Google Play Store
App Store

EZGİ KAYA HAYATSEVER Modern demokrasinin kurucu metni addedilen 1215 Magna Carta bildirisi, British Library’de gururla sergilenmekte; fakat İngiltere demokrasisi sıkıntılı günler geçiriyor. Parlamentodaki oylamaların sonuçsuzluğu ve son dakikadaki erteleme kararı, hem Brexit taraftarlarının hem de karşıtlarının sabrını taşırdı. 23 Mart’ta, Brexit’in tekrar halkoyuna sunulmasını talep eden yürüyüşe neredeyse bir milyon kişi katıldı. Parlamento sitesinde yer […]

Brexit: Bir demokratik yönetim krizi

EZGİ KAYA HAYATSEVER

Modern demokrasinin kurucu metni addedilen 1215 Magna Carta bildirisi, British Library’de gururla sergilenmekte; fakat İngiltere demokrasisi sıkıntılı günler geçiriyor. Parlamentodaki oylamaların sonuçsuzluğu ve son dakikadaki erteleme kararı, hem Brexit taraftarlarının hem de karşıtlarının sabrını taşırdı.

23 Mart’ta, Brexit’in tekrar halkoyuna sunulmasını talep eden yürüyüşe neredeyse bir milyon kişi katıldı. Parlamento sitesinde yer alan imza kampanyaları arasındaki “50. Madde geri çekilsin, AB’de kalınsın”, 6 milyon imzaya yaklaştı. (Parlamento 100.000 imzayı geçen kampanyaları gündeme almak zorunda.) Bu durum, Theresa May’in oylama sürecindeki temel dayanağı olan “halkın kararını mutlaka hayata geçireceğiz” savını sarstı. May, Kasım’da çekilme planının açıklanmasından sonra gelen istifalarla zaten yara almış olan kabinesinin desteğini kaybetti: 25 Mart’ta üç bakan daha, Letwin önergesi lehinde oy kullanmak için istifa etti. Letwin önergesi, May planına alternatif olarak Brexit’in iptal edilmesi, ikinci bir referandum yapılması, serbest ticaret anlaşmaları veya gümrük birliğinde kalmayı içeren “yumuşak” bir Brexit veya “no deal” yani herhangi bir çekilme anlaşması olmadan AB’den çıkış gibi seçenekler arasında bir “eğilim belirleme” oylaması öngörüyordu. 27 Mart’ta oylanan sekiz seçenekten hiçbiri çoğunluk sağlayamadı; ama buna en çok yaklaşanların ikinci referandum ve kalıcı bir gümrük birliği olması dikkat çekiciydi.

May müzakere ettiği anlaşmada sonuna kadar direndi. Parlamentoda iki defa reddedilen anlaşma, Cuma günü üçüncü bir kez daha oylandı ve 58 oy farkla yine reddedildi. İlk oylamadan bu yana fark ciddi ölçüde kapandı; ama May’in ısrarla anlaşmayı tekrar tekrar oylatması hem halkın hem de parlamentonun tepkisini çekti. 18 Mart’ta parlamento başkanı John Bercow, 1604 tarihli Erskine May kararına dayanarak, mevcut planda temelden bir değişiklik yapılmadan tekrar oylamaya sunulamayacağını söylemişti. May hükümeti, anlaşmayı ikiye bölüp kriz yaratan maddeleri yeni bir önergede toplayarak bu engeli aştı; ancak sonuç yine hüsran oldu. Şimdi İngiltere’nin önünde AB’den uzun bir erteleme istemek (ancak bu durumda Mayıs’ta AB Parlamentosu seçimlerine girilmesi gerekecek), anlaşmasız çıkışı kabul etmek, ikinci bir referanduma veya bir genel seçime gitmek gibi seçenekler var.

Anlaşmanın reddinde, Torylerin iktidar ortağı olan Kuzey İrlanda Partisi DUP’nin tavizsiz red tavrının etkisi büyük. Ayrıca May’in 20 Mart’taki konuşmasında Brexit sürecinin çıkmaza girmesinin sorumluluğunu parlamento üyelerine yüklemesi de vekilleri çileden çıkardı. Bırakın muhalefeti ikna etmeyi, May whip’lerinin (oylama yönünü belirleyen parti grubu) desteğini bile kaybetti ve planına destek karşılığında çekilme sözü vermesinin talep edildiği söylendi. May 27 Mart’ta bu söylentileri kısmen doğrulayarak, “partisinin yeni bir lider arayışına engel olmayacağını” ve “düşündüğünden daha erken bir tarihte görevi bırakabileceğini” söyledi.

Bu karmaşa içinde parlamentoda sık sık dillendirilen “halkın iradesini hayata geçirmenin” nasıl mümkün olacağı bir merak konusu. 2016’daki Brexit referandumuna halkın yüzde 72’si katılmış ve yüzde 52’si “çıkmalı” yönünde oy kullanmıştı. Toplam oy sayıları arasındaki fark 1.3 milyondu. Bu bıçak sırtı sonuç, bugün ikinci referandum talebinde bulunanların umut ve ısrarlarının temel dayanağını oluşturuyor. İkinci referandum isteyenler, 2016’daki kampanya sürecinde AB’den çıkılırsa refah seviyesinin artacağı, sağlık ve eğitime daha çok kaynak aktarılacağı gibi yalan vaatlerde bulunulduğunu söylüyorlar. Referandum sonrasındaki süreçte AB’den çıkmanın getirdiği maddi yükümlülüklerin İngiltere ekonomisinin geleceğini ipotek altına aldığının ve ticaretteki ayrıcalıklı konumun kaybedilmesiyle refah seviyesinin düşeceğinin anlaşıldığı, bu nedenle seçmenin daha bilinçli bir tercih yapabilecek duruma geldiği savunuluyor. Bu nedenle, ikinci referandumun sonucunun “kalma” yönünde olacağına dair iyimserler. May’in anlaşmasının üç defa oylanmış olması da cabası: “May’in üç oy hakkı varsa, bizim de olmalı” diyorlar.

AB yanlısı bu kitlenin, Brexit’i iptal etme yerine ikinci bir oylama talebiyle sokağa çıkması ise, ne olursa olsun “halkın iradesine” karşı tavır almamak çabasından kaynaklanıyor. İkinci bir referandumda sonucun değişmemesi riskini göze alamayanlar, parlamentonun sürece müdahale ederek 50. maddeyi geri çekmesini istiyor. Ancak bu müdahale, yasama organının kendi iradesini halkın iradesine dayatması anlamına geleceği için, parlamentodaki gruplar gelecek seçimlerdeki performanslarını etkileyebilecek olan bu tavra sıcak bakmıyor. Zaten Ocak’tan bu yana, parlamentonun “halk iradesini” yansıtma çabası, May hükümetinin mevzi kaybetmeme hırsına ve AB’nin bürokratik kurallarına çarpıp batışa geçti: AB’nin Brexit müzakerecisi Sabine Weyand, parlamentonun AB’den anlaşmasız çıkışı reddettiği oylamayı, “bu, Titanik’in buzdağının yoldan çekilmesi için oylama yapmasına benziyor” diye değerlendirdi.

Brexit konusunda parlamentodaki partilerin tutumunun en önemli belirleyicisi, bir dahaki seçimler. 2017’de gittiği baskın seçimden ağzının payını alan May, yeni bir seçime mahal vermeme savaşında; ancak Brexit süreci, Torylere kolay kolay telafi edilemez bir zarar verdi. Jeremy Corbyn ise, Brexit sürecini ilerideki bir iktidar ihtimaline zarar vermeyecek şekilde yürütmeye çalışıyor. AB yanlısı muhalif kitle, Corybn’in olası bir Brexit iptaline destek açıklamamasından, ikinci bir referandum talebine ise parlamentonun onayladığı bir anlaşmayı nihai olarak tekrar halka sunmak gibi bir ara çözümle yanıt vermesinden şikayetçi. AB savunucusu olmayan Corbyn, ülkenin refah seviyesini ve temel hak ve özgürlüklerin güvencesini sürdürecek bir gümrük birliği anlaşmasıyla AB’den çıkılmasını öneriyor. Bu da olası bir İşçi Partisi iktidarının elini rahatlatacak bir seçenek: siyaseten AB ile bağlarını koparmış olan bir İngiltere’de, Corbyn’in vaatleri arasındaki kamulaştırmalar ve eğitim-sağlık yatırımları daha rahat yapılabilir. Ancak İşçi Partisi’nin tabanının bu politikaları AB’den çıkma pahasına destekleyip desteklemeyeceği belirsiz. Corbyn’in seçmenleri, bu politikalardan faydalanacak işçi sınıfı değil, AB üyeliğinin sağladığı refahtan ve tüketim kalıplarından vazgeçmek istemeyen orta gelirliler. Brexit kampanyası esnasında yürütülen The Great British Class Survey (Büyük Britanya’da Sınıf Araştırması) ise, ülkenin gidişatında hiç söz payının olmadığını düşünen İngiliz işçi sınıfının tepkisel bir çıkma oyu kullandığını, yalnızca Doğu Avrupalı işçilerin gelişini engellemek değil, yaşam koşullarından duyulan memnuniyetsizliği yansıtmak istediklerini düşündürüyor: üst sınıflarca paylaşılan refahın kendilerine çok görüldüğünü düşünen işçi sınıfı, “bizi hiçe sayıyorlar, hiçe sayılan herkes ‘çıkalım’ oyu verecek” demiş bulunmakta.

İngiliz işçi sınıfının bu tavrının ise, Brexit taraftarlarınca ciddiye alındığını söylemek güç. 23 Mart yürüyüşünde kürsüden halka destek veren sosyalistler ve sendikacılar, AB’de kalmanın seçkin bir kesimin isteği olduğu savına, işçi sınıfının da Brexit’e karşı olduğu iddiasıyla yanıt verdiler; ancak işçi sınıfının özellikle göçmen kesimine vurgu yaptılar. Brexit karşıtlarının bu tavrı, İngiliz işçi sınıfının göçmen işçilere karşı oluşturduğu kadim düşmanlığı bir kez daha pekiştiriyor ve daha önemlisi, işçi sınıfının farklı kesimlerinin ortak sınıfsal çıkarlarını siyaset alanına yansıtabilecek bir iktidar ihtimalini zora sokuyor.