Google Play Store
App Store


Biliyorum daha yeni yazdım. Dönüp dolaşıp aynı şeyi yazıyor duygusu yaratma pahasına, kısaca yine anımsatacağım; yıllar önce her Dünya Barış Günü’nde onu yazacağıma söz verdiğim için.

 

Miroslav Milankoviç… Hani şu artık yerinde yeller esen Yugoslavya’daki Barış Hareketi’nin sembolü olmuş çocuk. Anımsarsınız; “Miroslav’ın Şid’in hayvan pazarında konuşlanan birliği Tovarnik’e cepheye gitmeye hazırlanırken Sırp askerler arasında sıkı bir tartışma çıkmıştı. Bir kısmı hararetle savaşmaktan yanayken bir kısmı da daha dün komşuları, arkadaşları olan Hırvatları öldürmeyi reddediyordu. Miroslav ne silah bırakıp hain damgası yemeyi yedirebilmişti delikanlı yüreğine, ne deTovarnik’e gidip dünkü komşularına kurşun sıkmayı. O gece, hayvan pazarında Şid’in, tüfeğini dayayıp kafasına intihar etmişti”.

İç savaş boyunca, “YugoslavlarMiroslav’ın adını haykırarak, ellerinde mumlarla Belgrad sokaklarında çırpınıp durdular; savaşı durdurabilmek için. Çoktular, ama yeterince çok değil! Kendilerini Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut diye bölenlere, o parçalayıcı savaşa karşı “Biz Yugoslavız” diyenler, iktidar hırsıyla ülkeyi savaşa sürükleyen yöneticilerini durdurabilecek kadar çoğalamadılar, ne yazık!

Başkanlar, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, askerler, medya; kısacası bilcümle iktidar sahibi bir memleketin, savaşa meylettiğinde, meydanları doldurmak gerek. Savaş-severlerin kulaklarını sağır edecek “Barış!” sloganları yükselmeli meydanlardan. Çok olunmalı sokaklarda bugün. Milankoviçlerimiz, Kürt, Türk ya da Arap Mehmetlerimiz ölmesin diye.

 

Ölü Kürt, ölü Türk, ölü Arap, ölü Sünni, ölü Alevi olmayı reddetmeliyiz!  

 

Bu Başbakan varken…” diye yan gelip yatan, barışı sadece yöneticilerin aklına emanet eden vatandaşlar olmamalıyız.

O başbakanlar, kim bilir ne kadar göründükleri gibi oluyor, oldukları gibi görünüyor? Geçen akşam Enver Aysever’in “Aykırı Sorular”ında Abdüllatif Şener bunu sordurdu, hâlâ düşünebilenlerimize.

İtiraf edeyim; itirafa ne gerek burada da yazmıştım, “One minute” dediğinde BaşbakanHelal Olsun” diyenlerdendim. Keşke demeseymişim!

Şener bir zamanlar aynı kabinede yardımcılığını yaptığı Başbakan hakkında, özgür bir medya olsa gerçekten de haftalarca tartışılacak, günlerce manşetlerde kalacak şeyler söyledi. “Ne söylüyorsa tersini yapıyor, yaptıklarını kapatmak için tersini söylüyor” dedi. Bir yandan “One minute” derken, İsrail’le iş bitirdiğini anlattı.

Bomba haber; Halid Meşal’in Türkiye’ye davetinin İsrail’le birlikte, İsrail’in Hamas’la temasını sağlamak için planladığını söylemesiydi. Bunu Bakanlar Kurulu’nda bizzat Başbakan’dan duymuştu. “Özgür bir medya olsa, bu söylediği bir ay manşet olur”du!

Şener, Enver’in BBC’nin ünlü “Hard Talk”u (Zor Sohbet) tadında, hatta sıcaklığı ile onun da üzerine çıkan programında, “Bu Başbakan varken…” Türkiye’nin Suriye’de de, Kürt sorununda da, ekonomide de bir uçuruma doğru hızla gittiğini anlattı durdu. Tam da ima ettiği gibi, bırakın “bir ay manşet” olmayı, bir gün bile manşete çıkarılmadı sözleri.

Demokrasi yalnızca sandık demek değildir. Sandık diktatörlüklerde de var… (Demokrasi olması için) Basın var, bir açığımızı yakalar diye her gün terlemesi gerek hükümetlerin. Güçlü bir sivil toplum, meydanları (Kızılay’ı) dolduran sendikalar olması gerek. Menfaat ve korku endişesi taşımayan aydınlar olması gerek” diyerek, Türkiye’nin yoklarını bir bir sayan Şener, Erdoğan’ı da “varlığı her yeni siyasal hareket için bir şans olan Türkiye’nin en başarısız başbakanı” olarak niteledi.

 

Bir zamanlar en yakınındaki ismin “bu Başbakan varken…” uçuruma koştuğumuzu söylemesi, senin benim söylememe benzemiyor. Hele de o uçurum bu ülke topraklarını kana bulayan, Suriye’de bizi içine doğru çekmekte olan bir savaşsa.      

 

Bakın, İsrail ve İran gençleri savaş tamtamları çalan başbakanlarına karşı, “Bu başbakan varken, savaşı durdurmanın tek yolu birlikte karşı çıkmak” diyerek, Tel Aviv sokaklarını “Sizin savaşınızda ölmeye hazır değiliz” afişleriyle doldurmuşlar.  Ya biz?