Burnumuzun direğini sızlatan bir hikâye

Zeynep Tütüncü Güngör

Dünya Döner Renkler Kalır isimli kitabıyla 2022 yılında 77. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Belgin Bıyıkoğlu’nun yeni kitabı Zaman Geçer Sesler Kalır, Destek Yayınları’ndan çıktı.

Dünya Döner Renkler Kalır kitabının gölge kahramanı Sabite’nin yaşamını anlatan roman, Türklerin Rumeli’ne geçtikleri ilk yer olan Çardak kasabasını merkeze alıyor. Aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı verilen onurlu direniş destanına da ışık tutan kitap, okuyucularını zamana tanıklık etmeye davet ediyor. Savaşın, yoksulluğun, işgalin, acıların ve yanmış yıkılmış şehirlerin gölgesinde; aile, vatan ve doğa sevgisi, dostluk, aşk, arkadaşlık konuları yerel dille ve evrensel bir bakış açısıyla sunuluyor bu kitapta.

Zaman Geçer Sesler Kalır, 1887 ile 1923 yılları arasında geçen, yaşanmış gerçek olayları da anlatan bir dönem romanı olmasının yanı sıra Türkiye’nin yakın tarihine mercek tutuyor. Yazar, kendi aile büyüklerinin yaşadığı hikayeleri, okuyucuya yörenin izlerini de harmanlayarak sunuyor. Anadolu halkının Cumhuriyet öncesi yaşadığı zulmü ve Cumhuriyet’in hemen sonrasında çektiği cefaları gerçek olaylar üzerinden okumak, zaman zaman burnumuzun direğini sızlatıyor. Tarih kitaplarından öğrendiğimiz Çanakkale Savaşı’nın tanıkları, hafızamızda belki de yalnızca cephede beliriyordu. Fakat bu kitabı okuduktan sonra cephenin arkasında yaşanan aşkı, babasız kalan çocukları, oğul hasretiyle yanıp tutuşan anneleri, salgın hastalıklar nedeniyle yaşanan korkuları, gelmeyen baharları, buğdaysız tarlaları, açlığı, kıtlığı, buruk geçen köy düğünlerini, bayramları çok daha derinden hissedecek; kurtuluşun, zaferin önemini çok daha iyi anlayacağız.

1880’li yılların İstanbul’unda ufak bir gezintiye çıktığımız Zaman Geçer Sesler Kalır, hatırı sayılır bir ailenin biricik kızı olarak büyüyen Sabite’nin hikayesini anlatıyor. Yaşıtlarına göre şanslı çocuklardan biri olan Sabite, aslında hiç bilmediği geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarken onunla birlikte meraklanıp, onunla birlikte heyecanlanacak, sorgulayacak, bazen de öfke duyacağız hayata.

Özgürlük, aydın bir gelecek hayaliyle yanıp tutuşan fakat baskılar nedeniyle hayatını yeniden şekillendirmek zorunda kalan bir ailenin dramatik yaşam öyküsü, Sabite’nin sonradan öğrendiği gerçeklerle daha da anlam kazanıyor. Sabite’nin yaşadıkları karşısındaki tevekkülü, metaneti çocukluğundan yadigar kalıyor ona. Hayat birçok seçenek sunsa da ne seçimlerinden ne de yaşadıklarından pişman olmuyor. Doğaya, hayvanlara, müziğe, kitaplara ve mesleğine olan tutkusuyla geliyor birçok zorluğun üstesinden. Tıpkı babası gibi çektiği çilelerin dermanını, insanların acılarını dindirmekte, dertlerine çare olmakta buluyor.

Farklılıkların ortadan kalkmasını ve ülkesinin, kadınların serbestçe dolaştığı bir memleket haline gelmesini hayal ettiği çocukluğundan itibaren bu uğurda mücadele ediyor Sabite. Osmanlı İmparatorluğu’nun zorlu günlerine üzülse de bu yola giden taşları döşeyenlere olan öfkesi, üzüntüsünün önüne geçiyor. Kendi acılarını bir kenara bırakıp, kederini içine gömüp yeniden güzel günlere dönmek için kanının son damlasına kadar savaşacağına ve yanmış, yakılmış memleketi ayağa kaldırmak için mücadele edeceğine dair söz veriyor.

Sabite’nin yanı sıra Zehra ve Fedora’nın hayatından da kesitler sunan kitapta birbirinden farklı üç kadının ortak acıları ve ortak mutluluklarını anlatıyor yazar. Kendine bambaşka bir hayat kurabilecekken Çardak’ta şifa dağıtmayı seçen Sabite’nin, geleneksel bir kız gibi görünse de girişimci ruhuyla kendine yeni ufuklar açan Zehra’nın, Rum köklerinden koparılmanın acısını taşırken yaşamayı tercih ettiği topraklarda yeniden filizlenen Fedora’nın okuyucuda uyandırdığı ortak duygu; umudun ve cesaretin her acının ve yokluğun üzerinden gelebileceği oluyor. Kitaptaki karakterlerden her biri, bugünkü hayatımızda bize bir ders veriyor aslında.

Savaşla, yoksullukla, ölümle, açlıkla, kısacası acılarla yoğurulan Anadolu halkının da umudu ve cesareti kurmadı mı zaten Cumhuriyetimizi? Bedbaht kaderi ile baş başa bırakıldığı düşünülen bu topraklarda, Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz başarısı ve cesareti sayesinde bir halkın kaderi değişti. Davul sesleriyle ilan edilen seferberlik sonrasında ne Anadolu halkının yaşamı ne de devletin bekası eskisi gibi olmayacaktı. Fakat zaferin elde edilmesi yıllar sürerken acıların katlanmaması da imkânsızdı. Buna rağmen acının yanında mutluluk veren hayat, bir teşekkürü hak ediyordu. Sabite’nin de dediği gibi, “Gidenlerin sesleri hep kulaklarında olacaktı, o sesler zamanın sonsuzluğunda, boşlukta gezinip duracaktı.”