarla laf söyletmek istemediği “devlet büyüklerinin” kim oldukları ise artık bir soru işareti değil.

Kaplan cezaevinden operasyonu çekti çekmesine ama aylardır Kaplan’ın sözde emniyet ve yargıdaki bağlantılarını, rüşvet ilişkilerini araştıran emniyetin, içten içe nasıl da çürüdüğü, herkesin birbirini kayıt altına aldığı, gelenin gideni aratmadığı gerçeği de orta yerde öylece duruyor… Belki de bu nedenle tüm bu dosyanın yeniden ve her boyutuyla ele alınması, örneğin gözaltına alınmasından önce Kaplan’a operasyon yapmak istemeyen yargı mensupları ile dosyaya ilgisiz isimlerin dahil edilmesini planladığı öne sürülenler dahil herkesin bağlantılarının araştırılması adalet bekleyenlerin temennisi.

Yaşanan bu süreç Kaplan gibi siyaset, emniyet-yargı ile bu kadar sıkı fıkı ilişkiler kurmuş suç örgütlerine yönelik operasyonları yapacak isimleri defalarca düşünmeye sevk edecek, mutlaka çekinceye neden olacaktır.

***

Türkiye Narko Devlet Olma Yolunda 

Ayhan Bora Kaplan davası bize ne anlatıyor?   

Cengiz Erdinç: Ankara’da, sonbaharda önce zenginliğin gövde gösterisi yaptığı bir sünnet düğünü, ardından iki ayrı kamerayla çekilen ve hızla servis edilen dehşetli bir gözaltı operasyonu izledik. Başrolde kamuoyunun 15 Temmuz gecesi TRT’nin önünde devlet silahlarıyla poz veren Ayhan Bora Kaplan vardı. Olaylar, 2016 ve 2018 yılında üzerine bizzat soruşturma savcıları eliyle beton dökülerek kapatılan şikâyetlerin yeniden ele alındığı bir iddianameyle sürdü. Kaplan 2014 yılından bu yana ”önü açılan” bir figür olarak başkent Ankara’da hızla büyümüş, uyuşturucu satışından gece kulüplerinin gaspedilmesine hızla büyümüştü. Bu büyümenin kamudaki izdüşümünü Kaplan davasının ayrıntılarında örtbas edilen cinayetler, açığa çıkan, ifadesini geri çeken gizli tanıklarla, polisteki siyasi parti ve cemaat yapılanmalarının itiş kakışıyla izliyoruz.

Türkiye’de iki, üç yıldır organize suçu konuşuyoruz. Kaba manzara şu; itici gücü uyuşturucu, bahis, tefecilik, haraç ve nitelikli yağma gibi suçlar olan bir faaliyetin aktörleri, sahip oldukları güçle kamuya meydan okuyor. Bu gruplara karşı girişilen operasyonların ortak noktası çok sayıda mağdurun tanıklığıyla başlayan büyük davalara dönüşmesi. Ve bu davaların mahkemelerde geri çekilen şikâyetler, kaybolan deliller, isteksiz yargı mensupları, sürpriz tahliyeler ve bunu izleyen beraat kararlarıyla sönümlenmesi. Daha önemlisi daha tasarı halindeyken iğdiş edilen suç gelirlerine ilişkin yasaların istisnalar dışında asla mahkumiyetle sonuçlanmaması. Kara parayla büyüyen bir gücün siyasete nüfuz ettiği bir noktadayız.

Devlette Kartelleşme Eğilimi 

Tahliye edilen organize suç patronlarının iktidar ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli ile çektirdiği fotoğrafları pek az kişi “devlet her şeye hâkim” diye yorumladı. Bir süre önce BirGün gazetesinin yayınladığı Cumhuriyet Savcısı İsmail Uçar’ın dilekçesi organize suçun işbirliği yaptığı polis müdürlerinin ötesinde, kendi yargısına da sahip olmaya çalıştığını göstermişti. Daha önce, yüksek yargı mensuplarının cezaevinde bulunan kimi suç patronlarına mektup yazıp, hatta aracılar gönderip HSK’ya şikâyet eder gibi meslektaşlarını şikâyet ettiğini de görmüştük. Elbette adalet herkese lazım!

Aynı hafta içinde Kaplan soruşturmasının yanında İtalya’da elektronik kelepçe altında tutulan Barış Boyun’a yapılan operasyonu ve dört yıl önce Türkiye tarihinin en büyük operasyonu olarak duyurulan Bataklık soruşturmasında bütün sanıkların beraatini izledik. 10 yıl önce Kasımpaşa’da taraftar grupları içinden silah satışıyla çıkan Barış Boyun yeni nesil organize suç için epey fikir veriyor; izleme cihazlarıyla takip edilen hedefler, dronlu bombalı saldırı planları, Sırp çeteleri adına işlenen cinayetler, Avrupa’da Kafkasya’ya geniş bir coğrafyaya yayılan silahlı çatışma ve cinayetler. Daha önemlisi küçük çetelerin büyük ağabeylerle uyuşturucu pazarı ya da haraç için bir araya getirerek oluşturduğu hızla değişen ve yeni çatışmalara gebe ittifaklar.

Bu sonuncusu Güney Amerika’da, 1980’lerde Meksika ve Kolombiya’da yaşanan, sonra bütün kıtaya yayılan “kartelleşme” eğiliminin silik bir fotoğrafını andırıyor. Bu süreç yirmi beş, otuz yıl önce “narko devlet” kavramını doğurdu. Uzak Asya’dan Avrupa’ya oradan Güney Amerika’ya ”komünizme karşı mücadele” etiketi altında istihbarat örgütlerinin desteklediği narkotik ticaretten beslenen paramiliter güçler, eski askerler, polisler ve politikacılarla ülkeleri kan denizine sürükleyen ve dünyayı uyuşturucuyla boğan kartellerin çekirdeğini oluşturmuştu.

Türkiye’den Suriye’ye Çeyrek Asırlık Bir Çeteleşme Süreci 

Peki ya Türkiye? Kaplan dosyasının röntgeninde 15 Temmuz’dan bu güne gelen hayli kalın bir çizgi de var. Darbe arefesinde IŞİD’e patlayıcı satarken yakalanan muvazzaf subay Ahmet Yasin Güneş’in Kaplan operasyonunu yapan Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik’le ifadelere geçen tanışıklığı, Çelik’in Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamının yapıldığı Ankara Gar’ında istihbaratı geciktiren Engin Dinç’in sağ kolu olması! Sanki hepsi birbirini tanıyan en fazla bir otobüs dolusu adamdan söz ediyoruz.

O kalın çizgiyi daha geriye uzatmak mümkün. 1999-2001 krizini izleyen elektrik dağıtım ihalelerini, organize suçun doğum yeri olan halleri ve hal yasalarını, Suriye’de başlatılan iç savaşta desteklenen paramiliter grupların finansmanını ve bu gedikten yapılan silah ticaretini, köylere kadar yayılan metamfetamini alt alta topladığınızda yoksullukla organize suç arasındaki görünmez bağların bir anda ete kemiğe büründüğünü görürsünüz.

Bu manzarada ülkenin, kurumlarının ve toplumun yargı bağımsızlığından başlayan, kolluk güçlerine uzanan, yasalarla katmerlenen bir dizi bariyer nedeniyle savunmasız olduğunu söylemek, bu yüzden de organize suçtan daha çok söz edeceğimizi düşünmek kehanet sayılmaz.