Google Play Store
App Store

Öyle garip bir haldeyiz ki her sabaha “bugün kimi kurtarmak için mücadele edeceğiz?”, “bugün neye kahrolacağız, gözyaşı dökeceğiz?” endişesiyle uyanıyoruz. Narin’in toprağı soğumadan Rojin’in haberi geliyor. Gülistan Doku’dan hâlâ haber alınamadı. Gülistan Doku, Tunceli Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ikinci sınıf öğrencisiydi. 2020’den bu yana haber alınamayan bu gencimiz kayıplara karışmadan evvel bir erkeğin hedefindeydi. Erkek arkadaşının Gülistan’ı tartışarak sıkıştırdığı, zor kullandığı bilgileri yapılan araştırmalar sonucu doğrulandı. Okulunu bitirebilse ülkemizde çocuklar için söz konusu olan türlü tehlikeye, şiddete karşı onları korumak, gelişimlerine katkı sunmak için çalışacaktı. Eğitim tercihini bu yönde yapmıştı. Dört yıldır onu son gören şüpheli bir erkeği koruyan sistem Gülistan'ın ailesini de cezalandırıyor. Şüpheli şahıs dosyanın tüm detaylarına erişebilirken ailenin hukuk arayışı engellerle sınanıyor. Temelsiz intihar savlarıyla kamuoyu oyalanıyor. Şüpheli elini kolunu sallayarak, sorgulanmadan gezerken aile sayısız kez gözaltı, engelleme ve tacizle karşı karşıya. Suçları da evlat acısı. Bu ülkenin Gülistan’ları Narin’leri her mahallede, her sokakta. Şiddet sıradan. Fail, korunan, korundukça güçlenip fütursuzca tehditler savuran ve saldırganlaşan koca bir erkek güruhu. Çoğu zaman kadına yönelik şiddetin tanımını bile bilmeyen, yaptığının taciz olduğunu, hak ihlali hatta suç olduğunu bile idrak etmeyen cahillere laf anlatmaya çalışıyoruz. Bireysel silahlanma arttıkça şiddet yaygınlaşıyor. Kendi istedikleri gibi yaşamayan kadını terbiye etmek için şiddeti mubah görenlerse kadını koruması gereken her konumda söz sahibi. Okulda, yargıda, siyasette…

Son bir kaç günü hatırlayalım. Başı açık olduğu için mobbing uygulayan son kertede meslektaşının odasının kapısını tekmeyle kıran öğretmen. (Öğrencilere de mobbing uyguluyor ve müdür olabilmiş!) Öldürülen kadınları suçlayan, “öldüren kadar ölenler de suçludur” diyen Büyükşehir Belediye Meclis üyesi. (Hem de İzmir’de!) Esra Erol’u canını almakla tehdit eden gözü dönmüş tarikat üyesi. (Kendisini mehdi olarak tanıtan, gençleri “ilim öğretmekle” kandırıp tuzağına düşürerek harem kuran bir meczubun gözaltına alınmasından rahatsız olmuş! İlim öğrendiğini sanan gençler tuzakta!) İstanbul Sözleşmesinden aileyi korumak için çıktığımızı söyleyecek kadar hemcinslerine uzaklaşmış iktidar müridi olmuş bir kadın belediye meclis üyesi. (Üstelik istatistikleri de yasaları da manipüle eden bir hukukçu!) Kadına yönelik şiddetin sebebini rakı zanneden ülke lideri. (Üstelik yaptığı açıklamalarda üslubuyla kadını aşağıladığında, hedef gösterdiğinde, “kadın mıdır kız mıdır?” dediğinde sözlü şiddet uyguladığını bile senelerdir onca itiraza, bilgilendirmeye rağmen idrak edemeyen!)

∗∗∗

Özgür Özel’i kadına yönelik şiddete karşı çıkıyor diye eleştirirken şiddetin sebebini alkol olarak tanımlamakla tarikatları, okul öncesi taciz skandallarıyla gündeme gelen kuran kurslarını aklamak istiyor aslında. Amaç bu şiddet ve istismar vakalarıyla cehaletin esir aldığı ve kadına şiddet uygulamayı da fıtrat zanneden kitleyi uyandırmamak. Yeter (!) duygusunu eritmek. Onları kaybetmemek.

İçki bütün kötülüklerin anası diye bir söz var malum. Oysa cehalet bütün kötülüklerin anası. Cehalet artık “yeni maarif modeli”yle bilimden daha da uzak. Bu modelde çocuğun birey olması engelleniyor, cinsiyet ve kimlik rolleri dikte ediliyor ve şiddet normalleştiriliyor. Cehalet muhakeme yetisini yok ettiğinden dogmalara, fetvalara, dine, şeriata daha da yakın. Cehalet kötülüğü sorgulamaz, hatta benimser, görev edinir. Cehalet her söylenene kolayca inandırır, korkutur, sindirir. Sürü psikolojisiyle hareket eder. Yönlendirilir, provakasyona, galeyana açıktır. Talimata itaatte üstüne yoktur. Merhamet, şefkat bilmez. Hoyrattır. Nobrandır. Bencildir. Tekçidir. Doyumsuzdur.

İşte bu cehalet bugün bizim ülkemizin yönetim biçimi. Müthiş bir dekadans yaşıyoruz. Ortaçağda kalmış bir ideolojinin Cumhuriyeti, laikliği, eşitliği ortadan kaldırıp emeği sömürmesini, iyiliği tüketişini ve bitmeyen iştahıyla kronikleşen hazımsızlığını tüm hücrelerimizde hissederek yaşıyoruz. Eğitime yapılan müdahalelere kültürsüzleştirme, belleksizleştirme, kimliksizleştirme eşlik ediyor. Devletin kontrolünde olan eğitimle gelişemiyor çocuklar. Peki ya sanat?! Bilgiye erişim, sanat yoluyla kendini, dünyayı tamıma, iyileşme, üretme, paylaşma da yasaklar, sansürler, engellemeler, baskılarla engelli. Yalnızlaşıyoruz. Geçmişle bağımız, insanlığa inancımız, geleceğe dair umudumuz eriyor.

Trabzon’da 15 yıl sonra CHP yönetimine geçen Ortahisar Belediyesince düzenlenecek olan kitap fuarına katılacak yazarların Dem partili, Dhkp-C’li oldukları iddiasıyla kentte bir kutuplaşma ve provakasyon yaratılmak isteniyor. Elliye yakın yazar ve konuşmacı arasında Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, İnci Aral, Altan Öymen, Sinan Meydan Tasarruf, tedbir diyerek koyulan kısıtlarla bertaraf edilemeyen ve şüphesiz toplumsal bir dönüşüm yaratacak olan bu etkinliği engellemek için sıradan ahlaksızlıklar ve baskı! Hoş Dem partili yazar davet edilse ne olacak?! Ama kriminalize edilen parti gibi bu partiye oy veren seçmen, mensubu ya da oy veren yazar da “terörist” yaftasıyla hedef gösteriliyor. Adeta bile isteye yeni bir Madımak zemini yaratılıyor. Ek olarak o vakit itiraf edilmeden tapılan bu kez tehdit sopasına dönüştürülüyor. “Sizi koruyamayız.” Ayağınızı denk alın diyorlar. Yaşanacağın vebali de sorumluluğu da size kalır!

∗∗∗

Tüm bunlardan kurtulmak için gerekli düzenlemelere dahil olmak da müdahale etmek de şimdilik mümkün değil. Mücadele bilinci de yaşadığımız yozlaşmadan nasibini alıyor. Cılızlaşıyor. Kültürel aktarım da kısıtlı ve amorf artık. Popülizmle yarışmak zorunda. Çünkü üst üste koyamayan bir nesil var. İşte bunu kırmak ve en çok da çocukları ve gençleri yazarlarla, kitaplarla ve sanatla tanıştırmak, buluşturmak gerek. Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya ve yazarlarımızı yalnız bırakmayarak bu yöntemlere, engellemelere ve gücünü şiddet kültüründen alan tehditlere karşı durmak zorundayız.

Geçtiğimiz hafta önce Göle Okçu köyünde Cemil Kırbayır Kültür Evi’nde ve  ertesi gün Şavşat Kültür Sanat Evi’nde Haydar Ergülen ve Erdal Güney’le birlikte okurlarla buluştuk. Cemil Kırbayır bu ülkenin ilk gözaltında kaybedilen devrimcilerinden. Aydınlanma, eşitlik ve özgürlük yolunda mücadele ederken susturulan gencecik bir öğrenciydi. Kars Dede Korkut Eğitim Enstitüsünden mezun olmak üzereydi. İşkencecileri onu eğitim aldığı yere bir eğitim yuvasına sorguya (işkenceye) götürdü. Yıllarca oğlunun akıbetini, bu ülkenin nice aydınıyla ortak kaderini sorgulayarak adalet arayan Cumartesi Anneleri’nden Berfo Anamızın evinde Cemil Kırbayır’ın odasının penceresiyle bugüne kalan taş duvarın önünde gençler, çocuklar hep birlikteydik. Burası artık yaşananlara inat bir bellek mekân. Eğitime, kültüre açılan bir kapı. Bu merkezde filmler izlenmesine, okuma günlerine, söyleşilere el vermek bizlere düşer. Bu mekanı yaşatmalı Cemil Kırbayır’ın ilerici mücadelesini sürdürerek geleceği bellek ve bilinçle kurtarmak için bir bağ kurmalıyız. Şavşat Kültür Evi de kütüphanesiyle, bilgisayarlarıyla gençlere çalışma, okuma ve düşünce, kültür ve sanat insanlarıyla buluşma imkanı sağlıyor. Bunlar çok önemli adımlar. Bu merkezler çoğalmalı, çağlayarak yaşamalı.