Çağımızın kahramanı: Faruk
Filmin birinci bölümü; Faruk Bey ve komşularının yaşadıkları apartmanın kentsel dönüşümüne karar ver(eme)me tartışmaları, teklif veren saraylı ve uzaylı inşaat firmalarıyla yaptıkları görüşmeler üzerinden ilerliyor.
Prof. Dr. Emine Uçar İlbuğa
Her türlü mekânın yıkılışını işitiyorum, parçalanan camı ve çöken duvarları, zaman ise son bir kızgın alev.
James Joyce
Aslı Özge’nin yarı otobiyografik filmi Faruk Berlin Film Festivali’nde (2024) gösterildikten sonra İstanbul Film Festivali’nde Türkiye’de izleyicilerle buluştu ve bugünlerde dijital platformda gösterimde. Filmin başrolünde yönetmenin babası Faruk Özge yer alıyor.
Filmin birinci bölümü; Faruk Bey ve komşularının yaşadıkları apartmanın kentsel dönüşümüne karar ver(eme)me tartışmaları, teklif veren saraylı ve uzaylı inşaat firmalarıyla yaptıkları görüşmeler ve bürokratik süreci merkezine alan bir belgesel film çekimi üzerinden ilerliyor. Tekrarlanan sahneler, film ekibi ve yönetmenin çekim esnasındaki çalışmaları, filmin ana kahramanı Faruk Bey’in kentsel dönüşüme kuşku ile yaklaşmasına karşın komşuları ve yüklenici firmanın yetkilileri tarafından ikna edilme çabaları ile film içinde film duygusu yaratılıyor. İkinci bölümünde ise belgesel film çekimi bitmiş, Faruk yeni bir kiralık ev arayışına girmiş, filmin yönetmeni, aynı zamanda kızı Aslı filmin post prodüksiyonu için yurtdışına gitmiş ve babası ile ilişkileri ya telefon ile ya da ikinci kişiler aracılığı ile kuruluyor. Bu bölümde yaşlı ve yalnız bir birey olarak Faruk Bey’in kentsel dönüşüm nedeniyle yeni ev bulması, taşınması, yeni semte uyum süreciyle verdiği yaşam mücadelesinin gerçekliğine dönüşüyor. Faruk evinde anıları, eşyaları, kaybettiği eşinin izleri, her gün yürüdüğü sokaklar, komşuları, alışveriş yaptığı dükkânlardan ayrılarak, yeni bir semtte, kiraladığı dairesinde yaşama tutunabilecek midir? Bazen bir film izlersiniz, o filmden bir söz, bir mimik, bir sessizlik anı, bir bakış, bir yakın ya da uzak çekimle karakterin mekân içinde konumlandırılmış biçimi sizi öyle etkiler ki film bittikten sonra içinizde bir ağırlık, zihninize yerleşen o imge günlerce size eşlik eder. Faruk böyle bir film ve hem duygusal hem düşünsel olarak izleyeni derinden etkiliyor.
YAŞLILIK VE YALNIZLIK
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de nüfus yaşlanıyor ama nasıl yaşlanıyor? Yaşlılar hangi olanaklara sahipler? Çözülen aile, ekonomik sorunlar, konut, barınma, beslenme, öz bakım ve sosyal ilişkiler konusunda yaşlanan nüfusun koşulları nelerdir? Bu alanda ne tür çalışmalar yapılıyor ve yapılan çalışmalar yaşlı bireylere ulaşabiliyor mu? Yönetmen Aslı Özge kısmen de olsa Faruk’ta bu sorulara yanıt veriyor. 2023 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye’de yaşlı nüfus oranı %10 ve Türkiye, dünyadaki en hızlı yaşlanan ülkelerden biri konumunda. Doğal olarak yaşlı nüfustaki artış yaşlılıkla ilgili sorunları da beraberinde getiriyor. Bu sorunların önemli bir kısmı ise yaşlı bireyleri hem ev hem sosyal çevrede aktif kılacak sosyal, kültürel, ekonomik temelde yeni politikaların oluşturulmaması ve uygulama koşullarının yaratılmamasından kaynaklanıyor. Bu durumda yaşlılar ya aile bireylerinin sorumluluğuna bırakılıyor ya da yalnızlık ve sosyal izolasyona maruz bırakılıyor ki bu durumda yaşlı bireyle birlikte onun yakınları da olumsuz etkileniyor. Filmde yönetmen Aslı Özge filminin post prodüksiyonu için yurtdışında iken babasının telefonu hırsızlar tarafından çalınınca ona ulaşamıyor, bir yandan kentsel dönüşümdeki evin bürokratik işleri, öte yandan filmin finansal sorunu ve babasının yalnızlığı karşısında o da çaresiz kalıyor ve sorunlarla tek başına baş etmek zorunda. Cicero Yaşlılık eserinde “yaşlılık, insanı işlerden uzaklaştırır mı? Ya da hangi işlerden uzaklaştırır? Yaşlılara göre, beden güçsüz olsa da manevi güçlerle yapılabilecek işler yok mudur?” diye sorar. Ona göre; “yaşlılar gençlerin yaptığı işleri yapmazlar, ama çok daha büyük, çok daha iyi işler görürler. Büyük işler kol gücü ya da hız ve çeviklikle değil; düşünce, sözünü geçirme, ortaya doğru düşünceler atmayla başarılır.” Cicero aslında “yaşlıların güçlü olmaları istenmiyor, yasa ve gelenekler, biz yaştakileri güçsüz yapılamayacak işlerden bağışık tutuyor, böylece yalnızca yapamadığımız değil, yapabildiğimiz işlerden de uzak tutuluyoruz” diye devam ediyor. Faruk’ta evin kentsel dönüşüm sürecinde bürokratik işleri yapmak istese de çevresindekiler ona yardımcı olmak yerine sürekli yaşlı olduğunu hatırlatıyor, evini kentsel dönüşüme vermek istememesi dikkate alınmıyor, sonunda evle ilgili karar yetkisini kızına vermek zorunda kalıyor ve hayatın merkezinden çeperine itiliyor. Bu da yaşlı bireylerin ihmali anlamına geliyor ve toplumsal yapıdaki hızlı değişmeye ayak uydurmalarına olanak tanımayan sistem tarafından yaşlı bireylerin çoğu yoğun izolasyon ve yalnızlığa mahkûm ediliyor.
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE YAŞLI BİREYLER
Türkiye’de özellikle 1990’larda hız kazanan kentsel dönüşüm, fiziksel, sosyal ve ekonomik etkenlerle kentlerin yeniden yapılandırılma sürecine eşlik ediyor. Bir yandan hızla büyüyen kentler, nüfus artışı öte yandan megapole dönüşen büyük şehirler her alanda bir kaotik ortam yaratıyor. Kent sakinleri de bu ortamdan her bakımdan etkileniyorlar. Kalabalık caddeler, alışveriş merkezleri, kentin her yanında yükselen inşaatlar, kenti bölen köprüler, otoyolları ile sürekli hız, gürültü ve anlam karmaşasının yaşandığı büyük kentlerde kentsel dönüşüm nedeniyle uzun yıllardır yaşadığı evinden, komşularından, sosyal çevresinden uzaklaşmak zorunda kalan yaşlı bireylerin kent içinde sorunları da büyük oluyor. Aslı Özge’nin filmi Faruk otobiyografik özellikler taşıyan bir film olarak Türkiye’de bu süreçten etkilenen çok sayıda insanın yaşadıklarının bir temsilini de oluşturuyor. Çünkü her ne kadar kentsel dönüşümün ana hedefi insan odaklı yaşanılabilir standartlarda kentler oluşturmak da olsa filmde bu sürecin aksayan yanları ile her yaştan ve ekonomik koşullardan gelen insanları nasıl etkilediğini göstermesi çok önemli. Çünkü özellikle yaşlılık döneminde evinden ayrılma ya da yer değiştirme bireyler için zorlukları ve uyum sorunlarını da beraberinde getiriyor. Alışık olduğu yaşamından koparak, geçici ya da kalıcı olsun farklı bir mekânda yaşamak zorunda kalmaları, onların sosyal alandan kopmaları ve buna bağlı olarak yalnızlık ve değersizlik duyguları yaşamalarına neden olabiliyor. Faruk apartmanın inşaat sürecinde sürekli eski mahallesine gidiyor ve inşaatın ilerleyip ilerlemediğini takip ediyor, bir an önce evin inşaatının bitmesini bekliyor. Oysa Ernst Bloch “beklemek de insanı bir o kadar canından bezdiriyor” der. Faruk’da geçmişe duyduğu özlem ve yalnızlığından çıkabileceği ve eski evine, mahallesine yeniden kavuşabileceğinin özlemini büyüterek hayata tutunuyor. Yalnız ve yaşlı bir birey olarak kentsel dönüşüm kapsamında gerekli olan bürokratik ve hukuki süreçlerin zorluğuna, yeni bir ev kiralama, taşınma, yerleşme ve yeni ortama adaptasyon gibi zorluklara katlanıyor. Ancak inşaatı gezerken evinin kızı tarafından satıldığını öğrendiğinde bütün hayalleri, geriye dönüş umudu son buluyor ve ruhsal olarak bütün olup bitenlere müdahale edememenin acısını tek başına göğüslemek durumunda kalıyor. Bu dönemde yaşlı bireyler için yakın çevreleri, dostları, aile üyeleri, komşularının desteği önemli, ancak bazen de aktif ya da pasif, isteyerek ya da istemeden onlar yakınlarının ihmali ile de baş etmek zorunda kalıyorlar. Filmde olduğu gibi kentsel dönüşüm sürecinde bu ilişkiler mekân değişikliği ve gündelik hayatın zorlukları nedeniyle kırılabiliyor. Faruk uzun yıllar yaşadığı evinden, mahallesinden sosyal çevresinden kopuş yaşadığı bu dönemde, kızının işlerinin yoğunluğu nedeniyle de tamamen yalnızlığa itiliyor. Zaten yaşlanma ile birlikte bireylerin sosyal etkileşimi sınırlanıyor, hareket sınırları ve sosyal çevreleri daralıyor. Bundan dolayı hem bildik çevrelerinde yaşamalarının sağlanması hem sosyal yaşama etkin katılabilecekleri güvenli alanların yaratılması ve kentsel dönüşüm gibi radikal kırılmaların yaratacağı sorunlarda desteğin salt aile üyelerine bırakılmaması gerekiyor. Son söz olarak Pierre Nora, “hafıza mekânları öncelikle kalıntılardı” der. Harvey ise “bellek için her şeyden daha önemli olan mekân, evdir. Ev ise insanlığın düşüncelerinin, anılarının ve düşlerinin en büyük bütünleştirme güçlerinden biridir çünkü düş görmeyi ve hayal etmeyi o mekânda öğrenmişizdir” der. Aslı Özge kendi babasını merkeze aldığı filminde; kentsel dönüşümle yaşamı altüst olan Faruk’un hem kızı ile ilişkilerini hem yalnız ve yaşlı bir birey olarak İstanbul gibi büyük bir kentte tek başına ayakta kalma mücadelesini kendine özgü sinema dili ve bütünlüklü hikâyesi ile perdeye başarıyla aktarıyor.