Çabalama kaptan...
Ne yaparsan yap, nereden vurursan vur, hangi akıl ve hukuk dışı yöntemlerle taarruz edersen et, bu halka ve bu halkın gerçek demokrasi talebine set çekemiyor, gem vuramıyorsun.
Yıllardır "Girdiğim her sandıktan galip çıktım" yalanını da kimse yemiyor artık. Bu yalana muhalefetin de istemeden angaje olduğu gerçeğini de yadsımayalım tabii. Hakkını da yemeyelim yani...
O muhalefet ki, sandık başlarında olsun, merkezi sistemde oyların hesaplanmasında olsun, dönen numaraları yeterince araştırmayıp üzerine gitmediği için, defalarca bu konuda şaibeler ortaya çıkmasına rağmen, ısrar edilmediği için "Ne yapalım abi? Adam kazandı" deyip teslim olarak bu algının yaratılmasında pay sahibidir, onu da hatırlatalım.
En bariz örnekleri arasında Nisan 2017 "hileli-şaibeli-ayıplı referandumu" olan bu lekeli sandıklardan hep "muzaffer" çıktığını da halka yedirmek güçleşti. Herkes biliyor o referandumda seni oy çokluğuyla "reddettiğimizi..."
∗∗∗
Özellikle yerel seçimlerde seçilemediğin her yerde "bir punduna getirip" sandıktan çıkmış insanların yerine kayyum tayin ederek, halkın iradesini çiğnemeyi Doğu ve Güneydoğu’da uyguladığında, insanlar bunu "Kürtlerle arandaki husumete" bağlama hatasına düşüyordu. Ama 2024 seçimi sonrasında yaptıkların, olağanüstü oy kayıpların, on yıllardır kimsenin aklına bile gelmeyen yerlerde yerel yönetim koltuklarını ve meclis üyeliklerini ana muhalefete kaptırman üzerine, "hileli, ayıplı, şaibeli" yöntemlerle geri almaya çalışman, "kayyum" silahını bu kez ana muhalefet partisine doğrultup ateşlemen, meseleyi yepyeni bir boyuta taşıdı.
Bununla da yetinmeyip, bir daha asla kazanamayacağını iyice anladığın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başındaki ismi, yani en çetin siyasi rakibini saf dışı etmek için, önce ayıplı "üniversite yönetimi" kararlarıyla, ardından mahkemeyi kullanarak diploma iptalleri filan, siyaseti meşru zeminde yapma fikrini iyice terk ettiğini iyice ortaya koydu.
Hani şu futbol maçlarında tribün fanatiklerinin hep bir ağızdan haykırdıkları o ayıplı slogan vardır ya:
"Vur, kır parçala, bu maçı kazan!"
Tam da bunu yapmaya başladın.
Dünya hukuk (belki de hukuksuzluk) tarihine geçecek uygulamalarla, FETÖ’cü-kumpasçı yargının pratiklerini bile gölgede bırakacak şekilde, adliyeyi adeta "partinin yargı kolları" haline getirmeyi bile göze alarak yapılanlar, bunun ibret verici örneklerini oluşturmaya devam ediyor.
∗∗∗
Gerek akıl ve yasadışı baskınlar, gözaltılar, gerekse asla kaçma olasılığı ve şüphesi bulunmayan insanlara tutukluluk üzerinden "ilave haksız ceza çektirme" pratikleri, savunma hakkının kısıtlanmasının en inanılmaz uygulamaları olarak avukat tutuklamaları ve benzeri yöntemlerle, işi iyice abartıyorsun.
Bunlara paralel olarak, rakip partinin belediye başkanları, başkan yardımcıları ve meclis üyelerine yönelik "ayıplı - şaibeli" transfer harekâtı, giderek daha da fazla mide bulandırıcı boyutlara ulaşmaya başlıyor. Oturup, ellerinize hesap makinelerini alıp, belediye meclislerinde "lehinize el kaldıracak" eleman matematiğine harcadığınız vaktin, ülkenin ve halkın sorunlarını çözmeye kafa yormanız gereken vakitten daha fazla olduğu anlaşılıyor.
Bunlarla da yetinmeyip, bir yandan da meydanlarda çığ gibi bir protestoyu ve desteği büyüten muhalefet partisinin saflarında huzursuzluk çıkarma girişimlerini de halkımız ibretle izliyor.
Olmuyor işte.
Rakip saflarda o "iç savaş" ateşini bir türlü körükleyip harlandıramıyorsun. Ne yapsan kâr etmiyor. Başka koşullarda o binaların önündeki sokaktan bile geçirtmedikleri bazı muhalefet milletvekillerini ve politika eskilerini, kifayetsiz borazanları yandaş kanallara davet ettirip oradan o ateşe benzin döktürmeye çalışarak da giderek daha "hazin ve çaresiz" manzaralar sergilemekten geri durmuyorsun.
Geniş halk kitleleri, artık bu köşeye sıkışmış çaresiz hallerinizi acıyarak takip ediyor. Onları içine düşürdüğün yoksulluk, çaresizlik ve umutsuzluk halini bile solluyor o "tepelerde" yaşadığınız anlaşılan "gelecek kaygısı..."
Her yaptığınız demokrasi ve vicdan dışı hamle, artık kitlelerden daha yüksek sesle tepki görüyor. Meydanlarda toplanan halk, kürsüdeki hatipten bile daha yüksek bir sesle "git artık" diye haykırıyor "sizin tepelere" doğru.
Sadece miting meydanına eyleme gelenlerin ağzında değil, fabrikada, okul kampüsünde, köy meydanında, tarlada, zeytinlikte, bağda, bahçede, mahalle aralarında, köy kahvesinde "o ses" daha da güçleniyor.
∗∗∗
Rejimden, kurduğunuz şu ayıplı, pis kokulu, çıkara dayalı "Ak" diye yutturmaya çalıştığınızı, aslında kapkara düzenden nemalanan bir avuç insan dışındaki herkes ağızbirliği etmiş artık.
Duyduğundan eminiz:
"Çabalama kaptan, ben gidemem" diye sesleniyor halk.
Hani şu 19’ncu yüzyılın ortalarında kurulan Şirket-i Hayriye (Bugünkü Şehir Hatları İşletmesi’nin orijini) vapurlarının, dalgalı denizde ve kötü hava koşullarında akıntıya karşı çaresiz kaldığı durumlardan kaynaklı olduğu rivayet edilen o ünlü deyimdeki gibi…
Mümkün değil artık o akıntıya karşı durabilmen.
Öyle bir fırtınalı denizde yüzdürmeye çalışıyorsun ki o "eski püskü, yandan çarklı, bacasından isli duman ve kurum fışkıran, köhnemiş gemiyi", adına "Halkın taşmış sabrını" simgeleyen o dev dalgalara karşı o geminin direnebilmesi mümkün değil.
Gör bunları.
Artık, pencereden baktırmıyor olabilirler seni.
TV de izlemiyor olabilirsin.
Ama en azından buradan vermiş olayım tüyoyu.
İstenmiyorsun artık!


