Bu penguen başka penguen
İstanbul Festivali’nde sona yaklaşırken, gösterilen 139 uzun metrajlı filmin ortak özelliklerinden, öne çıkan birkaç filmden ve festivalin (şimdilik) en iyisi olan ‘Penguen Dersleri’nden söz etmek istiyorum

44. İstanbul Film Festivali, kapsayıcılık açısından doyurucuydu. Bakmayın programda ‘Nerdesin Aşkım’ bölümü yok diye protesto edenlere, çeşitli bölümlere dağılmış epeyce film vardı programda LBGTQ kesimini mutlu edecek. Bu yılın Onur Ödülü’nün sahibi Norveçli romancı-yönetmen Dag Johan Hagerud’un sınır tanımayan ilişkiler üstüne üçlemesi 'Sex', 'Aşk' ve 'Düşler' ilk sırada. Hagerud, seyirciyi cinsellik ve ilişki kavramları üstüne düşünmeye davet eden, çiftler arası beklentiler ve suçluluk hissine odaklanan filmlerinde yeni bir şey söylemiyorsa da, minimalist anlatımıyla ‘hardcore sinefil’ler için bir cazibe taşıdığı söylenebilir. Ama benim yönetmenlerimden biri olmadığını söyleyebilirim. Evliliğin 'amacı çocuk yapmak olan bir üretim biçimi', vücudun 'bir savaş alanı' olduğunu vurgulayan Hagerud’un filmlerini izlerken Agnes Varda’nın 'Mutluluk'unu, Bertolucci’nin 'Son Tango'sunu, Bergman’ın, Woody Allen’in filmlerini anımsamadan edemedim. İnsan ilişkilerinin karmaşık evrenini keşfe çıkan filmlere imza atarken izleyicileri ile sahici bir iletişim kurabilen bu ustaların yanında Hagerud’un ‘entelektüalizm’i ve ironi soslu anlatısı günümüz sinemasının kısırlığının göstergesi adeta. Bireyin cinsel duygu ve deneyimlerine farklı bakışlar getiren 60’lı, 70’li yılların ustalarındaki derinliği daha çok arayacağız anlaşılan…
Bu yıl, Ulusal Yarışmayı kaldırarak yerli filmleri Uluslararası Yarışma içine alan; sektörün tepkisini önlemek için olsa gerek, 15 filmin 8’ini sinemamızın ürünlerine ayıran Festival Direktörü Kerem Ayan’ın bu tercihine karşı çıkan olmadı diyebiliriz. Çünkü herkes farkında; Adana ve Antalya’nın milyona yaklaşan ödülleri ile yarışmak kolay değil. Üstelik Festivalin bu tercihten zarar görmediği anlaşılıyor. Ödülleri sözünü ettiğim festivallerle boy ölçüşecek boyutta olmasa da, uluslararası alandaki tanınırlığı sayesinde yeni yapımların büyük kısmını programa alabildi.
NE ÇOK İNCİR ÇEKİRDEĞİ
Yarışma filmlerinden izlemediğim birkaç film kaldı. Düzeyin pek parlak olduğunu söyleyemem. Yerli yapımları haftaya bırakarak (iddialı iki film var yarın izleyeceğim, onları izlemeden yazmak istemiyorum), Yarışmadaki 7 yabancı film konusundaki düşüncemi söyleyebilirim. 'Yanardağın Altında', 'Bacadaki Serçe' ve 'Maldoror' bu bölümün kayda değer filmleriydi, ama vizyon şansları olur mu bilemem. Diğer filmler ise incir çekirdeğini doldurmayacak hikayeleri ile yarışma seçkisini zayıflatmaktan öte bir işleve sahip değildi. Tümüyle genç yönetmenlerimizin yeni yapıtlarına ayrılmış 11 filmlik ‘Yeni Bakışlar’ bölümünün en iyileri geçen mevsimden kalan 'Ölü Mevsim' ve 'Hevi' idi. 'Kavak Ağacının Gölgesinde'yi izleme şansım olmadı. 'Gündüz Apollon, Gece Athena' ise Pazartesi programımda.
N Kolay Galalarında gösterilen 10 film içinde iki Alman yapımı öne çıkıyor: geçen hafta sözünü ettiğim 'Köln’75' ve 'Koş Lola Koş' ile tanıyıp sevdiğimiz Tom Tykwer’in 'Işık' adlı yeni filmi. Filmin, aile bireyleri arasındaki iletişim kopukluğunu Hagerud’dan daha iyi anlattığını söyleyebilirim. Yabancı/öteki sorununa iyimser bir bakış açısıyla eğilen, mistisizmden ve büyülü gerçekçilik akımından izler taşıyan film, dağınık yapısına karşın, günümüz dünyasına ilişkin etkileyici bir yorum sunuyor. Başarılı bir biyografi çalışması olan 'Aznavour' ve ilginç bir kara mizah örneği 'Dağdaki Ayı' da izlemeye değer yapımlar. 22 filmlik ‘Devrialem’ bölümünde, ailesindeki iletişim kopukluğunu tesadüfen içine girdiği tiyatro dünyası sayesinde onaran bir işçiyi anlatan Amerikalı yönetmen Kelly O’Sullivan’ın 'Hayalet Işık' filmi, Fransız yönetmen Grégory Magne’ın müziğin büyüsünü ve iyileştirici gücünü olağanüstü bir yalınlıkla anlatan 'Müzisyenler'i, Çinli yönetmen Guan Hu’nun insan ve hayvan sevgisi ve görsel anlatı ustalığıyla seyirciyi etkileyen 'Siyah Köpek'i, Britanyalı yönetmen Asıf Kapadia’nın belgeselden bilimkurguya farklı türleri harmanladığı '2073' bu bölümün en iyileriydi (tabi ki bana göre). ‘Heyüla’ bölümünde, Çin filmi 'Gelgitler İçinde', Romanyalı çılgın yönetmen Radu Jude’ün 'Kontinental’25' ve Kanadalı yönetmen Sofia Bohdanowicz’in 'Cenaze İçin Müzik' filmleri öne çıkıyordu. ‘Mayınlı Bölge’den bir film almamışım izleme listeme her nedense…
PENGUEN DERSLERİ
Festivalin ‘Antidepresan’ bölümünden iki film yalnız benim değil, farklı kesimlerden seyircinin de gönlünü çalmayı başardı. Bunlardan biri, Fransız yönetmen Emmanuel Courcol’ün bir kasaba bandosunda trombon çalan işçinin yaşamındaki değişim ve müziğin bu değişimde oynadığı rol üstüne odaklanan 'Bando'su. Diğeri ise, Peter Cattaneo’nun yönettiği İspanya-Birleşik Krallık yapımı 'Penguen Dersleri'. Penguen derken, medya tarihimize damga vuran, rejimin perdeleme aracı penguenlerden söz etmiyorum elbet. Bu penguen, Arjantin sahilindeki petrol sızıntısı nedeniyle petrole bulanmış, sevimli mi sevimli, inatçı mı inatçı bir hayvan. Kendisini kurtaran adamın, yani Buenos Aires’de zengin çocuklarının gittiği bir okulun İngilizce öğretmeninin peşini bırakmıyor. Yalnız öğretmenin değil, sınıftaki öğrencilerin ve hatta despot müdürün yaşamını etkileyen, dünyaya bakışlarını değiştirebilen bir sevgi küpü. Zaman, Arjantin’deki dikta dönemi… Cattaneo, yaşanmış bir öyküden hareketle sıcacık bir direniş hikayesi anlatıyor. Muhalif film yapma niyetiyle yola çıkıp, çıkmaz yollara sapan tüm yönetmenlere ders olabilecek nitelikte bir film bu. Baskılara, sansürlere direnmekte mizahın ne denli etkin bir rol oynayabileceğinin somut bir örneği… Umarım bir dağıtımcımız ilgilenir de seyircimiz bu filmden mahrum kalmaz. Haftaya sonuçları ve sinemamızın yeni ürünlerini yatırırız masaya…