Bursa’da güneşin sofrasında
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Nâzım Hikmet Yılı etkinlikleri kapsamında gerçekleşen ‘Güneşin Sofrasında Nâzım Hikmet Sempozyumu’ Bursa’ya ve Nâzım’a yakışan bir etkinlik oldu.

Bursa’’ya son gidişim Nilüfer Belediyesi’nin “Orhan Kemal Sempozyumu”nda ‘Orhan Kemal ve Sinema’’ başlıklı bir sunum nedeniyleydi. Bu kez Bursa’nın kalbinde, Tayyare Sineması’nda gerçekleşen ‘Nâzım Hikmet Sempozyumu’na izleyici olarak katıldım. Mustafa Bozbey, Bursa Büyükşehir Başkanlığı’na seçildiğinde, Nilüfer’de birlikte çalıştığı, Nilüfer’i kısa sürede Türkiye’ye örnek olacak bir sanat kenti yapmayı başaran kültür-sanat ekibinin elebaşlarını yanında getirmiş, Şafak Baba Pala’yı Kültür Sanat Daire Başkanı, Nazan Akdoğan’ı da Kültür Sanat Şube Müdürü yaparak Nilüfer’deki dinamizmin Büyükşehir’e taşınmasını sağlamıştı. Bu doğru kararın meyvelerini vermeye başlaması için birkaç ay bile beklemek gerekmedi. Büyükşehir Belediyesi, Nâzım Hikmet’in ölümünün 61. yıldönümü olan 3 Haziran 2024’te ‘Nâzım Hikmet Yılı’ başlatacaklarını açıkladı.
2024’ten 2025’e uzanan dönem içinde bu güzel kentin kültürel mirasının bir parçası olan - Bursa’da mahpus olduğu on yıl içinde en güzel eserlerini veren -Nâzım’a yakışan bir dizi etkinlik gerçekleştirildi. Konserler, şiir okumaları, söyleşiler, şiir ve drama atölyeleri, tiyatro ve film gösterimleri, sergiler, Nâzım Hikmet Buluşmaları… Ülkemiz sanatının değerli isimleri katıldı bu etkinliklere. Gelelim Nâzım Hikmet Yılı’nın final etkinliği olan sempozyuma… Murathan Mungan’ın konuşması ve Serdar Yalçın’ın müzik direktörlüğünde, Bursa Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ali Düşenkalkar tarafından sahnelenen “Yatar Bursa Kalesinde” başlıklı müzikli şiir dinletisi ile açılan sempozyumun ilk gününe ilişkin izlenimleri sevgili Nazım Alpman’ın Perşembe günkü yazısında okumuş olmalısınız. Bunları yinelemektense, ikinci günün oturumlarını anlatmak istiyorum.
Yalnız iki noktaya değinmeden geçemem. İlki, küratörlüğünü Emre Zeytinoğlu’nun, tasarımını Savaş Çekiç’in üstlendiği “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” başlıklı, bu güne dek yapılmış en kapsamlı çalışma olan iki sergi. İlk sergi, Nâzım’ın yaşamından az bilinen –ya da hiç bilinmeyen- fotoğrafları ve Alpman’ın belgeselini, diğeri ülkemizin önemli sanatçılarının Nâzım üstüne yaptığı resimleri içeriyor. TÜSTAV, Nâzım Hikmet Vakfı ve Piraye Koleksiyonu’nun katkılarıyla hazırlanan bu değerli sergileri görmek için Bursa’ya gitmenizi öneririm.
NÂZIM HİKMET’İN SANATI İLE AŞKLARI
Diğer konu, Alpman’ın yazısında değindiği Murathan Mungan’ın Sempozyum açılış konuşması. Sevgili Murathan, Nâzım’ın yaşamı ve şiirindeki erkek egemen kültürün yansımalarına değindi konuşmasında. Bu yaklaşım sempozyumun kadın konuşmacılarında da belirgindi. Eleştirenler oldu, ama ben bu cesur yorumların Nâzım ustayı daha iyi anlamaya katkısı olacağını düşünüyorum. “Nâzım Hikmet kişilerin yüceltilmesini, putlaştırılmasını önermez, başta kendisi için geçerlidir bu durum, nitekim ‘bir ömür yoklaması’ diye düşüneceğimiz, yaşamının son yıllarında yazdığı ‘Otobiyografi’ şiirinde, hatalarını, zaaflarını açıkça dile getirir, insandır çünkü ama bu hatalar, zaaflar bir kişilik, mizaç, bir çıkar gözetme değil, insanın içinde bulunduğu koşullardaki ‘tökezleme’lerdir ki, hani çok da değildir bildiğimiz, okuduğumuz, tanıdıkların yazdıklarına, söylediklerine baktığımızda” diyor Sempozyumun danışmanı Atilla Birkiye…
Sempozyumun “Şiirinde Kadın ve Aşk” başlıklı oturumunun konuşmacılarından Süreyya Akçay “Şair, sevgiyle bağlanılan bir kadını, yuvayı ‘minnacık’ sıfatına indirgeyerek erkeğin bu sevgideki yerini devleştirmiş, bir üst bakış dili kullanmıştır… Sevdiği kadının duygularını küçümsemiş ve suçlamıştır” derken, Betül Dünder de şairin yaşantısı ile birlikte metinlerini feminist bakış açısından okuyan bildirisinde, “Nâzım’ın kadınları tamlamasını ‘Kadınların Nâzım’ı’ bağlamında değerlendirip, kadınlara eşitlikçi bir özne olarak bakabilirsek; zamanı, duyguyu, bir gönülden bir gönüle giden oluşu ve bütün bunları sakınımsız paylaşan şairi daha başka bir açıdan da görme” gereğinden söz ederek, sözü “Ayşe’nin Mektupları”na getirip,” Nâzım’ın Piraye’yi bu mektup-şiirlerde zaman zaman bir Anadolu kadını arketipine ait kılarak anonimleştirdiğini söyleyebiliriz” diyordu. Bu yorumları, eleştiri kültürümüze katkılar olarak değerlendirmeliyiz bence.
Sempozyumun Deniz Durukan moderatörlüğündeki ilk oturumu “İçerik ile Biçimde Devrim” kapsamında Göksel Aymaz’ın “Nâzım Hikmet Şiirinde Marksist Estetik”, Gonca Özmen’in “Jokond ile Si-ya-u’da yenilikçi adımlar” ve Gülce Başer’in “Nâzım Hikmet’in Arayışları: Devrimi Evrenselleştirmek mi? Yerlileştirmek mi?” başlıklı bildirilerinde önemli saptamalar yer alıyor. Ne yazık ki, köşemin sınırlarına geldim dayandım. Bursa Büyükşehir Belediyesi-Bursa Kültür, “Güneşin Sofrasında Nâzım Hikmet Sempozyumu” kitabında tüm bildirileri yayınladı; edinip, okumanızı öneririm (M. Mungan ayrı yayınlayacakmış açılış konuşmasını). Kitapta yer alan bildiriler arasında, Turgay Fişekçi’nin “Nâzım ile Piraye – Şiirde ve Hayattaki Aşk”, Feridun Andaç’ın “Yeni Zamanın Bakışında Nâzım Hikmet”, Nilay Özer’in “Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye’si: Değerler Atlası Bir Destan”, Metin Balay’ın “Nâzım Hikmet’in Tiyatrosunda Farklı Bir Örnek: Kafatası” ve sempozyuma katılamamalarına karşın kitapta yer alan Gökhan Akçura’nın “Nâzım Hikmet ve Sinema”, Haydar Ergülen’in “Nâzım ile Münevver” başlıklı bildirileri Nâzım araştırmalarına ışık tutan değerli çalışmalar. Tabi, hepsi bu kadar değil; bazılarını da size bırakıyorum, keşfetmeniz için…