Yılmazcan Topaç, uzun yıllar önce hayatını oyunculuğa adamaya karar verdi. Serde şairlik de vardı ama onun amacı, insanın hikâyesini canlandırmaktı. TRT'de yayınlanan dizilerde, kimi tarihi filmlerde roller aldıktan sonra, kendi anadilinde tiyatro yapmanın önemini anlar anlamaz; ilk annesinden öğrendiği ve çevresindeki canlılardan çıkan seslerden oluşan Areyê Kay adını verdiği bir tiyatro grubu kurdu.

Bu grupta yanına aldığı kişiler de tam yapmak istediği iş için biçilmiş kaftandı; bir ev hanımı, emekli bir hemşire, ticaret yapmış ama gönlü tiyatroda kalmış kırçıl sakallı tarihi bir adam, Varto'dan gelmiş genç bir şair. Bu ekip, bizim o dağların içinde -tiyatrosu olmayan- şehrin ilk tiyatro grubu oldular. Bu grup sonra Komünist başkanca belediye bünyesine davet edildi.

Grubumuz şehir merkezindeki ilk gösterisinde herkesi şaşkınlık ve kahkahaya boğdu; mizah ilk kez insanların anadilindeydi; acı, sevinç, küfür, erotizm ve diğer her şey bizim "Zonê Ma" dediğimiz; sizin Zazaca olarak bildiğiniz dilde gerçekleşti.

Yılmazcan gördüğü coşkudan memnundu; Areyê Kay, Berlin'den Frankfurt'a Avrupa'yı dolaştı. Bu defa on yıllardır ekmek parası için Almanya'ya savrulmuş binlerce insan anadilinde tiyatro izleme imkânına kavuştu. Meğerse o köyde konuştukları dilde sanat da, tiyatro da oluyormuş.

Bugünlerde grubumuz dağların içindeki mahalleleri dolaştıktan sonra tiyatroyu köylere taşımakla meşgul. Köylülere, "köy dili" ile oyunlar izlettiriyorlar. Parasız ve halkçı bir tiyatro bu.

Geçen hafta tuhaf bir şey oldu; şehrin içindeki dağın altındaki yeni mahallede oyun oynarlarken, evlerden çıkıp oyunu izlemeye gelmiş çocuklar -bir yandan kıkır kıkır gülüyor- öte yandan birbirlerine "anlamıyorum ama çok komikler, ninemin diliyle konuşuyorlar" deyiverdiler. Yılmazcan bu defa öfkeliydi: "Bu dilsiz çocukların vebali kimin?"

Hemen hemen aynı günlerde dağların içinde çıkıp kick boksta dünya şampiyonu olmuş bir genç olan Erivan Barut'un TRT Kürdi'deki anadilinde konuşması eleştiri ve hatta trollerin alay konusu olunca; bu defa Erivan, "benim eksikliğimden öte, olup bitenler aslında bir halkın trajedisidir" dedi ve "söz" verdi: "ilk işim anadilimi iyi öğrenmek!"

Bizim o küçücük şehirde olup bitenler, aslında o eski ve kötü geleneğin bir devamıdır: Asimilasyon ve milliyetçiliğin kara mirası. Ve Steven Roger Fischer'ın belirttiği gibi, "dillerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması, bugün insanlığın en büyük kültürel meselelerinden biridir ve muazzam bilimsel ve insani sorunlar çıkarmaktadır."

Yılmazcan'ın bir sanatçı olarak portresi, ekibi ve oyunları ve "şampiyon" Erivan'ın "söz"ü, bu "sorunlar"ın çözümü için çağrıdır.