Tek bir insanımızın bile yaşatılabilmesi tüm ekonomik analizlerden daha değerli. Ancak depremin ekonomik yansımalarının da değerlendirilmesi gerekiyor. Depremin 50 milyar dolar civarı bir maliyeti çıkıyor.

Büyük depremin ekonomik faturası
Fotoğraf: AA

Tayyip Erdoğan’ın 6 Şubat depremini işler tam sarpa sarmışken “Allah’ın yeni bir lütfu” olarak değerlendirip, seçim stratejisini güncelleme çabası içine girdiği görüşündeyim. Bülent Arınç’ın seçimin ertelenmesi için zemin yoklama hamlelerinin Cumhur İttifakı tarafından benimseneceği henüz net değil. Tabii ki tutumlarını belirlerken birçok etmen rol oynayacak. Ancak işin ekonomi yönüne odaklanırsak, süreci uzatmanın iki nedenle avantajlarına olmayacağını söyleyebiliriz:

1- Deprem öncesi, seçimi 14 Mayıs’a çekme gayretleri bile ekonomiyi kontrol altında tutmakta ne denli zorlandıklarını gösteriyordu. Enflasyon resmi rakamlarla dahi %58 iken politika faizini %9’a indirme, bankaları adeta zorla düşük faizle kredi vermeye zorlama, enflasyonu kontrol altında tutmak için döviz rezervlerini harcama pahasına kurları sabitleme, ekonomik aktörlerin dövize yönelmelerini engellemek için bütün açıkları tıkama, bankaları her adımlarında sustalı maymun gibi oynatma kurgusunu daha fazla uzatmak olanaksızdı. Merkez Bankası rezervlerinin 10 Şubat haftasında 4 milyar dolar azalışı da önümüzdeki dönemde kuru tutmanın kolay olmayacağını gösteriyordu.

2- Depremin çok ciddi bir maliyeti olacak. Bu, bütçeye büyük bir yük bindirecek. Yeniden imar çabaları, ithalatı da artıracağı, geçici de olsa en azından deprem bölgesinden ihracatı azaltacağı için, cari açık da artacak. Dövizi kontrol güçleşecek. Bütçe açıklarının finansmanı ister istemez ek vergiler konulmasını getirecek. Enflasyon yeni bir ivme kazanacak. Tüm bu olumsuz etkiler yurttaşın yaşamına yansımadan, deprem bölgesi için verilen sözlerin gerçekleşemeyeceği anlaşılmadan, bir an önce seçime gitmek tercih edilebilir.

DEPREMİN EKONOMİK TAHRİBATI

Söylemeye bile gerek yok, tek bir insanımızın bile yaşatılabilmesi tüm ekonomik analizlerden daha değerlidir. Ama iş bölümü gereği, jeolojik boyutunun yanı sıra birilerinin de depremin politik, psikolojik, toplumsal ve ekonomik yansımalarını değerlendirmesi gerekiyor.

Kabataslak depremin ekonominin %10’unu vurduğunu söyleyebiliriz. Deprem bölgesinin GSYH’deki payı %9.3 iken; bu oran tarımda %14.3’e çıkarken, hizmetlerde %7.1’e kadar düşebiliyor. Katma değer olarak sanayi üretiminin %11.2’si, inşaat sektörünün %7.1’i, finans ve sigorta sektörünün %4.4’ü depreme konu 10 ilde gerçekleşiyor.

2022 itibarıyla 10 ilin ihracattaki payı %8.72, bu da 19.76 milyar dolara denk geliyor. Bazı ürün gruplarında deprem bölgesinin ihracattaki ağırlığı daha yüksek. Örneğin, bu oran halıda %69.4, tekstilde %32.1, hububat ve baklagillerde %30.5, taze meyve ve sebzede %22.1’e kadar çıkıyor.
1999 Marmara depremiyle karşılaştırınca, 2023’te daha fazla konutun yıkıldığı, yeniden imar maliyetinin çok daha yüksek olacağı görülüyor. Buna karşın Marmara depremi sanayinin kalbi Kocaeli, Sakarya, Yalova hattında etkili olduğu için, 6 Şubat depreminin genel ekonomiye olumsuz etkisinin daha sınırlı kalacağı anlaşılıyor.

1999 Marmara depreminin meydana geldiği yıl ekonomi %3.3 daralmıştı. Gelgelelim o yıl Asya krizi ve ardından patlak veren Rusya krizi küresel ekonomiyi ve Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemekteydi. Bugün o kadar olumsuz bir küresel konjonktür söz konusu değil. 1999’da Tüpraş, Petkim gibi stratejik tesisler üretime ara vermiş, başlıca limanlar hasara uğramıştı.

1999 depreminde en büyük zararla karşılaşan Kocaeli, Sakarya ve Yalova’da 2 milyon kişi yaşıyordu. Buna karşın, 2023 depreminden en fazla etkilenen Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Malatya ve Adıyaman’da 6.5 milyonluk bir nüfus bulunuyor. Ne var ki, Marmara depreminde milli gelirin %34.7’sini, Pazarcık depreminde %9.8’ini üreten bir coğrafya söz konusuydu. En fazla etkilenen iller itibarıyla da, 1999’daki milli gelirin %6.3’üne karşı bugün %5.2’sine karşı gelen bir ağırlık vardı. Sanayi üretimindeki paylar %13.1’e karşı %7.5; vergi tahsilatındaki ağırlıklar ise %16.4’e karşı %3.2 idi.

DOĞAL FELAKETLERİN EKONOMİK BİLANÇOSU

Depremler gibi doğal felaketler, yakında yaşadığımız Covid-19 gibi salgın hastalıklardan önemli bir farklılık gösterir. Salgınlar sadece insanlar ve hayvanları etkiliyorken, maddi sermaye; köprüler, fabrikalar, araçlar zerre zarar görmüyor. Salgın geride bırakılınca ekonomik faaliyetler kaldığı yerden devam ediyor. Buna karşın deprem sadece konutları değil, işyerlerini, fiziki altyapıyı da yıkıntıya uğratabiliyor.

Doğal felaketlerin hemen hissedilen etkileri 4 kanaldan gerçekleşir: can kayıpları; konutlar, fabrikalar, ulaşım araçları, otoyollar gibi fiziksel sermayenin zarar görmesi; insanların felaket bölgesini terk etmeye çalışmasıyla ortaya çıkan nüfus hareketleri ve ekonomik faaliyetlerin kesintiye uğraması.
6 Şubat depreminden sonra şu ana kadar hazırlanan en kapsamlı çalışma olan Morgan Stanley Yatırım Bankası’nın Raporu Dünya Bankası’nın metodolojisini temel almış. Buna göre maliyetler 3 kalemde toplanıyor:

1- Doğrudan maliyetler: Makine, bina gibi maddi sermaye ve stokların doğrudan zarar görmesi (stok etkisi),

2- Dolaylı maliyetler: Yaşanan üretim kaybının ve arama-kurtarma faaliyetlerinin maliyeti (akım etkisi),

3- İkincil etkiler: Bütçe açıkları, cari işlem açıkları gibi makro ekonomik yetkiler.

Elimizde bulunan TÜRKONFED ve Morgan Stanley Raporları’nın yaklaşımını kullanarak güncel istatistikler üzerinden bazı hesaplamalar yapabiliriz. Morgan Stanley analizlerini 400 bin birim konutun yıkılması üzerinden yapmış. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 385 bin yıkılan ve 254 bin girilemeyen daire açıklaması temelinde aynı hesaplamayı 500 bin birim varsayımıyla güncelleyebiliriz. Ortalama bir daire 100 m2 ve metrekare başına inşaat maliyeti 450 dolar kabul ediliyor. Bu da konut başına 45 bin dolar, toplamda 22.5 milyar dolar maliyet demek. Buna %25 altyapı maliyeti ilave edilirse fatura 28.1 milyar doları buluyor. Burada arsa maliyeti sıfır kabul ediliyor. Hasarlı konutların, yıkılacakların %30’u kadar olduğu ve üçte bir maliyetle onarılacağı varsayımı toplam gideri 30.4 milyar dolara taşıyor. Aynı hesabı TÜRKONFED’in konut metrekaresi 700 dolar varsayımından hareketle yaparsak, fatura 47.3 milyar dolara kadar yükseliyor.

Ağır hasarlı illerden imalat sanayiinde Türkiye genelinde en fazla ağırlık taşıyanları, %3.6 ile Gaziantep ve %1.8’le Hatay. Buralardaki organize sanayi bölgelerinde zararın çok yüksek olmadığı bilgileri geliyor.

Morgan Stanley konut dışı sermaye stokuna yönelik zarara GSYH’nin %0.3’ü tahmin ediyor. Otoyol, baraj ve havaalanı gibi altyapıya da aynı şekilde bir %0.3 daha ekleyince 5.6 milyar dolarlık ek bir maliyet daha çıkıyor. Burada İskenderun Limanının fazlaca zarar görmediği bilgisinden hareket ediliyor.

Üretimin aksamasından kaynaklanan maliyetlerin tahmininde ise, zararın yoğunlaştığı 5 ilde ekonomik aktivitenin 4 çeyrekte normale döneceği, diğer illerde ise bu sürecin 3 çeyrek olacağı varsayımından yola çıkılıyor. Burada sanayi üretimindeki kaybın bir ölçüde başka fabrikalarda kapasite artırımı ile telafi edileceği, örneğin Kardemir’in İskenderun Demir-Çelik’in açığını kapatabileceği düşünülüyor. Bu kalemin maliyeti de 4.2 milyar doları buluyor.

MALİ ÇARPANLAR ETKİSİ

İkincil etkilere gelirsek, yeniden imar maliyetinin büyük ölçüde kamu genel bütçesinden karşılanacağı, bunun da haliyle bütçe açığını tırmandıracağı düşünülüyor. Altyapının tamiri, yeni konutların inşası ve üretimin normale dönüşü ile bu bütçe harcamalarının bazı sektörlere hareket getirmesi sonucu, teknik tabirle “mali çarpanlar” etkisiyle 2024’te zararların bir kısmının kapatılabileceği tahmin ediliyor. En çok zarar gören 5 ildeki vergi kayıplarının bütçeye etkisinin sınırlı kalması ve deprem kaynaklı ek bir 15 milyar dolar bütçe açığı bekleniyor. Bunun 5 milyar dolarını dış yardımların ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşların kredilerinin sağlayacağı düşünülüyor. Merkez Bankası’nın son anketinden yola çıkarak 2023 yılı ortalama dolar kurunu 21 TL olarak alırsak, 210 milyar TL’lik ek bir bütçe açığı söz konusu olacak. Bu rakamı 2023 yılı bütçe açığı hedefi 660 milyar TL’ye eklersek, 900 milyar TL’yi zorlayan bir bütçe açığına ulaşırız. Bunun için de ek bütçe gerekir.

İnşaat maliyetlerinin %30 ithal bağımlılığı düşünülürse, 9 milyon dolarlık ek bir cari açık rakamı ortaya çıkar. Rezervleri daha fazla zorlamamak içim bunun hem dış finansmanı gerekir .Ayrıca bütçe açığını fonlamak için iç borçlanma da zorunlu. Politika faizinin %9 olması, hele ki bu hafta %8’e düşürülmesi olasılığı altında, piyasanın bu borçlanma talebine olumlu yanıt vermesi beklenemez. Bu durumda kamu borçlanma kağıtlarının BDDK düzenlemesi nedeniyle bankalara zorla satılması dışında bir fonlama seçeneği görünmüyor.

Tüm bu rakamları alt alta getirince, depremin 50 milyar dolar civarı bir maliyeti çıkıyor. Hesaplamaya 9 milyar dolar ek cari açık dahil değil. Çünkü bu rakamın ağırlıklı kısmı bütçe açığına yansıyor. Kötümser senaryoyla ise, toplam faturanın 70 milyar dolara kadar yükselmesi olasılığı da göz ardı edilmemeli.