Camdan melodiler ve son nar ağacı
Dünyanın Son Narı bir roman. Ancak yazarı şair olunca, romanın mitolojik, gizemli ve masalsı yanlarının yanına, şiirsel bir dilin girmesi kaçınılmaz olmuş. Lirik anlatımlar adeta bir dize gibi akmış.

Özgün Enver BULUT
Camsı bir ülkede, camsı zamanlar yaşayan ve her an kırılmaya hazır genç insanların iç içe geçmiş yaşam örgülerini, çölden gelen bir anlatıcının, bir arayıcının dilinden okuyup, onları mültecilerle dolu bir gemide denize bırakmak ya da denize gömmek gibi bir sondan başa doğru gelmek kuşkusuz en zor olanı. Ancak tarih denilen şey aslından bugünden başlanan ve bugünden bakılan gelecekten başka bir şey değildir. Gelecektir, çünkü dün ne yaşanmışsa yarın da yaşanacak olan odur. Çünkü insan denen varlık yeryüzünün başına bela olmuş tek türdür. Karşılarında belaya karşı direnenler olsa da kötülük değişmeyen bulaşıcı bir hastalık olarak yayılmaya devam ediyor. Devrim sürecinde liderin kurtulması için kuşatılan evde kalıp, onun güvenli bölgeye gitmesi için direnen ikinci adamın tutuklanması, tutukluluğunu çölde, kumların içinde geçirmesi ve henüz birkaç günlük bebekken bir kez görebildiği oğlunu bulmak için yollara düşmesinin anlatımıdır Dünyanın Son Narı’ndaki gizemli, bir o kadar birbiriyle bağlantılı yaşamlar.
Dünyanın Son Narı bir roman, ancak yazarı şair olunca, romanın mitolojik, gizemli ve masalsı yanlarının yanına, şiirsel bir dilin girmesi kaçınılmaz olmuş. Bazı yerlerdeki lirik anlatımlar adeta bir dize gibi akmış ve zihni şiirle buluşturmuş. “Konuştuğunda bahçeler, çeşmeler ve çiçek tarlaları arasında kaybolduğum hissine kapılırdım hep, ondan tuhaf, canlandıran bir esinti yayılır gibi olurdu. Rüzgâr uzaktaki şelalenin serpintilerini sana taşırdı sanki. Sanki bir ağacın altında uyurken bir meltem seni öpercesine uyandırırdı.” Dünyanın Son Narı, ihanet, yozlaşma, geçmişteki samimiyetin kaybolması, güç zehirlenmesi, devrimin kenara attığı, sıradan gibi görünen birkaç insan üzerinden ve nar ağacının mitolojik büyüsüyle ve kokusuyla buluşturarak anlatıyor. Kahramanların ortak özelliği dağların ardında, zor ulaşılan ve aralarında gözleri görmeyen birinin babası tarafından ekilen nar ağacına gitmeleri; sırlarını o ağacın altına gömmeleri, dostluğa, kardeşliğe sarılmalarının ilhamıyla kenetlenmelerindedir. Bir ilham ağacıdır o nar. Dereler, tepeler, ırmaklar aşarak gelinir nar ağacına. İlk geldiklerinde üç kişidirler. Simurg öyküsü gibidir ağacın altına gelişleri. Zor vadilerden, fırtınalardan, sulardan geçip gelmişlerdir. Çünkü gözleri görmeyenin babası oraya oğlunun tek başına gelmeyeceğini bilecek kadar öngörülü. Nar ağacı dostluğun, kardeşliğin ağacı olarak bu genç insanları oraya taşımıştı. O gün kardeşlik ve ayrılmama yemini ederlerken devrimin geleceğinin kardeşlerin birbirlerini parçalamasıyla biteceğini biliyorlardı. “Kardeşlik günleri sayılıdır. Ben düşebilirim, ama sen zarar görmeden kalabilirsin. Barış kalıcı değildir. Burada ölümüne kadar yan yana duracağımıza ve savaşların bizi ayırmasına asla izin vermeyeceğimize dair yemin etmeliyiz. Çünkü yakında kardeşlerin kudurmuş köpekler gibi birbirini parçalayacağı zamanlar gelecek.”
Her şey belirsizdir. Baba tutsaklığını yaşamış ve değiş tokuş sonucu ülkesine getirilmiştir. Çöl ve kum onu doğadan ve gerçek yaşamdan uzaklaştırmıştır. Artık tek amacı vardır. Oğlunu aramak. Oğulun hikâyesinde aynı isimleri taşıyan üç oğulla karşılaşmak vardır. Üç farklı oğul, üç farklı yaşam. Oğulların ellerindeki cam küreler, yollarının kesiştiği diğer kardeşler ve camdan kalpler görürüz. Yaşam o denli hassastır ki herkes camdan kalplerle dolaşmaktadır. Ülkedeki yozlaşma ve kardeşler arasındaki savaş herkes için felaket olmuştur. Çünkü savaşlarda olmayan tek şey adalettir. Adalet için bir savaş olsa bile içinde acının olduğu, olacağı kaçınılmazdır. Baba oğullarını ararken adaletten yola çıkmaz. İnsan hayatını dolduran bir duygudan yola çıkar. O duygu insanlarda olursa hiç kimse zarar görmeyecektir. Çünkü bir oğul öldürülmüş, biri savaş esiri, diğeri savaş mağdurudur ve bir bombadan arta kalan kömür oğlandır.
Dilin şiirsel olması romandaki en belirleyici anlatımdır. Savaşın yakıp, parçaladığı gençlerin, toplumdan kaçırılıp bir hastanede tutulması dramların en büyüğüdür. Güneşten, yıldızlardan, sesten, doğadan uzak cehennemi yaşayan bu gençler vatan için bu haldedirler ve vatan onlara bu karanlık köşeyi ayırmıştır. Onlar cehennem çocuklarıdır. Öyle bilinirler. Ne zaman ki bir şair geçmiştir oradan o zaman isimleri değişmiştir. “Bize, ateşin içinden geçtiğimiz için kömür çocuklar derler. İlk başta bu bölüme cehennem diyorlardı, ama bir gün bir şair geldi ve bize kömür çocuklar dedi. Televizyonda okunan bir şiir yazmıştı. Daha sonra tekrar buraya gelip şiirini bize de okudu. Hiçbir şeyi hatırlamadığım uzun bir şiirdi.” Dünyanın Son Narı, belki de olmayan hayatlardan, olan bir hayatı kurguluyor. Ya da olan bir hayattan olmayana geliyor. Baba ve çocuk, babalar ve çocuklar. Var mı yok mu? Aranan çocuk mudur, bir ülkeyi kasıp kavuran yarım kalmış düşler midir? Baba ülke mi, çocuklar halk mı? Kadınlar nerede durmakta? Bir mezar, mahvolmuş bir çocuk ve geleceği kömürleşmiş diğer çocuktan bir ülkeyi solumak mümkün. Çünkü bu çocuklardan yola çıkarak savaşın tam ortasında, en ucunda kaybolmuş çocukların, olmayan ailelerin ve toprağın anlamsızlığını yaşamak mümkün. Acılar içinde derinleşen acılar. Binlerce insan aslında tek bir insandır. Kibir, kıskançlık, paylaşımcı, kötülüğün ve iyiliğin birleştiği bir insan. İnsanın kendiyle savaşı. Bir ülkedeki hayatın gerçeklerini unutmak isteyenlerle, hayatın gerçek yüzünden kaçanların savaşı ve onarılamayan derin acılar. Romanın yazarı Ali, bu dünyadaki son nar ağacının görülmesi için bir vasiyeti sorgulamamızı istiyor. Çünkü sırlar orada. Verilen sözler orada. İnsana yüklediği derin anlamlar orada. “Gücümün yettiği her şeyi yapacağım. Ama bütün yaraları iyileştiremem” sözündeki derinlik tam da orada, narın kokusuyla bize doğru gelmekte.