Büyük İsrail ülküsü ve Batı emperyalizmi
İsrail’in Lübnan topraklarını işgal etme hayali, bundan 100 yıl önce Britanya ve Fransa emperyalizminin bölgesel vekil çabalarına dayanıyor. Batı emperyalizmi, bölgesel çıkarlarının bekçisi İsrail’in tüm eylemlerine göz yumuyor.
Claudia WEBBE
İsrail’in bağımsız bir ülke olan Lübnan’ı işgali ve takip eden terör saldırıları, sivilleri hedef alan bombalamalar yalnızca 20. yüzyıl sonlarındaki işgallere değil çok daha uzun bir sömürgeci saldırganlık tarihine, 100 yıl öncesinde emperyalist Britanya ve Fransa’nın bölgesel “vekiller” yaratma çabasına dayanıyor.
O dönemde, Filistin mandasının yeni İsrail'leri olacağını hayal eden sözde “Siyonist ideologlar”, daha büyük bir Suriye vilayetinin parçası olan Litani Nehri’nin su kaynaklarını Filistin mandasına dâhil etmek için İngiliz ve Fransız hükümetlerine lobi yaptı. Talepleri kabul görmedi ancak Litani’yi İsrail topraklarına katma amacından hiç vazgeçmediler. 1978’deki ilk operasyonun adının “Litani Operasyonu” olması da boşuna değildi.
İsrail daha önce Lübnan’ı üç kez işgal etti: 1978, 1982 ve 2006’da. İsrail’in bugünkü taktikleri yeni olmadığı gibi yalnızca Gazze’de değil Lübnan’da da denenmişti. İsrail her seferinde sivilleri ve altyapıyı hedef alarak binlerce insanı öldürdü, yüz binlercesini evlerinden etti ve kıtlığı silah olarak kullandı. İşgaller arasında İsrail’in ve sağcı grupların desteği ile aralıksız hava saldırıları ve baskınlar yaşandı. 1978’deki ilk işgalin öncesinde bile saldırılar neredeyse rutindi, 1968 ve 1975 arasında toplam 6 bin saldırı yaşandı.
Bu bağlamda, İsrail’in binlerce insanı sabote edilmiş çağrı cihazları ve radyolarla hedef alıp öldürmesi ve bombardımanın hızla yoğunlaşması korkunç bir durum olsa da şaşırtıcı değil. Sadece Hasan Nasrallah’a suikast düzenleyebilmek için Dahiye’de onlarca binayı bombalayıp yüzlerce sivili öldürdüler.
Aynı şekilde takip eden günlerde Lübnan’ın işgal edilmesi ve hâlihazırda işlenen savaş suçları, son saldırıda içlerinde ilk yardım görevlileri de dâhil olmak üzere 2 bin sivilin katledilmesi ve hastanelerin bombalanması da.
ASKERİ DOKTRİNİN PARÇASI
Bunlar kafasına göre hareket eden birkaç birliğin ya da pilotun eylemleri değil. 2006 işgali sırasında yine bu bölgenin vurulduğu sırada tasarlanan “Dâhiye doktrini” adı verilen yazılı bir İsrail askeri doktrininin parçası. İlk defa 2008’de açıklanan bu doktrin, bilinçli olarak sivillerin hedef alınması ile dehşete düşen halkın direnişe sırtını dönmesini amaçlıyor. 2008-2009 Gazze Savaşı’nda uygulanmaya konulan doktrin Birleşmiş Milletler’in (BM) Goldstone Raporu’nda “sivil halkı cezalandırmak, aşağılamak ve paniğe sürüklemek için tasarlanan bir strateji” olarak kınanmıştı.
İsrail’in mevcut işgalle ilgili bahanesi açıklandığı gibi boşa çıktı. 7 Ekim’den bu yana İsrail Lübnan’a Hizbullah’ın attığından beş misli fazla roket saldırısında bulundu, 30 misli azla insan öldürdü. Dolayısıyla “provokasyon” iddiasının geçerliliği bulunmuyor.
Harekât öncelikle Hizbullah’ın karşı saldırıları sonucu yerinden edilmiş İsraillilerin ülkenin kuzeyindeki evlerine dönmeleri iddiası taşırken süreç hızla Hizbullah’ı ortadan kaldırma operasyonuna dönüştü, aynı 2006 yılında başarısız olan işgal harekâtında olduğu gibi.
NETANYAHU’NUN KUMARI
İsrail’in askeri anlamda kalıcı bir zafer elde edememesi ve “Demir Kubbe” ile diğer hava savunma sistemlerine karşı İran’ın saldırı kapasitesini ortaya koyması, Netanyahu hükümetinin Batı desteğinden de cesaret alarak büyük bir kumara giriştiğini gösteriyor. Netanyahu, İsrail’in daha fazla saldırganlık ve zulümle İran’ı ağır bir karşılık vermesi için provoke ederek, ABD ve sadık müttefiklerinin İran’ı doğrudan hedef alarak İsrail için tehdit oluşturamayacağı bir düzeye geriletebileceği bir bölgesel savaş çıkarabilmeyi hesap ediyor.
Netanyahu’nun 27 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda katılımcıların tiksinerek salonu terk ettiği konuşmasında, Irak, İran ve Suriye’nin boşluk olarak gözüktüğü, Batı Şeria ve Gazze’nin olmadığı, ülke sınırlarının Lübnan’a kadar genişlediği “kutsanmış” İsrail haritasıyla poz verdi. Bu, Gazze’deki soykırımın ve Lübnan’a saldırının “Büyük İsrail” projesinin parçası olmadığına dair tüm argümanları çürütmüş oldu.
ABD ve İngiltere ise İsrail'in savaş çabalarını desteklemeye devam ediyor. İran ile bir savaşın bilinen tehlikelerine ve İsrail'in bir savaşı kışkırtma konusundaki açık arzusuna rağmen, İsrail'e toplu silah ve lojistik destek sağlamaya ve İsrail'in eylemlerinin sonuçlarına karşı İsrail'i savunmaya devam ediyorlar. Peki neden?
BATI’NIN BEKÇİSİ
Tüm saldırganlığına ve bilinçli olarak sivilleri hedef almasına rağmen İsrail, ABD ve Birleşik Krallık’ın Ortadoğu’nun büyük petrol yataklarına ve ticaret yollarına erişimi gibi kapitalist ve emperyalist çıkarları açısından bölgede kritik bir role sahip. Hem Birleşik Krallık hem de ABD benzer siyasi eğilimde partilerin iktidarda olması ve Siyonizm’e sadakat konusundaki benzerlikleriyle, İsrail’in saldırganlığını ve savaş suçlarını halkın öfkesine rağmen desteklemeye devam ediyor.
1950’li yıllarda Haaretz gazetesi, bu hakikati görerek İsrail’in rolünün komşularının “büyük” Batılı güçlerle uyuşmayan icraatları ve hırslarını cezalandırmak olduğunu yazmıştı: “İsrail’e verilen görev basit bir bekçi köpekliği değil… Herhangi bir sebepten ötürü Batı’nın gözünden kaçsa bile İsrail’in komşularını Batı’nın sınırlarını zorlayan davranışları sebebiyle ağır şekilde cezalandırabileceğine güveniyor.”
ABD, Britanya ve diğer Batı ülkelerindeki İsrail lobi gruplarının etkisine ek olarak, hükümetleri - veya en azından karar verici olacak kadar büyük gruplar - kendi çıkarlarının İsrail'e cezasızlık ve serbest hareket alanı sağlamakla uyumlu olduğunu görüyor. Ne kadar ikiyüzlü bir şekilde ellerini ovuşturarak “kısıtlama” veya “ateşkes” ihtiyacından bahsetseler de (ancak hiçbir koşulda onları zorlayacak önemli bir eylemde bulunmasalar da) bu tiyatroyu oynuyorlar.
Bu ahlaki boşluk ve kasıtlı siyasi uzlaşmazlığın ortasında savaş suçlarının bölgesel ve potansiyel olarak küresel bir savaşa dönüşmesini engellemek için adalet ve katliamın sonunu isteyenler, çabalarını ikiye katlamalı ve boykotlarını ve siyasi baskılarını yoğunlaştırmalıdır.
Çeviren: Yusuf Tuna KOÇ
Morningstaronline.org web sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir.