BİRGÜN'ün gücüne
Yeni Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Çelikkan'ın BİRGÜN ile ilgili heyecanını okurken zamanın nasıl akıp gittiğini ve BİRGÜN'ün yayın hayatına başlamasının üzerinden iki yılın aşkın bir sürenin çoktan geçtiğini hatırladım. Çelikkan'a; gazetemize her yönden olumlu katkıları olacağı inancıyla aramıza 'hoşgeldin' diyorum.
Bugüne kadar zoru başaran BİRGÜN, tüm topluma patronsuz bir gazetenin de çıkabileceğini kanıtladı. İki yılı aşan bu yayın hayatı süresince karşılaştığı olumsuzluklar ve yayın sektöründe yaşanan ekonomik sıkıntılara rağmen, tüm bunları okuyucularına hissettirmeyerek yayınına devam ediyor. Biz yazarlar, mutfağa tuz biber katkısı yapmaya çalışıyoruz. Bir gazetede önemli olan yayın politikasıdır. Patron gazetesi olmayan BİRGÜN'ün hedefi, Çelikkan'ın da üzerinde hassasiyetle durduğu gibi, emekten yana olmaktır. Bir süredir gündeme getirme niyetinde olduğum bu konuya ilişkin görüşlerimi okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Yaşamımın bir kesitinde başlayan sendikacılık uğraşım (amatör olarak), bugün hala içinde olmamı gerektiriyor. Ülkemizde üç İşçi Konfederasyonu, sayısını hatırlayamadığım kadar da memur konfederasyonu ile bunların içinde var olma mücadelesi veren bir emek platformu var. Bu kadar çok örgütlenmenin doğru olup olmadığı konusunda kesin bir görüşüm olmamakla birlikte, olması geken şeyin, emeği oluşturan sınıf bilincinin, bu kesimde varlığını çokça yitirmiş olması. Bu kesimi temsil edenlerin; düşünce olarak, emeği savunan, medyanın okuyucusu ya da emeği savunan siyasi partilerin görüşlerini paylaşmadıklarını görüyorum. Buna içerlemiyor değilim. Bunun sosyolojik tahlilinin uzun satırlar alacağını biliyorum ama yine de özellikle işçilerin emekten yana olmayan siyasi partilere oy vermelerini ya da o siyasi partilerin yönetimlerinde görev almalarını içime sindiremiyorum.. Eylemlerden birisinde; işçilerle sohbet ederken, bu konuyu gündeme getirdiğimde, yerel siyasetlerin belirlenmesinde akrabalık ilişkilerinin etkili olduğunu ve bu doğrultuda oy verilecek partinin belirlendiğini söylemişlerdi. Yani; amca, dayı oğlu hangi partiden aday ise o partiye oy vermek gibi, Bu nokta, elbette geneli temsil etmese de sonuçları etkileyen önemli bir faktör. Özelleştirme mağduru olan işçilerle yaptığım söyleşilerde de bunu görüyorum. Peki; yerel siyasetlerde bu böyle. İşçi sendikalarında durum nasıl derseniz; orada da ilginç şeyler görüyorsunuz. Örneğin bir sendikanın 20 şubesi varsa bunun yaklaşık 5-6 tanesi, bazen hepsi emekten yana olmayan siyasi partilerin içindeler ya da onların görüşlerini savunuyorlar. Sendika seçimleri gündeme geldiğinde de bu dengeler gözetilerek adaylar belirleniyor. Sonra da emek kesimini ele geçirmiş olan ve emeği sömürenlere karşı güçsüz kalıyorlar. Aslında liberal ekonominin argümanları harekete geçmiş ve sonuçlar alınmış oluyor. Üretimden gelen güç zayıflatılıyor. Peki bu böyle mi devam edecek? Emekten yana olan yayın organlarının yaşaması hep zor, emekten yana olan siyasi partilerin iktidarı hep zor mu olacak? Ben bugünlerin çok uzak olmadığını düşünüyorum.