Akla, bilime, uzmanlığa değer vermeyen, hurafelere dayalı iptidai bir zihniyetle yönetilmenin, insani ve maddi faturayı ağırlaştırdı. “Asrın felaketi” sloganına sığınarak sorumluluğu ilahi güçlere yıkma gayretindeler.

Büyük acının 10 temel gerçeği
Fotoğraf: AA

Tüm bir ulus olarak gerçekten büyük bir acı yaşıyoruz. Yatağımıza girerken, lokmamızı çiğnerken, fark etmeden yaşamdan küçük bir haz alırken bile suçluluk duyuyoruz. Mizah hissimiz neredeyse iptal olmuş gibi. Küçük mucizelerle tek bir canın kurtulmasına sevinsek de, ruhumuzu teskin edecek bir gerekçe bulamıyoruz. Geçmişte ilk Hatay’dan yükselen “Her şey daha güzel olacak” sloganını bir nostalji duygusuyla hatırlıyoruz.

Çok geniş bir coğrafyaya yayılan büyük bir doğal afetle karşı karşıya kaldığımız objektif bir gerçek. Felakete her zamanki gibi tüm toplum olarak hazırlıksız yakalandığımız da ortada. Ancak akla, bilime, uzmanlığa değer vermeyen, hurafelere dayalı iptidai bir zihniyetle yönetilmenin, insani ve maddi faturayı ağırlaştırdığını, siyasi hesap sorma hakkımız doğduğunu da unutmayalım.


Daha enkaz kaldırma çabaları sürerken bu doğa ve kötü yönetim felaketinin ekonomik bilançosunu çıkarmak için henüz erken. O nedenle şimdilik mevcut fotoğrafı 10 karede özetlemek daha doğru görünüyor.

1) Başkanlık sisteminin işlemediği ortaya çıktı:

2018’de devreye giren şark usulü başkanlık sistemi; olaylara kısa zamanda, kararlı bir şekilde müdahale etme, bürokratik ayak bağlarından kurtulma iddiasıyla pazarlanmıştı. Tüm karar alma yetkilerini “tek adama” bırakan bu sistemin işlemediği Covid pandemisinde, orman yangınlarında ve heyelanlarda sezilmişti. 6 Şubat depreminde ise tablo net biçimde ortaya çıktı. İlk iki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan durumun vahametini kavramaktan uzak göründü. Hele ikinci gün millet enkaz altında inlerken yeni mavi takım elbisesi, janti kravatı ile boy göstermesi gözlerden kaçmadı. İşin ciddiyetini kavramakta, askeri devreye sokmakta, borsayı kapamakta hep geç kaldılar. Arama ve kurtarmada en kıymetli ilk saatler adeta heba edildi. Şimdi de “asrın felaketi” sloganına sığınarak sorumluluğu ilahi güçlere yıkma gayretindeler.

2) Kurumsal yapıların çökmesinin vahim sonuçları görüldü:

AKP rejiminde kurumsal yapıların çöktüğünü, bilgi ve deneyimin bileşimi liyakatin hiçe sayıldığını, Saray etrafında çöreklenen danışmanlar ve tarikat-cemaat koalisyonlarından oluşan ucube bir yapının şekillendiğini biliyorduk. Eski Türkiye’de doğal felaket denince akla ilk Kızılay gelir, daha ilkokul sıralarında öğrenciler “Kızılay Koluna” girerek felaket anında yardıma koşmanın provasını yapardı. AKP öncesi dönemlerde tüm aksaklıkları, eksiklikleriyle doğal afetlerin yükün hep Kızılay omuzlamıştı. 10 ilimizi yıkan depremde yolsuzluklarla anılan, halk nezdine itibarını kaybeden Kızılay’ın esamisi okunmadı. Marmara Depreminde Nasuh Mahruki’nin liderliğinde halkın güven ve takdirini kazanmış Akut da eski etkinliğinden uzaktı. Çünkü iktidar müdahaleleriyle o da güçsüz düşürülmüş, genç gönüllülerin ilk başvuracağı adres olma niteliğini yitirmişti. Biraz durup düşünelim kamu kurumları tam gaz özelleştirilmese, soğuk kış şartlarında tüm alanları, Sümerbank botları, Merinos Kumaş’ın battaniyeleri, Kızılay’ın çadırları kaplasa, Tekel’in kamyonları taşımayı üstlense fena mı olurdu?

3) Yurttaş devlet kurumlarına güvenmiyor:

Bu duygunun en net kanıtını Haluk Levent’in Ahbap kuruluşuna gösterilen candan ilgiden, yapılan yoğun bağışlardan gözlemledik. Özel İletişim Vergisi adı altında toplanan deprem vergilerinin hesabının verilememesi, yapılacak bağışların AKP rejiminin propagandası için kullanılacağı endişesi kimi yurttaşları kendi topladığı yardımları kendi eliyle teslim etmeye yöneltti. Tüm iyi niyetlere karşın dağınık, küçük ölçekli malzeme dağıtım çabaları yığılmaya, karışıklığa yol açtı, tam amacına ulaşamadı. Devletin planlamayı unutması, kurumsal yapıları zayıflatması, başta Cumhurbaşkanı, yönetenlerin halktan kopuk kibirli, şefkatten uzak tutumları toplumun hissettiği acıyı derinleştirdi.

4) Betona dayalı büyüme modelinin sonuna gelindi:

Zaten depremden önce de ekonomik anlamda betona dayalı büyüme modeli iflas etmiş, inşaat sektörü duraklamış, istihdam yaratamaz hale gelmişti. Depremle birlikte, imar afları yüzünden halk sağlığı için daha da büyük tehlike oluşturan çok sayıda bina çöktü. Bu aymazlığın insani bilançosu ortada. Sadece konutlar değil, otoyollar, havaalanları, hastaneler, valilik-kaymakamlık gibi kamu hizmet binaları da yıkılıp gitti. Tüm sorumluluğu yakalanan birkaç müteahhide yıkmak çok hatalı olur. Asıl suçlu ülkeyi yönetenler, kar, rant ve çıkar için çarpık yapılaşmayı bir kalkınma stratejisi gibi sunanlar. Bakın zaten Erdoğan’ın acılı insanlara tek vaadi de yeni binalar inşa etmek.

5) Ülkeyi yöneten İslamcı sağ zihniyet bilime, uzmanlığa temelden karşı olduğu görüldü:

Trump, Bolsonaro, Orban gibi sağ popülist liderlerden farksız olan Erdoğan da uzmanlara, teknokratlara karşı ciddi bir hazımsızlık içindedir. Çünkü bunlar bilimin gerçeklerinin, uzmanların uyarılarının siyasi projelerini kösteklediğini, işlerini yavaşlattığını düşünürler. Mevcut iktidar zaten bir türlü ele geçiremediği TMMOB, TTB, Barolar gibi meslek kuruluşlarından öteden beri rahatsızlık duyuyor ve yetkilerini budama niyetinde. Nitekim 2013’te Torba Yasayla TMMOB’un inşaatlardaki denetim yetkisi elinden alınmıştı. Dizginsiz yapılanmanın önündeki son engel de kaldırılmış, bugünkü felaketin objektif koşulları yaratılmıştı. Jeologların, şehir plancılarının, inşaat mühendislerinin yaklaşan depremlere uyarılarına da kulak tıkandı.

6) Toplumdaki dayanışma refleksi harekete geçti:

6 Şubat depremiyle adeta bir ulus olduğumuzu hatırladık ve sade yurttaşlar deprem bölgesindeki kardeşlerinin yardımına koşmak için tüm olanaklarımızı zorlayarak seferber oldular. Burada yürek burkan insani tablo karşısında, iktidarın halktan esirgediği şefkat ve merhamet boşluğunu doldurma vicdani dürtüsü kadar, sanırız yarın olası bir depremde kendi akıbetimizi görmenin yarattığı empati duygusu da etkili oldu. İnsanlarımızın paylaşmacı, dayanışmacı hasletleri öne çıktı. Umarız aynı kararlılık geleceğe yönelik önlemler alınması, deprem hazırlıkları yapılması talebinde de ısrarla sürdürülür. Neoliberalizmin insanı yalnızlaştıran, atomize eden, egoizme prim veren zihniyetine dur diyen, kolektif enerjimizi öne çıkaran bir toplum olma kararlılığı gösteririz.

7) CHP iyi bir sınav verirken, 6’lı Masa’nın diğer bileşenleri silikleşti:

CHP, genel başkanıyla, örgütüyle, elindeki yerel yönetimlerin tüm gücüyle deprem bölgelerinde inisiyatif aldı. Kılıçdaroğlu da bu kez Yenikapı Ruhu tuzağına düşmeyip, “iktidarla hizalanmayı reddediyorum” açıklamasıyla Cumhur İttifakı’yla köprüleri attı. Akşener ve Babacan Erdoğan’la diyaloğu tercih ederken, sahada 6’lı Masa’nın sağ bileşenlerinin fazlaca varlık göstermemesi dikkat çekti. Zihinlerde bu partilerin ciddi bir örgütleri yok da, acaba yıldızlarını muhalif medya kanalları mı parlatıyor soruları uyandı. HDP’nin de bu süreçte olgun bir tavır sergilediği, CHP ile bölgedeki faaliyetlerde hiçbir sürtüşme ve rekabet yaşamadığı gözlendi. Bu olumlu iklim seçim döneminde muhalefetin ortak bir tutum takınabileceği umudunu artırırken, CHP’nin ana akım muhalefetin lideri konumu pekişti.

8) Sosyalistlerin de sahada varlığı hissedildi:

SOL Parti ve TKP ilk günden “şimdi dayanışma zamanı” şiarıyla hareket etti. Depremzede yurttaşların acil yardımına koşmayı, pratik sorunların çözümüne omuz vermeyi büyük laflar etmeye yeğledi. EMEP’iyle, TİP’iyle, TÖP gibi bölgesel ağırlıklı yapılarıyla tüm sosyalistler örgütsel güçleri oranında devreye girdiler. Bir kez daha bu ülkenin sosyalistlerinin, devrimcilerinin oy güçlerinin ötesinde toplumsal enerjisini harekete geçirmekte katalizör görevi üstlenebildikleri açığa çıktı. Ülkücü, İslamcı kesimlerle de deprem bölgesinde ciddi bir gerginlik yaşanmaması, hatta yer yer dayanışma örnekleri sergilenmesi de toplumsal olgunluk adına umut verdi. Ayrışmayı, kutuplaşmayı mevcut iktidarın körüklediği kanısını güçlendirdi.

9) Enternasyonal dayanışmanın güzel örnekleri yüreklere su serpti:

Yunanistan’dan Ermenistan’a, İsrail’den Çin’e, ABD’den Meksika’ya dünyanın hemen her ülkesinden kurtarma ekipleri enternasyonal dayanışmanın güzel örneklerini sergilediler. Bu tablo uluslar arasındaki ön yargıların azalması, dostluk bağlarının kurulması açısından da değerliydi. Yaşanan kaos ortamında ister istemez hırsızlık vakaları da gözlendi. Güvenlik zaafının belirgin bir şekilde ortaya çıktığı koşullarda, kimi gruplar suçluları cezalandırmaya kalkıştı, yer yer işkenceye varan vahşet manzaraları ortaya çıktı. Bazı ırkçı unsurlar da, bazen mesnetsiz iddiaları yayarak Suriyelilere yönelik bir tepkiyi örgütlemeye çalıştı. Ama yine de genel resme insanlığın kaderinin ortaklığı, uluslararası dayanışmanın öneminin böyle kritik anlarda anlaşıldığı kanısı damga vurdu.

10) Önümüzdeki on yılları etkileyecek ciddi bir dönüm noktasındayız:

Hala depremin insani faturası tam belli değil. Toplum ciddi bir travma yaşıyor, bu ruh halini özellikle deprem bölgesindekilerin kolay atlatamayacakları görülüyor. Depremler ve benzer doğal afetlerde kadınlar ve çocukların ek bir mağduriyet yaşadıkları önceki deneyimlerden biliniyor. Çözüm önerilerinde bu etmenlerin de dikkate alınması gerekiyor. Ne yazık ki her birimizin yaşam standartlarını aşağı çekecek korkunç bir ekonomik fatura bizi bekliyor. Üstelik deprem öncesinde de başta hayat pahalılığı gelmek üzere ekonomide ciddi sorunlar yaşadığımız düşünülürse, durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Önümüzdeki dönem büyük bir iç göç dalgasına sahne olacak, başta Hatay bazı kentler yeniden kurulacak. Deprem bölgelerinin yeniden imarla ayağa kaldırıldığı, diğer bölgelerde de yoksul, dar gelirli kesimlerin korunup, kollandığı planlı, kamuculuğun egemen olduğu bir seferberliğe gereksinimimiz var. Böyle bir toplumsal çıkışı başarmanın ön koşulu bu iktidardan bir an önce kurtulmaktır. Bu nedenle Erdoğan’ın “bana bir yıl daha verin” manevrasına prim vermemek, ülkeyi bir önce seçime götürecek dirayeti göstermek hayati önem taşıyor.