Bugün cumartesi annesiyiz, yarın emekli
“Büyük Eğitim Mitingi gerçekten büyük müydü?” diye sormamın nedeni yarınki “Büyük Emekli Mitingi”nin gerçekten büyük olması arzu ve kaygısıydı. Tarihin belli anlarında belli mekanlarda çok olmak önemli. Bugün “cumartesi annesi” yarın da “emekli” olarak çoğalmak iyi insanların sorumluluğudur.
Geçen yazıdaki soruya “büyük değildi” diye yanıt vermişti Günay; İstanbul’dan “Peki, nasıl çoğalacağız?” diye bana soran okurumuz. Onun bir yanıtı vardı; misal “Benim annem cumartesi” diyebilen Teoman gibi, demokrasi için bedel ödemeye hazır, ödemiş sanatçılarımız da sahne alsaymış o mitinglerde, katılım daha çok olurmuş.
“Nasıl çoğalacağız?” sorusuna “Bilmiyorum” dememe şaşırdı!
Üniversitede, “Soru sorun, ama cevabı bildiğimi sanmayın. Verdiğim her cevaba da inanmayın. Sizlerin yaşındayken cevaplarım çok, sorularım azdı. Şimdi, soruları çok cevapları az biriyim. Yapabilirsem, sorularınıza sorular katarım, cevabı birlikte ararız” dediğimde, öğrencilerim de şaşırırdı.
Bilip de “bir bilen” olunca, onu “tebliğ” ediyor, herkesi aynısını bilmeye zorluyor ve bu bilme haliniz üzerinden hiyerarşi kuruyorsunuz. Bir başlangıç noktası olarak bilmemek daha iyi belki; eğer bir masa etrafında oturup cevabı birlikte aramayı becerebilirseniz!
Sosyalist partilerin, otoriter rejim muhaliflerinin bir türlü birlikte yürüyememesi de bundan mı acaba? Hepsi “biliyor” ve bir arada olabilmek için diğerlerinin de kendileri gibi “bilmesini” dayatıyorlar!
Zapatistaların “Sorular sorarak yürüyoruz!” (Preguntando caminamos!) anlayışını seviyorum.
Çokları nasıl birleştirecek, azı nasıl yeneceğiz? Günay’ınki gibi çokları kolayca birleştirecek bir reçetem yok. Ancak, yanıtın çoğunun bunu sorabilmekte olduğunu biliyorum. Kalanı da bir masa etrafında toplanan “yaratıcılık” bulacak.
Umuyorum!
Şimdi, içinde güzelce paketlenmiş “etki ajanlığı” suçuyla 9. Yargı Paketi geliyor! Sadece gazetecileri değil, her birimizi otoriterliğin henüz görmediğimiz zirvesine taşıyacak bir tehdit olarak yolda.
Birer ikişer uyaran, tepki verenler var! Ancak, demokrasi özlemiyle yanan her vatandaşın, her siyasal partinin, her meslek örgütü, sendika ve odanın, her STK’nın birlikte itiraz edip, birlikte bir büyük karşı çıkışı örgütlemesi gereken bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu kavrayamaz, ona uygun davranamaz ve çokları birleştiremezsek yenen yine azlar olur!
Ernst Bloch umudun bir öğrenme meselesi olduğunu ve başarıya âşık olduğunu söyler. Meydanda ve sokakta çok olmak da bir başarıdır! Meydanlarda toplandıkça öğrenilir umut, “Toplanırsak başımıza neler gelir?” korkusuna galip gelir, ilerletici bir güce dönüşür.
Bu ülkenin laik demokratik muhalefetini kısmen felç etmiş bir durum var: İşe eleştiri ile başlayıp son noktayı da eleştiri ile koymak! Dünya kötü, yönetim kötü, partiler kötü; yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik yaygınlaşıyor; kadınlar öldürülüyor, kapitalizm çevreyi yok ediyor, emperyalistler bir nükleer savaş başlatmak üzere…
İçe kapatan, hareketsiz kılan bir eleştirellik! Sesi kendi kulağına pek öfkeli gelse de gerçekte öfkeli olmayan… Gerçek öfkeden umut da doğar çünkü. Umut; “Dur, yeter artık! Bana bunu yapamazsın!” dedirten öfkenin içindedir!
Bir anayasal hakka, demokratik bir olgunlukla, kırıp dökmeden, ama cesaretle sahip çıkarak meydanlarda ve sokaklarda çok olduğumuz ölçüde umudu da kendimizi de büyüteceğiz.
Bugün İstanbul’da “cumartesi annesi”, yarın da Ankara’da “emekli” olabilirsek eğer, onların mekanlarında çok ve büyük olursak, yankı odalarından çıkıp birbirimize dokunursak, bizi ilerletecek umudu da büyüteceğiz!