Google Play Store
App Store

Yalçın hocamın kavgasına bin selam!

“Eskiden ‘cahil’ diyorduk ve şimdilerde kibar olduk, ‘üniversite hocası’ diyoruz.” diyerek üniversite hocasının ne olduğuna ilişkin farklı bir bakış açısı getiren Yalçın Hoca’ya (Yalçın Küçük), bir zamanlar birlikte hapis yattığı koğuş arkadaşı Kürt İdris, “Allahıma, Allahıma, hocam ne güzel mahpus yatıyor” diyerek hocaya çok daha farklı bir yerden bakıyor ve derinlik kazandırıyordu.

Koç Vakfı’nın Kürt İdris’e “kabadayılık” alanında ‘Vehbi Koç Ödülü’ vermesi beklenmezken Yalçın Hoca’nın kendisine bu ve benzeri ödüllerin verilme önerisini ağır bir hakaret sayacaktır. Bundan kuşku duyacak bir delikanlının olacağını da zannetmiyorum. Bu tür ödüller her kabadayıyı bozar. ustalaşmasında ‘Sevdalınız Komünisttir’ sermaye sınıfına meydan okuyan şiirlerinin ekmeği de olan usta tiyatrocu Genco Erkal’ın, Kenan Evren’e yazdığı mektupla komünistlerin yok edilmesini isteyen Vehbi Koç’un adına verilen Vehbi Koç Ödülü’nü almış olması -yakışıyor veya yakışmıyor- ötesinde üzücüydü.

Kürt İdris kabadayılıkta sınır tanımıyordu da 1900’lerin başında İsmail Beşikci’ye yaklaşarak: “Hocam; bizim adımız babaya, kabadayıya çıkmış ama asıl kabadayı sizsiniz” diyerek Beşikci’yi dolaylı olarak kabadayı yapıyor ve bunun yanında “entelektüel”lik ile “kabadayı”lık arasında bir bağ kurarak aralarındaki ilişkilerin neler olabileceğinin yolunu açıyordu.

Kabadayı ile üniversite hocası arasındaki farklılığı görebilmek için “Noam Chomsky de bir ‘kabadayı’ mıydı?” gibi benzeri soruları yabana atmamak gerekir. Bu tür soruların “Einstein ‘incedayı’ mıydı?” sorusunu tetiklemesi muhtemeldir. “İncedayı”ya slogan atmak yakıştırılmazken “kabadayı”nın slogan atmasında da bir mahsur yoktur.

Yukarıdaki paragrafların her birinde sıklıkla “kabadayı”lıktan bahsedildi. Henüz “Kabadayı Üzerine Tezler” yazılmamış olması, bu kavramın üzerine yüzlerce kitap yazılmış olan “aydın” kavramından daha az bilinmiş olmasıyla sonuçlanmıyor. Bu yazı çerçevesinde “Kabadayı”yı, doğası gereği, tanım çerçevesinde anlamaya çalışmanın gereği de yok. Tıpkı “deli” ya da “serseri” durumları gibi.

∗∗∗

Yaklaşık yirmi yıl önce “ilk 500’e giren üniversiteler” sıralaması yapıldı ve benzer sıralamalar yaygınlaştırıldı. Pazarlamacılığa yönelik bu tür sıralamaların ve bunun üzerinden “kredi dayatmacılığının” Türkiye borazanlığını Orhan Bursalı ve akıl hocalığını da Ali Mehmet Celâl Şengör yapıyordu. Bunun bir öncülü, Tosun Terzioğlu ve Erdal İnönü’nün girişimiyle üniversite hocalarına “yayın teşviki” üzerinden “dilenci hocalığın” yolunun açılmasıydı. Bunun sonucu olarak basbayağı hırsızlar “yayın teşviki” üzerinden başta TÜBİTAK’ın kasası olmak üzere birçok kasayı boşalttılar. Bunun bir çukur olduğunu anlayana kadar iş işten geçmişti. “Yayın Teşvik” uygulaması, sonraları dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından akademik teşvike dönüştürülmüş, bu teşvikleri alabilmek için de “üniversite hocaları” puan toplama derdine düşmüş ve farkında olamadıkları çukurlarda çırpınmışlardı. Bu tür hesaplarla hocalar matematiklerini geliştirirken hırsızlık sanatını belirli bir aralıkta da öğrendiler.

ODTÜ’de bir rektörlük seçim günü, rektör adayları Kültür Kongre Binası’nda zavallı zavallı köşe bucak oy avı peşindeyken, baktım, adaylardan biri bana doğru geliyor, “oyunu bana ver” dilenciliğine düşeceği kişiliksiz durumuna neden olmamak için, adayı koruma ve utandırmama bağlamında, kendime yaklaştırmadan oradan uzaklaşmıştım. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren ODTÜ yönetimiyle Devrim Stadyumu’ndaki “Devrim” arasındaki ilişki, CHP yönetimiyle maden işçileri arasındaki ilişkiye benzer; birincisinde “Devrim”, yönetim için zararsız bir dekorasyondan ibaret iken ikicisinde maden işçileri, CHP için bir propaganda malzemesidir. 1980’den sonra ODTÜ rektörlerinin hiçbiri “68 kuşağı”nın “anarşik” olaylarına hiç mi hiç bulaşmamış kişilerinden oluşmuştur.

∗∗∗

2003 yılında Gazi Üniversitesi rektörü Prof. Rıza Ayhan imzasıyla üniversiteden “kovulan” Yalçın Küçük’ün, kararın hukuksuz olduğunu ve geri alınması gerektiği konusunda “Rektöre Redname” olarak bilinen yazdığı uyarı yazısında “Sizler, vakıf üniversitelerinin, Koçların, Sabancıların, sabetayistlerin üniversitelerinin değirmenlerine su taşıyanlarsınız.” diyerek Rıza Ayhan’a verilmesi gereken yanıtı bir “aydın korkusuzluğuyla” veriyordu.

Zaman zaman medyada “şu üniversitede isme teslim akademik kadro ilanı” türünde haberler yer alır. Aslında asıl yer alması gereken haber “şu üniversitede isme teslim olmayan akademik kadro ilanı verilmiştir” biçiminde olmalıdır. Bu kadro ilanlarının hemen hemen hepsi, iyi niyetli olarak bakıldığında, mevcut yasa ve yönetmeliklerin yetersizliği nedeniyle, “ihaleye fesat karıştırma” biçimindedir. Bu durumun düzeltilmesi için, bu zamana kadar hiçbir üniversitenin herhangi bir girişimi olmamıştır.

Bir zamanlar binbir seçim sahtekarlığıyla atanan rektörlerin atanma biçimi değişti. Şimdi, “Bu kulunuzu rektör olarak atayın” başlıklı dilekçeyle başvuran adaylar arasından rektörler seçilmektedir.

Evet, günümüzde üniversiteler birçok açıdan dilencilik kurumlarına dönüştürülmüştür. “Eskiden ‘cahil’ diyorduk ve şimdilerde kibar olduk, ‘üniversite hocası’ diyoruz.” ifadesinde geçen “üniversite hocaları” hocalık yapmakta ve cami önünde rektörlük dilenen hocalar, üniversitelere rektör olarak atanmaktadır!