Tarihi seçim için yolun sonuna geldik. Yarın sandığa gidilecek ve ülkenin kaderi için önemli bir karar verilecek. İktidar seçim sürecinde verdiği mesajlarla adeta bir varlık yokluk meselesi haline getirdi. Belki onlar için bu durumun bir gerçekliği de var. Son tahlilde Türkiye’de yasalar çerçevesinde kurulan partilerin girdiği ve o partilerin gösterdiği adayların yarıştığı bir seçim. Süleyman Soylu seçimin gergin geçmesi için elinden geleni yapıyor. Muhtemelen çeşitli eylemlerin de baş sorumlusu. Aynı zamanda AKP ve Cumhur İttifakı’nı da bu çizgide tutmak için özel çaba harcadı. Sonuç olarak, "savaş" diyen de oldu, "bağımsızlık mücadelesi" diyen de. En nihayetinde Erdoğan’ın “Gerektiğinde 15 Temmuz gecesi olduğu gibi, hayatımız pahasına istiklâl ve istikbalimize sahip çıkarız” sözü duyuldu.

24 saat kala manzaranın farkında oldukları çok açık. Yenildiklerinin farkındalar. Son bir gayret kendi tabanını bir arada tutarken kararsızları da sandıktan uzaklaştırmaya çalışıyor. AKP iktidarı seçimi küçük oy hesapları ve tehditlerle manipüle edebileceğini düşünüyor. Ne de olsa eski alışkanlıkları. Oysa durum çok farklı. 21 yıldır çeşitli etaplardan geçen muhalefet güçleri her türlü oyuna ve hileye karşı şerbetlenmiş durumda. Zorlu geçen uzun yıllar muhalefet güçlerinin bağışıklığını yükseltirken zaman iktidar güçlerine daha acımasız davrandı. AKP, iktidarını sürekli birileriyle paylaşarak sürdürebildi. Yaklaşık 10 yıl Fetullahçılarla yönetti. Korkunç şeyler yaptılar. Sonrasında ayrıldılar. Çetelerden Soylu’ya, oradan Bahçeli ve Perinçek’e uzanan yeni bir koalisyon kurdular. Bu dönemde ise daha da korkunç şeyler yaptılar.

FETHULLAH’LA ORTAK MUTLU GÜNLERİ OLDU

Erdoğan rejiminin en başat kurucu gücü hiç kuşku yok ki Fethullahçılar oldu. Yaklaşık 10 yıl boyunca kurulan tezgahlar, hilelerle cehenneme giden yolların taşları tek tek döşendi. Askeri okullar, üniversiteler, medya, sağlık ve eğitim kurumları, yargı tek tek ele geçirildi. İtiraz eden herkes cezalandırıldı. Kiminin şansına cezaevi kimininkine ise sürgün düştü. AKP, sinsi ve acımasız bir ortakla devleti ele ele geçirdi. Özgür basın, sendikalar ve üniversitesini savunan gençler açık hedef haline getirildi. Kumpaslarda onlarca insan itibarsızlaştırıldı. Yarbay Ali Tatar, Metin Lokumcu gibi birçok kişinin kanına girdiler. Sadece çalınan sınav soruları düşünüldüğünde bile yapılan büyük kötülüğü anlamak yeterli.

Her türlü yağmanın önü açıldı. Özelleştirme sürecinde yok pahasına tüm birikim çarçur edildi. Kentler ranta açıldı. Ormanlar, dağlar, nehirler sermayeye teslim edildi. Cemaatçilerin, ABD’nin ve liberallerin desteğiyle yelkenlerini şişiren AKP’nin, son sürat ilerlediği yıllardı.

Peki muhalefet ne yaptı? Ne yapmadı ki? ODTÜ ayakta, 6 Kasım eylemleri, TEKEL direnişi, metal grevleri, doğasına ve kentine sahip çıkan on binlerin mücadelesi. Artvin Cerattepe, Gerze, Uşak, Antalya, Kaz Dağları, Hopa, İstanbul ve daha nicelerde mücadele edenler asla teslim olmadı. AKP, karşısında kurulan barikatları santim hesabı geriletebildi.

Tüm ihanetlere ve kafa karışıklığına rağmen 12 Eylül 2010 referandumunda bile muhalefet bayrağı yere düşürmedi. AKP’nin yöneldiği istikameti net şekilde teşhir yoluna gitti.

AKP iktidarının tüm ülkeyi karanlık bir tünele sokma girişimi önünde en büyük direniş hiç kuşku yok ki Haziran Direnişi’ydi. Türkiye’nin dört köşesinde milyonlarca yurttaş AKP’nin diktiği elbiseyi giymeyi reddetti. Gençlerimiz hayatları pahasına ülkelerini korumaya çalıştı. Kadınlar tüm barikatların en önünde yer aldı.

Haziran isyanı o kadar güçlü bir etki yarattı ki yıllar geçse de AKP’nin ve Erdoğan’ın aklından asla çıkmadı. Gezi, bizim için yarın kutlamaya başlayacağımız büyük galibiyetin en önemli işaret fişeği oldu. Erdoğan içinse aynaya her baktığında yüzünde gördüğü derin bir “faça” izi.

Gezi isyanı muhalefet cenahında önemli bir birikim yarattı. Bazı ittifakların bitmesi bazı yeni ittifakların oluşmasına vesile oldu. Ardından baş gösteren her türlü siyasi gelişmeye az ya da çok etkisi oldu.

Erdoğan ve MHP işbirliği bunun en bariz örneği. Daha eşit, özgür ve adil bir Türkiye mücadelesi güçlendikçe gerici ittifak da belirgin hale geldi. 16 Nisan 2017 başkanlık referandumu, Erdoğan ve Bahçeli ittifakının iktidarı elinde tutmak için yaptığı bir başka hamle oldu. Tabii 15 Temmuz darbe girişimi ile Fethullahçılar bir kez daha Erdoğan iktidarına can suyu taşıdıklarını hatırlatmak gerekiyor.

Muhalefet güçleri Türkiye’nin içine sokulduğu bu uzun ve karanlık dönemde ayakta kalmayı başardı. Üstelik çoğalarak ayakta kaldı. Cezaevleri, gözaltılar, hapis cezaları, kayyumlara rağmen büyüyen bir mücadele. Kadınların, çiftçilerin, gençlerin itirazının her daim ayakta kaldığı; birleşerek, adım adım iktidarı gerilettiği bir süreç yaşandı.

21 yıldır direnenlerin hayalinin kurulan masaların çok ötesinde olduğu tartışma götürmez. Ama tüm bu hayallerin mücadelesini vermek için bile bu büyük eşiği aşmak gerekiyor.

KORKUTAMAZSINIZ, GERİ ÇEKİLMEYECEĞİZ

Son bir haftadır iktidar işi gücü bırakarak seçmeni korkutma gayretine girdi. İktidarı vermeyeceklerine dair algı yaymaya çalışıyorlar. Kendilerini olmadıkları kadar güçlü göstermek için canla başla çaba harcıyorlar. Muhalefetin ise zayıf, güçsüz ve endişeli oldukları görüntüsünü yaymaya çalışıyorlar.

Büyük yanılıyorlar. Yaklaşık 21 yıldır bir kez olsun bile teslim olmayan, umudunu, direncini azmini koruyan muhalefet güçlerinin Soylu’nun ve suç örgütlerinin tehditlerinden korkmaları mümkün değil.

Artık çok daha güçlü bir muhalefet var. Çok uzun ve acı dolu bir yoldan geldi bu noktaya. Şimdi son bir hamle daha yapacak. Bir adım daha atacak.

Sandıklara büyük bir coşkuyla gidecek. Oyunu verecek ve sonra da o oyların çalınmaması için görev başında olacak.

Erdoğan ve onun temsil ettiği anlayış çoktan yenildi. Tarihin çöp kutusuna yollamak için resmi bir belge bu; ona bu seçimde seçmen pusulası olarak verilecek.

Sonrası mı? Şairin dediği gibi:

Bitmedi bu kavga
sürüyor ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek