Google Play Store
App Store

Bugünlerde pek çok insan sırf canı sıkılmasın diye, yaşamını giderek çekilmez kılan toplumsal sorunlar sanki hiç yokmuşçasına, bu sorunları gündemine alan insanlardan ve iletişim kanallarından uzak durup kendisini kültür endüstrisine teslim etmeyi seçiyor .

Can sıkıntısıyla ne yapmalı?
Fotoğraf: Freepik

Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ

Kracauer, kapitalist toplumda işçinin çalışma zamanından itibaren tüm boş zamanı boyunca nasıl kültür endüstrisinin kuşatması altında olduğunu, “Sıkıntı” isimli çalışmasında çarpıcı biçimde betimler.1 Kendisini ev içinde ya da dışında tüm albenisiyle sunan kültürel ürün, bireyin toplumla uyumunu sürekli kılmak için her an hazırdır. Birey üründeki karakterler üzerinden kendini kurgusal yaşantılara kaptırmalı, böylece ona vaat edilen sahte mutluluk sağlanırken bir an bile sıkılacak zaman bulamamalı ve meşguliyeti ertesi günün çalışma zamanına devredilerek uyum döngüsü tamamlanmalıdır. Bu noktada Kracauer, kültür endüstrisinin insanı her geçen gün tüketen toplumsal sorunlar karşısında bireyin tepkisini daha baştan bastırarak, başka türlü bir yaşamın tahayyülünü olanaksız kıldığına işaret eder. Ekrana kapılıp iki sevgilinin ne zaman kavuşacağına kilitlenen bireyin, o sırada kendi maddi yaşam pratiğine uygun bir etkinlik içinde değilse eğer, aslında doğrudan can sıkıntısı içinde olması beklenmelidir. Zira yaşadığı sorunlar derin bir can sıkıntısı doğuracak mahiyettedir.

TÜKETİCİ CAN SIKINTISI

Kuşkusuz Kracauer’in işaret ettiği bu can sıkıntısı, 1968 Paris’inde aleyhine sloganlar atılan karşı-devrimci türden değildir. Böylesi bir can sıkıntısında birey, toplumsal sorunların ağırlığı ve üzerindeki baskı ve zor kullanımı nedeniyle, daha baştan kendisine yönelen bu toplumsal tecridi engelleyemeyeceğini düşünür. Beraberinde, hakkıyla mücadele etmeden, bir sıkışmışlığın içinde kalakaldığını kabullenerek, zihninde de bir çözümsüzlük çıkmazının oluşmasına neden olur. Bunun sonucu kalıcılaşan bir can sıkıntısıdır.2 Kalıcılaşan can sıkıntısında birey, birtakım zorunlu etkinlikler dışında, süreğen bir hiçbir şey yapmama isteğine kapılır. Kişi nezdinde tüketici bir deneyimdir bu. Bu can sıkıntısı formunun kültür endüstrisi nezdinde de makbul olduğu söylenebilir. Her ne kadar kültür endüstrisi olumlu duygudurumlarını baz alsa da olumsuz olanları da dönemsel ihtiyaçlara ve tüketici tercihlerine göre işlemekten geri durmaz.

YENİLEYİCİ CAN SIKINTISI

Kracauer’in bahsettiği türden bir can sıkıntısı, bir bakıma Benjamin’in “Uyku bedensel gevşemenin doruğuysa eğer, can sıkıntısı zihinsel gevşemenin doruğudur. Deneyim yumurtası üstünde kuluçkaya yatan bir hayal kuşudur can sıkıntısı”3 ifadeleriyle örtüşür. Birey böylesi bir can sıkıntısına, kendisini saran verili koşulları bedeli pahasına reddettiği ancak istese de toplumsal sorunlarla nasıl mücadele edeceğini pek bilmeden bocaladığı bir eşikte kapılır. Bu sorunların altında ezilmenin yarattığı irili ufaklı yenilgilerle geri çekilir. Bir yandan hiçbir şey yapmama halini korurken, bir yandan da hareketsizliğin sürdürülebilir olmadığı bilinciyle, yaşamını değiştirme ve sorunlarını çözme istemi, içinde bir dip akıntısı misali gelişmeye başlar. Eğer sıkıntıyı bir doğum sancısı gibi karşılarsa, Kracauer’in ifadesiyle ona özgü sabrı gösterirse, hep eksikliğini duyduğu o büyük tutkuya kavuşabilir.4 Bireyi, başkalarını ve tüm yerküreyi sardığında, söz konusu sorunların dolayımladığı sıkıntıyı tümden sona erdirme gücü taşıyan bu tutku, başka türlü bir yaşamın olanaklılığının ufkunu taşır.

BİR KIVILCIM

Bireyin ufkunu yenileyen bu can sıkıntısı, elbette karşıt düşünce ve eylemlerin kuruculuğunu beslediğinden, düzen tarafından bir tehdit olarak kabul edilir. Ne var ki kültür endüstrisi, bireyler daha sıkılmaya vakit bulamadan, hemen çalışma zamanı akabinde kültürel ürünleri işe koşarak imdada yetişir. Fakat kültür endüstrisinin çabası da her zaman yeterli olmaz. Belki de bu nedenle, bugünlerde can sıkıntını önlemede çok daha farklı yöntemler araştırılıyor. Mesela Huxley’in “Cesur Yeni Dünyası”ndaki mutluluk hapı soma, birçok uzmana göre uzakta değil. Chul Han’ın verdiği bir başka örnekse çok daha dikkat çekici. Chul Han, daha bugünden insanın biyoteknik araçlar yardımıyla can sıkıntısı duymasının nörofizyolojik olarak imkansız kılınacağı bir geleceğin olumlandığının altını çizer.5 Bu transhümanist gelecekten beklenen, insanı sürekli uyuşma halinde bırakarak, bugün kültür endüstrisi aracılığıyla aşılanmaya çalışılan sahte mutluluğun, gelecekte insana fiziksel bir müdahaleyle sağlanmak istenmesidir.

Bugünlerde pek çok insan sırf canı sıkılmasın diye, yaşamını giderek çekilmez kılan toplumsal sorunlar sanki hiç yokmuşçasına, bu sorunları gündemine alan insanlardan ve iletişim kanallarından uzak durup kendisini kültür endüstrisine teslim etmeyi seçiyor. Bu seçimin toplumsal değişim açısından tüketici bir can sıkıntısından çok bir farkı yok esasen. Oysa sorunlar karşısında alınan yenilgiler ya da kendi varoluşu üzerinde söz sahipliği için verilen uğraşlar eğer bir can sıkıntısını kaçınılmaz kılıyorsa, bu sıkıntıyla kaçmadan yüzleşmek yeğdir. Verili koşulların reddiyesi ve biriktirilen hoşnutsuzlukla edinilen deneyim ve farkındalık, can sıkıntısının kalıcılaşması önünde bir bariyer olarak kullanılabilir. Böylece kendini bir süre ateşe verip bir anka kuşu gibi yeniden doğarak değişim tutkusuna kavuşmak, belli ki insanı bir kaçıştan da tükenişten de çok daha iyi hissettirecektir.

1- Siegfried Kracauer, “Sıkıntı”, Yan Yollar içinde, İletişim Yayınları, 2010, s. 177-182.

2- Bkz. Önder Kulak, Kalıcılaşan Can Sıkıntısı ve Sıkışmışlık Bilinci, BirGün Pazar, sayı 584, 20.05.2018.

3- Walter Benjamin, Hikaye Anlatıcısı, Son Bakışta Aşk içinde, 2012, Metin Yayınları, s. 84.

4- Siegfried Kracauer, “Sıkıntı”, s. 181.

5- Byung Chul Han, Palyatif Toplum, Metis Yayınları, 2022, s. 69-70.