Gazetelerde sık sık sözü ediliyor, TV kanallarındaki her şeyi bilen uzmanlar arasında konuşuluyor; iktidar partisinin bütün tuşlara aynı anda bastığını, övüyorlar mı yeriyorlar mı anlaşılmaz bir edayla söylüyorlar. Niye basıyor ki iktidar partisi bütün tuşlara aynı anda, nasıl beceriyor ki bu zor işi?

Bütün tuşlara aynı anda basarsanız...

Ne olur bilir misiniz? Kullandığınız bilgisayar, tablet her neyse çıldırır. Beklemediğiniz işler yapmaya başlar, büyük bir olasılıkla hafızasını yitirir, kaydettiğiniz yazılar, raporlar uçar, harfler rakamlar birbirine girer…

Ve sonunda bilgisayarınız bilgi sayamaz, ondan beklediğiniz kolaylığı size sağlayamaz olur. Kısaca iflas eder. Nerden çıktı şimdi tuşlara aynı anda basmak meselesi. Gazetelerde sık sık sözü ediliyor, TV kanallarındaki her şeyi bilen uzmanlar arasında konuşuluyor; kimileri muzip bir gülümsemeyle iktidar partisinin bütün tuşlara aynı anda bastığını, övüyorlar mı yeriyorlar mı anlaşılmaz bir edayla söylüyorlar. Niye basıyor ki iktidar partisi bütün tuşlara aynı anda, nasıl beceriyor ki bu zor işi?

İddia odur ki, seçimi kazanamayacağını nihayet anlayan iktidar partisi bütün tuşlara aynı anda basarak, yani eteğindeki bütün taşları dökerek, daha açık söyleyelim toplumsal bir çılgınlık nöbetini kışkırtarak, yani zoru sıradanlaştırarak kendine uygun bir seçim havası yaratmak, böylece zafer kazanmak, öyle ya da böyle kazandığını ilan etmek niyetindeymiş. İhtimal vermiyorum. Tamam, biz böyle maceralı işleri severiz, o türden filmler, yoksulluktan artık gidemediğimiz sinema, TV kanallarından evimize kadar, üstelik bizi de işin içine dahil ederek moda lafla interaktif bir şekilde bize ulaşıyor; ama abartmayalım, o kadar da serüven delisi değiliz, macera da bir yere kadar. Gerilimli filmleri, hızlı çekenin kazandığı kovboy filmlerini, son zamanlarda enikonu ustalaştığımız mafya dizilerini seviyoruz ama örnek olsun diye söyleyeyim, Çukur’daki kahramanların yerinde olmak istemeyiz; ya da kim Polat Alemdar olmak ister ki, adamın hayatı hayat değil; her neyse iktidar partisi isterse bütün tuşlara bassın, ama “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” ihtimalini de hesaba katsın bence.

Doktor dövmenin rahatlığı

Eğer bu bütün tuşlara aynı anda basma metaforunun çok işe yaradığı düşünülüyor, “bak daha neler olacak” kaygısını yaygınlaştırılarak, korku iklimi yeniden egemen kılmak isteniyorsa, bence işe yaramayacaktır. Çünkü alıştık artık, yalama oldu dişliler, yalan bile yalan olmaktan çıktı, sıradan bir iş oldu, etkisini yitirdi. Yok eğer bir panik atak nöbetinde rastgele tuşlara basılıyorsa, kaotik bir ortamın işe yarayacağı düşünülüyorsa, “üzüm yemenin yolu bağcıyı dövmekten geçer” diyorsanız, “eskiden bizi oradan oraya koşturuyorlardı, şimdi rahat rahat doktor dövebiliyoruz bu nedenle durumdan çok memnunuz” diyen eli sopalı teyze gibilerinin zamanıdır deniliyorsa, ben de diyeyim ki, bu iş sakattır, yanlış hesaptır; azınlığı çoğunlukla ya da tersi karşı karşıya getirmek hem mümkün değildir, hem de tehlikelidir. Dahası ahlaki değildir, “pire için yorgan yakmaya” tam teşebbüstür, illaki ters teper.

Bu azınlık çoğunluk kavramları da tekin kavramlar değildir; çoğunluğun kapsamı da, azınlığın haritası da gün gelir kendi içinden parçalanır ki, zamanımızda bu parçalanma çoktan gerçekleşmiştir. İşçiler, köylüler, gittikçe yoksullaşan, kepenk mi kapatsam kredi borcuyla son bir defa şansımı mı denesem diyen esnaf, takım elbiseli beyaz yakalılar, her türden memurin takımı, günü geçmiş, tedavülden kalkmış, “bizim çoğunluk sizin azınlık” masalına sığmaz olmuşlardır. O nedenle eski hesaplara güvenip, “kaostan bizim eski düzen çıkar” hayaline siz siz olun kapılmayın.

Tarikat yol değil, çıkmaz sokaktır

Biliyorum “geride daha tam anlamıyla kullanıma sokmadığımız din iman kozumuz var” diyorsunuz ama bu da eskidi, yıprandı. Gerçeklikten kopmak kolay da, Arap âleminin, Fars dünyasının dahi kendini kurtarmak için uğraştığı hurafeyle, bunca yıldır laik düşünceyle ve modern hayatla iç içe yaşamış insanlarımızı kandırmak kolay değil. Tamam kimi tarikatlar öz ve görüntü olarak size “bu malzeme hâlâ geçerli” umudunu veriyor olabilir ama unutmayın marjinali maksimal yapmak pek mümkün değil artık. Milliyetçilik şeriatçılık da artık sizin istediğiniz gibi aynı kalıba kolay sokulamıyor. Üstelik gerçekten tehlikeli, işinize de yaramayacak çatışmalara yol açabiliyor. Yeni ortağınız, Gaffar Okkan cinayetinin faili Hizbullah’ın “pek siyasi” kanadı şeriatçı Hüdacılarla, eski Ülkü Ocakları Başkanı, aforoz edilmiş sonra siyasi bir suikastla canına kıyılmış Sinan Ateş’in hesabını soran milliyetçilerin birbirine girdiklerini görmezlikten mi geleceksiniz. Yapmayın, bu kaos teorisi ve de pratiği pek tehlikelidir, düştüğü yeri yakar. En iyisi, sandıklara güvenmek, ne çıkarsa bahtına deyip tevekkülle davranmak başa ne gelecekse çekmek lazımdır.

Ama biliyoruz bu iktidar denilen tadı gittikçe mayhoşlaşsa da o yasak meyve öyle kolay bırakılamıyor, siz de bırakamıyorsunuz işte. Bırakamıyorsunuz ama yollar da tıkalı gibi görünüyor. Miting meydanlarında özlediğiniz eski heyecan kalmamış, millet soğan patates hesabı yapıyor, TÜİK’e inanmıyor, RTÜK’e kızıyor, bunca yılın Kızılay’ına bağış kanlarını hastalara parayla satan Başkana kızdığı için kan vermekten bile neredeyse vazgeçme noktasına gelmiş, yükselen dövizden ürkmüş, okul taksitlerinden yılmış, sabahın köründe ucuz ekmek kuyruklarında beklemekten yorulmuş, eti unutmuş, meyveyi manavda seyreder olmuş, konser tiyatro afişlerine bile bakamaz hale gelmiş, kredi kartı borçları bini, on bini değil yüz bini aşmış, içinden çıkılmaz bir labirentte çıkış yolu aramakta. Besbelli ki o çıkış kapısı siz değilsiniz. Hayır “20 yıldır iktidardayız ama yine biz hallederiz” deseniz de inanmak artık mümkün değil size.

Vazgeçmek ne kadar zor olsa da

Ama biliyoruz siz bu iktidardan “sandıklar ne gösterirse o” deyip vazgeçmezsiniz. Son günlerde önde gelen liderleriniz, aslında hepsi şu anda müstafi durumdadırlar ama sanal da olsa erk sahibi görünüyorlar, ağızbirliği ettiler; aynı makamdan o bildik şarkıyı söyleyip duruyorlar. Şarkının güftesi eski, bestesi pek arabesktir. Bir zamanlar garip gurabanın yani tüm gariplerin öfkesini soğutmak için otomobillerin, minibüslerin teyplerinde yüksek desibelde çalınan, neoliberalizmi İslam’la ve modern yaşamla pek güzel hal hamur eden karizmatik cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kendi arabasında eşine “Semra koy bir kaset de neşemizi bulalım” dediği, büyük olasılıkla Orhan Gencebay kasetindeki “Batsın bu dünya” şarkısı artık işe yaramıyor. “Seçim sivil darbe olacak” sözünün ya da feryadının arkasında yatanı artık ezbere biliyoruz. Diyorsunuz ki, “sandıktan siz çıkarsanız bu darbedir, biz çıkarsak haklı meşru zaferimizdir.” Olmuyor ama, bu pek veciz ifadenizi halkımız bir tür hakaret olarak algıladı haberiniz olsun. Yanıtı da ona göre sandıklaşır.

***

Muhalefet liderleri bu sözlerin arkasındaki kötü niyeti pek güzel deşifre ettiler; şimdi sorun seçim sonuçlarını benimsemeyeceğinin, kabul etmeyeceğinin işaretlerini parlayıp sönen imdat ışıklarıyla verenlerin nasıl terbiye edileceğidir. Aman seçim gecesi sokağa çıkmayalım, provokasyona gelmeyelim diyen liderlerden, provokasyonların ancak seçmenlerin oylarına sahip çıktıklarını kitlesel olarak göstermeleriyle önlenebileceği görüşünü de yabana atmamalarını rica ediyoruz. Her neyse önemli olan, öncelikli olan sandıklardan kıskançlıkla korunacak bir sonucun çıkmasını sağlamaktır. Halk kazanırsa, sonuca olgunlukla ve hiç kimsenin oyununa gelmeden sahip çıkmayı bilecektir.

Şimdi sorun panik ataktaki iktidarın tüm tuşlara aynı anda basarak memleketi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemesini önlemektir. Belki kaosun siyaseti tatil etmeyeceğini ama onları siyaseten tatile gönderebileceğini söylemek işe yarayabilir.