Google Play Store
App Store


403 milyar 99 milyon Tl. olarak öngörülen 2013 yılı bütçesinin 68 milyarı eğitime ayrılmış. Bazı medya organlarının dediği gibi bütçenin “aslan payı” 2013’te de eğitimin. Peki, bütçeden ayrılan pay artmasına rağmen neden ailelerin öğrenci başına harcaması anormal düzeyde artış gösteriyor? İnsanlar neden daha kaliteli bir eğitim aldıklarına inanmıyorlar? Eğitim çalışanları neden hâlâ yoksulluk sınırında?

 

Bunlar kendi tespitlerimizden çıkardığımız sorular değil, Hükümetin 2013 Yılı Programı’nın özeti. Hükümet, 28445 Sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 2013 Yılı Programı’nda eğitimin mevcut durumunu şöyle özetliyor. “Eğitime erişim ve eğitimin kalitesi, eğitim sisteminin temel sorun alanlarıdır. Erişim sorunu kapsamında okullaşma oranları,  bölgeler, cinsiyetler arası fırsat eşitsizlikleri; kalite sorunu kapsamında ise fiziki altyapı yetersizlikleri, müfredatın güncellenmesi, öğretmen niteliklerinin geliştirilmesi ve eğitim materyallerinin müfredatla uyumu gibi hususlar öne çıkmaktadır.” 

 

İktidarı döneminde eğitimin bütçedeki payını artırdığını söyleyen Hükümetin 10 yıl sonra kendisi için yaptığı tespit bu. Üstelik bu, gerçeğin gizlenmiş hali... Fakat rapor dikkatle okunduğunda gizlenmiş gerçekleri de önümüze seriyor. Özellikle mevcut durumun karşılaştırmalı analize dayalı olarak yapılmış olması bize bu olanağı sunuyor. Örneğin okullaşma oranı ve eğitim kalitesini belirleyen yapısal mevcutlar Batı ile kıyaslanmış; okullaşma oranı, bölgeler ve cinsiyetler arası eşitsizlikler ise ülkenin Doğu’su ile Batı’sının karşılaştırılmasıyla gözler önüne serilmiş. Genel olarak Türkiye, OECD ülkelerine göre; Şanlı Urfa, Hakkari ve Van başta olmak üzere Türkiye’nin Doğu’su, Batı’sına göre berbat durumda.

2013 Programı, Hükümetin eğitim alanındaki başarısızlığının itirafnamesi gibi bir şey.  Şu verilere bir bakın: AB ortalaması olan yüzde 92,4 olan okul öncesi eğitim, Türkiye’de yüzde 46,4’de kaldı. Bu alanda okullaşma oranının en düşük olduğu il yüzde 20,9’la Hakkari. Türkiye genelinde yüzde 47,5 olan kızların ilköğretimden mezun olma oranı, toplamı 13 adet olan Kız Anadolu Lisesinden 5’inin bulunduğu Şanlıurfa’da 39,8. Van, yüzde 47,4 ile 2011-2012 öğretim yılı verilerine göre ortaöğretimde okullaşma oranının en düşük olduğu il. Türkiye genelinde yüzde 84,7 olan ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranı, sekiz yıl Eğitim Bakanlığının başında bulunmuş Hüseyin Çelik’in memleketi ve adına reform denen her eğitim uygulamasının başlatıldığı Van’da yüzde 54,7’yle en düşük düzeydedir.

Hükümet, eğitim bütçesini işte bu gerekçelere dayandırıyor. Demeye getiriyor ki bu parayla bu sorunları çözeceğim. İyi de be kardeşim hani Cumhuriyet dönemini ikiye katlamış, sorunları bir bir çözmüştünüz. Öyleyse nedir bu rezalet? Demek ki siz ya eğitime ayrılan bütçeyi yönetmeyi bilmiyorsunuz ya da bütçenin önemli bir kısmını çalıp çırpıyorsunuz.  Harcanan para miktarı artıyor fakat buna rağmen ortada bir iyileşme görülmüyorsa bunun başka bir açıklaması olamaz. Hükümet, eğitim sorunlarına ilgisini bütçe büyüklüğü ile anlatmaya kalkışmadan 68 milyarın yüzde 70’inin personel, kalanının da diğer cari harcamalara gittiğini itiraf etse bizim bu sorularımıza muhatap olmazdı aslında. Biz de nitelikli bir eğitimin büyük bütçelerden geçmediğini biliyoruz her halde.

 

---------------------------------------------------------

 

 

“O…; faşizm, faşizm…”

 

Dün, yine öğretici bir konferansa dinleyici olarak katıldım. Konferansı veren Ankara Üniversitesi Eğitim Fak. Yaşam Boyu Öğrenme ve Yetişkin Eğitimi Bölümü ile Eleştirel Pedagoji dergisinin davetlisi olarak gelen İngiliz Prof. Dave Hill’di. Prof. Hill, eğitim politikaları üzerine çalışan ve kendisini Marksist eğitim aktivisti olarak tanımlayan biri. Gerçekten de öyle, yazılarında ve konuşmalarında ısrarla mücadele yolları üzerinde durmasından anlıyoruz bunu. Mücadele, ruhuna öyle işlemiş ki iki kulağında da işitme cihazı kullanmak zorunda olduğu halde Marksizm ve direniş sözcükleri fısıltıyla da gelse anında olumlu tepki verebiliyor. Eleştirel Pedagoji’nin 23. sayısındaki makalesinin başlığı (Kapitalizm ve Stratejik Aktivizm) ile konferans konusu (Neoliberal Sefalet Kapitalizmi Döneminde Aktivistler Olarak Eleştirel Eğitimciler) onu anlatmaya yeter zaten. 

 

Her yabancı gibi Dave Hill de ilk kez geldiği bu ülkeyi tanıyıp anlamaya çalıştı. Eğitim ve özellikle ilgilendiği eğitim örgütleri hakkında birinci elden bilgilenmesi için en doğru yere, Eğitim Sen’e gittik. Genel Başkan Ünsal Yıldız’a “Sizin en çok başetmek zorunda olduğunuz sorunlar nelerdir?” diye sordu. Hill, birkaç başlıkta eğitimin, eğitim emekçilerinin sorunlarını kavrayacağını sanıyordu. Çünkü Kızılay ve Meclisin önünden geçerken “Buralar Londraya benziyor” demişti. ‘Sadece buralar!’ dememe rağmen sanırım, Türkiye’deki muhalif bir sendikanın İngiltere’dekilerle benzer sorunları dert edinip aynı yöntemlerle mücadele edebileceğini düşünmüştü. Tabi bu soru Ünsal Yıldız’da Türk’ün bilgisayara “Ne var, ne yok?” diye sorup da bilgisayarın kilitlenmesi fıkrasındaki etkinin aynısını yaptı. Yıldız, üçbeş başlıktan sonra Sendikanın genel sekreteri (Mehmet Bozgeyik) dahil 60 arkadaşlarının sendikal faaliyetlerinden ötürü tutuklu olduğunu söylediğinde konuğumuz herşeyi bir anda anladı. Ne anladığını da o evrensel sözcükle dile getirdi: “O…; faşizm, faşizm…” Böylece Genel Başkan gerisini anlatmaktan, gerilip patlamaktan, Eğitim Sen de başkansız kalmaktan kıl payı kurtuldu.

 -----------------------------------------------------

 

Talim Terbiye çalışanlarına yine terbiyesizlik yaptı

Anımsayan olacaktır AKP, kamu kurumlarındaki kadrolaşması sırasında ilk ve en büyük operasyonunu Talim ve Terbiye Kurulunda gerçekleştirmiş, 2003 yılında 167 kişiyi uyduruk bir soruşturmaya dayanarak sürgüne göndermişti. Hiçbir haklı dayanağı olmayan bu operasyona karşı görev yerinden edilenler seri direniş eylemleri başlattı. Talim Terbiyenin önü her gün bir protesto eyleminin sahnesi oluyordu. Kamuoyu da desteğini esirgememişti. Sonunda idare mahkemelerine dava açanlar görev yerlerine iade edildiler. Dava açmayan, emekli olan, kuruma dönmek istemeyip sürgün yerinde kalan derken iki yıl sonar görev yerine tekrar dönenler Eğitim Bakanlığının çeşitli yöntemlerle etkisiz hale getirebileceği bir sayıya inmişti.

 

Bir süre once, Bakanlık aldığı bir kararla sözünü ettiğimiz personelin çalıştığı birimi tümüyle kapattı. Kurumları kapatılan fakat durumları hakkında bilgilendirilmeyen çalışanların protestosuyla Talim Terbiye dün yine eski günlerine döndü. Kira yasası, satılan konutun kiracısına önceden bilgilendirilmek koşuluyla altı aylık tahliye süresi tanırken kocaman devletin 93 kişiyi bir gece ansızın alınan kararlarla belirsizliğe terketmesi anlaşılır gibi değil. Bir kurum hakkında kapatılma kararı alınıyor çalışanları bunu Resmi Gazete’den öğreniyor. Demokrasiye bakın… Kimse yeni görev yerinin neresi olduğunu, olacağını bilmiyor. Fakat kurulu düzeninin ekonomik ve sosyal yasantısını olumsuz yönde etkileyeceğinden herkes emin. Anlayacağınız, Talim Terbiyenin kapatılan Eğitim Materyalleri İnceleme Merkezi çalışanları yine sokağa atıldılar. Sanırım şimdi öncekinden daha çok desteğe ihtiyaçları var.