Faizi eksene alan başka ilginç karşılaştırmalar da yapılabilir. 2022 yılında Gelir Vergisi net hasılatı 257,2 milyar TL olacaktır ve bunun tam yüzde 93,5'i faizcilere ödenecektir! Ne güzel değil mi? Sermayeden vergi alma, borç al.

Bütçe-TÜSİAD-faiz:  Her şey yolunda mı?

Geçen haftanın ekonomi gündemine üç gelişme egemen oldu. Önce 2022 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Meclis'e sunuldu. Sonra, 19 Ekim Salı günü TÜSİAD bir basın toplantısıyla "Geleceği İnşa" raporunu açıkladı. 21 Ekim Perşembe günü ise TCMB beklenen faiz indirimi kararını beklenmeyen bir oranda açıkladı.

Bunların etkileri önümüzdeki dönemde de hissedilecek. Faizlerdeki indirimin (indirimlerin) kur ve enflasyon üzerindeki etkileri önümüzdeki hafta ve aylarda da sürecek. Bütçe ise, önümüzdeki iki ay boyunca TBMM'deki tartışmaların

bunlar hiçbir şeyi değiştiremese dahi merkezinde olacak, önümüzdeki yıl da gündemde kalacak. TÜSİAD raporunun etki süresi ise tartışılır; ama iddiası uzun dönemi -rapordaki projeksiyona bakılırsa, 20 yıl sonrasını- belirlemek.

BÜTÇE KİME HİZMET EDİYOR?

Yasamanın bütçe hakkının hiçe sayıldığı yeni bir bütçe dönemine girildi. Konunun bu yönü üzerine yazdığım için (Sol Portal, 19 Ekim 2021) burada bazı çarpıcı sayısal veriler üzerinde durmak istiyorum.

Bütçenin boyutlarını harcama büyüklüğüne bakarak anlarız. 2022 Merkezi Yönetim Bütçesi giderleri 1 trilyon 751 milyar TL olarak öngörüldü. Bunun GSYH'ya oranının yüzde 22,2 olarak gerçekleşmesi beklenmekte. Bu bakımdan OECD ve özellikle merkezi AB ülkelerine kıyasla Türkiye'de bütçenin payı oldukça küçük. Karşılaştırmayı Merkezi Yönetim Bütçesi'ne yerel yönetimleri, sosyal güvenlik kuruluşlarını, genel sağlık sigortasını, fonları, döner sermayeleri ve İşsizlik Sigortası Fonu'nu katarak, yani Genel Devlet Dengesi üzerinden yapsaydık dahi 2022'de GSYH'ya oranla yüzde 33,3 oranını elde ederdik ki (2022 Yılı Bütçe Gerekçesi, s.57-58), gene gelişmiş ülkelerdekinin altında kalınırdı. Bunun nedeni, kamu harcamalarının kapitalist gelişmeyle birlikte artma eğiliminde olmasıdır. Çünkü kapitalist devletin regülasyon maliyetleri yükselme eğilimindedir. Gerçi gelişmiş ülkelerde de farklı regülasyon maliyetlerine sahip devletler bulunur. Ama bunların genelinde, devletin boyutları daha az gelişmiş ülkelerdekine kıyasla daha büyüktür.

Türkiye'de gider bütçesinin giderek artan bir bölümü cari transfer harcamalarından oluşmaktadır. 2022 öngörüsüne göre bu 657,3 milyar TL'dir ve bütçenin yüzde 37,5'ini oluşturacaktır. Eğer cari transferlere gene bir cari transfer kalemi olan 240,4 milyar liralık faiz ödemelerini ekleseydik, bütçenin yüzde 51,2'sinin cari transferlere gittiğini görürdük. Geriye kalanı yaklaşık olarak personel (yüzde 25-27), yatırım (yaklaşık yüzde 10) ve cari (yüzde 7) harcamalardan oluşur. Bu anlamda bütçelerin esnekliği pek yoktur; ama bütçenin yüzde 20'si bile mevcut ihale düzeninde yandaş sermayeyi ihya etmeye yeter. Kaldı ki AKP bütçeyi esnetmenin çaresini bulmuştur: Yasamadan yetki almadan bütçe limitinin üzerine çıkan ödenek üstü harcamalar yapmaktadır!

Bütçe faiz ödemelerinin büyük bölümünün Hazine'nin iç borç faizlerinden oluştuğunu ve asıl yararlanan kesimin de yerli sermaye olduğu açıktır. Özal'dan itibaren kurulan çark dönmektedir: Sermayeden vergi almak yerine borç al ve bu sınıfı devlet garantili faiz ödemeleriyle besle. Son yıllarda Hazine'nin dövize endeksli iç borçlanma yapmak gibi yeni bir günah işlediği de hesaba katılırsa, sermaye kesimine bir de ballı kur farkları da ödenmiş olmakta. Burada son faiz indirimi kararının etkilerini bir de bu yönden düşünebilirsiniz.

Cari transferler, reel harcamalardan farklı olarak, bütçeden doğrudan harcanmayıp belirli kurumlara/kesimlere bir bakıma "Al da sen harca" denilerek aktarılan paralardır. Kulağa hoş gelmiyor olabilir; ama bu, cari transferlerin hepsini olumsuzlamak için bir gerekçe yapılamaz. Bir kere, 657 milyarlık cari transferin 290 milyar lirası sosyal güvenlik sistemine aktarılacaktır. Aktarılmasın diyemeyiz, çünkü o zaman bu sistemin çalışmasını durdurmuş oluruz. Ama 1990'ları diline dolayan bu iktidara, SGK açıklarının şimdilerde her yıl tarihi rekorlar kırdığını hatırlatabiliriz. Bugünkü kötü yönetim olmasaydı, işverene hediye edilen prim indirimleri olmasaydı, kayıt dışı istihdam güçlü bir sendikalaşmayla engellenebilmiş olsaydı bugünkü SGK açıkları daha az olabilirdi elbette; ama gerçek bir sosyal devlet anlayışı geçerli olsa, sosyal güvenlik sisteminin açıklarının büyümesi de beklenebilirdi. Ama en azından doğru yere gittiğini bilirdik.

Cari transferlerin ikinci büyük kalemi, bütçe gelirlerinden ayrılan paylardır. Bunun toplamı, 2022 öngörüsünde 197,5 milyar TL'dir. Bunun da 149,3 milyarı yerel yönetimlere, 47,5 milyarı da fonlara ayrılmaktadır. Yerel yönetimlerin paylarına diyecek yok, çünkü gelirlerinin büyük bölümünü genel bütçe vergi gelirlerinin payı olarak alırlar; artırılması bile gündeme getirilebilir, ama diğer paylarda kısıntı yapmak şartıyla!

Cari transferlerin artırılması şart olan bir başka kalemi tarımsal desteklemelere ayrılan paylardır. Buraya, 2022 bütçesinde (Bütçe Gerekçesi, s.80-81) lutfedip 25,8 milyar TL ayırabilmişler! Böylece, 2006 Tarım Kanunu'na göre tarımsal destekler GSYH'nın yüzde 1'inden az olamaz hükmü, yıllarca yüzde yarım olarak uygulandıktan ve son yıllarda yüzde 0,4 düzeyine indirildikten sonra, önümüzdeki yıl demek ki yüzde 0,3 düzeyine (tam olarak binde 3,27 düzeyine) çekilmiş olmakta. Peki 2022 bütçesinin bir erken seçim bütçesi olduğu hâlâ nasıl iddia edilebiliyor?

Bu arada, gene cari transferler kapsamında, çiftçiye ayrılan destek bütçesinin iki katına yakın bir tutarın KÖİ-YİD projelerinin dövize endeksli garantili ödemelerine ayrılacağını da hatırlatmadan geçmeyelim. Faizleri indirip döviz kurunu zıplatanlar bu çıkar değirmenine su taşıdıklarını bilmiyor veya buradan nemalanmıyor olabilirler mi?

SINIFSAL NİTELİK: BAZI KARŞILAŞTIRMALAR

İkna olunmadıysa bazı karşılaştırmalar daha uyarıcı olabilir. Örneğin tarıma ayrılan destek bütçesinin faizlere ayrılan ödeneklerin sadece yüzde 10,7'sinden ibaret olduğu (25,8/240,4=yüzde 10,7) görülecektir. Tersinden okunursa, bütçeden faizcilere ödenen tutar, çiftçiye verilen desteğin tam 9,3 katıdır. Oysa, çiftçiye yasa gereği verilmesi gereken asgari tutar 2022 için 78,8 milyar TL olmak zorundaydı. Gerçi Hazine'yi borçla fonlayan faizci gene 3 katlık bir fark yapardı ama hiç olmazsa aradaki fark azalırdı. Peki Tayyibistan yönetiminin faize ve faizcilere karşıtlığı nerede kaldı?

Faizi eksene alan başka ilginç karşılaştırmalar da yapılabilir. 2022 yılında Gelir Vergisi net hasılatı 257,2 milyar TL olacaktır ve bunun tam yüzde 93,5'i faizcilere ödenecektir! Ne güzel değil mi? Sermayeden vergi alma, borç al. Üstelik bütün yıl boyunca topladığın gelir vergisinin neredeyse tamamını da sermayeye faiz geliri olarak aktar! Dahası var: Gelir Vergisi'nin üçte ikisi ücretlilerden toplanabilmektedir. Ücretlilerin dolaylı vergilerdeki payı da daha az değildir. Demek ki, emekçiden toplanan vergiyi sermayeye faiz olarak aktarmaya sermaye düzeninin bütçe politikası deniyor! (Bu arada, ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay yüzde 29 iken, gelir vergisinden paylarına yüzde 65 düştüğüne göre üzerlerindeki gelir vergisi baskısı (65/29) 2 katın üzerindedir).

Sermaye üzerinden alındığı iddia edilen Kurumlar Vergisi için bir karşılaştırma yapılsaydı, 2022'deki 172,4 milyarlık Kurumlar Vergisi hasılatının tümünün faiz ödemelerine yetişmeyeceğini görürdük. Faiz transferlerinin, gelir artı kurumlar vergileri toplam hasılatının bile yüzde 56'sına karşılık geldiğini görürdük!

***

Aslında vergi gelirlerinin yağması burada bitmiyor. Bütçe Kanunu'nda (s.169), vergi harcamaları cetveli veriliyor. Vergi istisna ve muafiyetleri nedeniyle "toplanmadan harcanan veya toplamaktan vazgeçilen vergi gelirleri" olarak da adlandırılabilecek olan bu sermaye ağırlıklı ayrıcalıkların 2022 yılı için 336 milyar TL olarak öngörüldüğünü söylersek meselenin devasa boyutunu görebiliriz. Bu vergi ikramının boyutunu daha iyi görebilmek için, bunu toplam vergi gelirleri olan 1.258,3 milyar TL'ye oranlarsak, yüzde 26,7 oranın buluruz. Anlamını vurgulayalım: Toplam vergi gelirlerinin yüzde 26,7'si toplanmadan harcanmakta veya bu bölümün toplanmasından vazgeçilmektedir. Asıl yararlanan kesim de sermaye sınıfı olmaktadır! (Ücretliler için "asgari geçim indirimi" gibi bazı önemsiz yasak savmaların kıymeti harbiyesi yoktur). Vergi harcaması hemen her vergi için söz konusudur; ama birinci sırada 128 milyarla Gelir Vergisi geliyor; onu, 86 milyarla Kurumlar Vergisi, 71 milyarla KDV, 26 milyarla ÖTV, 25 milyarla diğerleri izliyor. Hem Gelir hem Kurumlar vergileri, 2022 hasılat beklentilerinin yarısı kadar (GV için 128/257; KV için 86/172) bir vergi ikramına konu olmaktadır ki az-buz şey değildir.

Aslında toplam vergi harcaması miktarının (336 milyar TL) hem gelir, hem de kurumlar vergilerinin toplam hasılatlarını ayrı ayrı aştığını; bu iki verginin toplam hasılatına oranının bile (336/430) yüzde 78 ettiğini de vurgulamamız gerekir. Yani gelir ve kurumlar vergisinin yıllık hasılatının yüzde 78'i kadar bir tutar vergi ayrıcalıklarına ayrılmaktadır!

Bir başka karşılaştırma da öğreticidir: 2022'nin beklenen bütçe açığı 278 milyar TL'dir. Yani vergi istisna ve muafiyetleri olmasa, bütçe açık değil fazla verecektir. Hadi insaflı davranalım, diyelim ki ücretliler lehine 50-60 milyar TL'lik gibi bazı vergi indirimleri korunacaktır, o zaman bile denk bütçeye ulaşılabilecektir! Ama o zaman bütçe açıklarını finanse etmekten mahrum kalacak olan sermaye, faiz gelirleri kaybı yaşamaz mıydı?

Eh, vergiler böylesine yağmalanınca toplumun geniş kesimlerine eğitim ve sağlık hizmetlerinin aksamasına, vergi karşılığı olarak sunulması gereken bu kamusal hizmetlerin giderek paralı hale dönüştürülmesine, yetersiz ve kalitesiz kamu hizmeti sunumu nedeniyle özel eğitim ve sağlık kurumlarının pıtrak gibi çoğalmasına da yer açılabilirmiş. Hatta, bütçe açıklarını kapamak bahanesiyle kamu varlıkları özelleştirmeler vs. yöntemlerle daha kolay yağmalanabilirmiş.

Demek ki neymiş? Bütçeler, emme-basma tulumba gibi hep sermayeye çalışmaktaymış. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla; tahsil ettikleriyle edemedikleriyle; hizmet sunarken veya sunamazken veya aksatırken...

Emek kesiminin bu hırsızlık düzenine isyan etmemesi, ancak bu gerçeklerin gizlenmesiyle olur; dinin bir bilinç çarpıtma aracı olarak devreye sokulmasıyla olur; eğitimin engellenmesi, düzeyinin düşürülmesi ve dinselleştirilmesiyle olur. O yüzden bunlar insanın cahilini severler; bakıp da göremeyenleri, görüp de bağlantıları yeterince kuramayanları tercih ederler; her türlü ilişkiyi çözenleri de yağmaya ortak etmeye çalışırlar. Ama her yağma düzeninin de bir sonu vardır.

TÜSİAD'IN DEMOKRASİ FİKRİ GELMİŞ

Bütçe-sermaye ilişkilerini tahlil ettikten sonra ayrıca bir de AKP-sermaye ilişkilerine uzun uzadıya girmek gerekli mi? İsterseniz AKP-sermaye yerine sistem-sermaye yazalım, durumun özü değişmez. Ama kuşkusuz AKP mevcut sömürü sisteminin daha açgözlü ve daha pervasız bir temsilcisidir.

Peki bu AKP-TÜSİAD ilişkileri güllük gülistanlık iken birdenbire ne oldu da bu sermaye örgütü "Geleceği İnşa" başlığıyla bir program oluşturmaya niyetlendi? Bu konuda ayrıntılı yazdığım için (bkz. Sol Portal, "Patronların raporu: Türkiye'nin değil TÜSİAD'ın geleceğinin inşası", 22 Ekim 2021) burada sadece değinerek geçebilirim. Seçimler yaklaşır ve mevcut iktidara nihayet siyasi bir seçenek oluşurken, sermaye örgütü iktidarla ilişkileri açısından gardını alıyor, yeni iktidar adayına peşinen ayar veriyor, TOBB ve MÜSİAD gibi diğer sermaye örgütlerine mesaj iletiyor, böylece Türkiye'nin geleceğinde de kendisinin belirleyici olmak istediğini duyuruyor.

Neoliberal düzenleme rejimine, onun kurumsallaşmış haline tam biat edilmesini, dünya hegemonik sistemi içinde yer tutulmasını, Batı/NATO dışı maceralara heves edilmemesini istiyor. Biraz da adalet, laiklik, çevrecilik gibi sosları kullanıyor elbette; ama şimdiye kadar neden bu konularda ses çıkarmadığını açıklamıyor. Laikliği de zaten "din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi" olarak AKP sığlığında açıklamayı marifet sanıyor.

TÜSİAD her şeyi söylüyor ama örneğin bütçe ve vergi imtiyazlarından vazgeçebileceğine, gelir ve servet bölüşümünde aslan payını almaktan geri adım atabileceğine, emeğin örgütlenmesinin önünü açabileceğine dair en ufak bir imada bulunmuyor. Bakalım bu konulara da birgün fikri gelecek mi? Kendiliğinden gelmeyeceği kesin; bu fikri ona ancak emeğin örgütlü mücadelesi dayatabilecektir. Ama o zaman da büyük sermaye çoktan firarda olacaktır!