Google Play Store
App Store

Bu köşedeki ilk yazım, 10 Nisan 2006 Perşembe içindi. Ankara’da Asliye Ceza Mahkemesi’nde duruşma günü. Sanık sandalyesi, 26 Şubat 2003 günü seçimle geldiğim Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlık görev ve sorumluluğumu yerine getirdiğim için kurulmuştu. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Nisan 2008’de kesin aklama kararı verdi.

Anayasasızlaştırma ve siyasal mirası ret dönemi ile örtüşen BirGün yazarlığım, kişisel faaliyet ve yaşantım açısından da oldukça dalgalı geçti. Beş ayrı statü: öğretim üyeliği, ulusal ve uluslararası ölçekte çalışma yasağı, vekillik, emeklilik ve şimdi Baro Başkanlığı.

Yirmi yıla yayılan zaman dilimine şu çifte süreklilik damgasını vurdu: yargılanmak ve yazmak.

Görevim hangisi olursa olsun ve Dünya’nın neresinde olursam olayım hiç ara vermeden Perşembe’ler için yazdım; yaklaşık 1000 yazı. Bir istisna: 2010 Anayasa değişikliği sırasında “Halk Neyi Oylayacak?” kitabı ve hayır kampanyası için 5 haftalık ara.

Türkiye gündemi hep o denli yoğun oldu ki, yurt dışından da çok kez ulusal konu ve sorunlar üzerine yazma gereği duydum.

Milletvekili iken bile (durma kararı, Anayasa gereği olduğu halde) yargılandım. Duruşma çıkışında hemen TBMM’ye giderek çattım Perşembe yazımı.

Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa’da olsam da hiç aksatmadım. Hatta Fransa Üniversitelerinde BirGün yazımın son okuması için kimi zaman blok dersler yaptığım da oldu.

Bir gece yarısı yine bu köşe için yazdığım sırada adımın KHK ek çizelgesinde yer aldığı haberi geldi; ama yazımı değiştirmedim.

Pasaportuma elkonulmuş olması nedeniyle uçak biletleri ve programlar hazır olduğu halde, Anayasacılar dünya toplantılarına katılamadığım gibi Sorbonne (Paris 3) derslerime de gidemiyordum.

Anayasa halkoylaması öncesi gidebildiğim illerde 2017 kurgusunun sakıncalarını anlatıyor ve BirGün’de yazıyordum; yarım kalan yurt dışı derslerimi ise skype üzerinden yürütmeye çalışıyordum.

TBMM’de ise Komisyonlar ve kimi zaman Genel Kurul’da çatıyordum ‘Birlikte’ köşesini.

Bilimsel ve mesleki çalışmalar, ANAYASA-DER üzerinden de sürüyordu; Fransa Üniversitelerindeki bilimsel etkinliklerime kısmen de olsa dönmüştüm. Keyfi KHK davalarını da hemen her ölçekte kazanmıştım. Artık yarım kalan ve yıllardır güncellenmeyi bekleyen kitaplarımı toparlama zamanı idi. Dahası, bahçesine diktiğim zeytin ağaçlarının büyüdüğü, ama on yıldır gidemediğim yazlık evim onarımı bekliyordu!

Ne var ki, kitlesel çağrı (1200 Avukat imzası ile) üzerine “ben değil, biz”  söylemi ile 9 Ağustos günü bu kez, sav+savunma+hüküm üçlüsüne dayanan Yargı pratiği için yola çıkma sorumluluğu baskın geldi.

Tarih, coğrafya ve nicelik bakımından dünya ölçeğindeki biricik yeri, İstanbul Barosu’nun hukuku etkili kılma potansiyelinin kanıtı idi.

Değişim İçin Avukatlar (DİA) olarak katılımcı ve kucaklayıcı bir yönetim için bütün meslektaşları “hukuk ortak paydası”nda buluşmaya çağırdık. Yönetime geldikten sonra, hukuku etkili kılma ereğinde destek halkaları daha da genişledi. Hedef belli: hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet.

Hukuk yolunda kararlılık, kimi çevrelerde rahatsızlık yaratmadı değil. 2024 sona ererken, İstanbul Barosu yönetimine karşı başlatılan ‘Hukuk, Anayasa ve Yasa dışı’ operasyon da sonuçsuz kalacak.

Doğru bilgi arayışı ve aktarımında elli yıllık mesleki yaşantımın en dalgalı geçen son 20 yılı boyunca BirGün mutfağı, sıcak iletişim içinde hep yanımda oldu. Dostlar ve emekçiler, sağolsunlar, varolsunlar!

Anayasal bilgilenme hakkı için mücadele eden biri olarak zaman zaman bunun mağduru olmuş olsam da gücümün kaynağı olan hukuka bağlılık ve saydamlık ilkesinde üçlü hedef hep sürecek: doğru bilgi, Anayasa’ya saygı yolunda çaba, hesap verebilir hükümet ihtiyacını dillendirmek.

Şimdi, İstanbul Barosu çatısı altında hukuk uygulaması üzerine birlikte daha çok fikir üretme ve hizmet verme vakti.

Etik sorumluluk gereği, “Birlikte” köşesinde son yazımı noktalarken, BirGün emekçilerine, okuyucularıma ve topluma mesajım: 2025, 2024’ten kötü olmasın ve hukuk umudu yeşersin! Dayanışma, esenlik ve sevgi ile.