Google Play Store
App Store

Ülke yeni güne hem yeni bir baskı hem de ekonomik kriz ile uyanıyor. Bu ortamda “neden heyecan duymuyorsunuz?”, “neden Türkiye’nin iyi bir yere gideceğine inanmıyorsunuz?” sorularını anlamsız buluyorum. Liberal kesimler geçmiş anayasa ve çözüm süreçlerini de heyecanla karşılamıştı ama halkta bir tereddüt vardı, ben yine halkın tereddüdünün haklı çıkacağını düşünüyorum.

Cangül Örnek: Kimse demokrasiden bahsetmiyor

Yusuf Tuna Koç

Öcalan’ın canlı yayında okunan mektubundaki silah bırakma çağrısı, ekim ayından bugüne yürütülen çözüm sürecini yeni bir aşamaya getirdi.

Ancak ülkede tüm baskı ve yasaklar tam gaz devam ederken, muhalefet partisi vekillerinin canlı yayınlarda neşeyle Bahçeli’nin zarafetinden bahsetmesi sürecin ülke için anlamına ve amacına dair soru işaretlerini artırıyor.

Bu hafta BirGün Pazar Forum sayfasında, Cangül Örnek ile iktidarın gündemindekini yerini konuştuk.

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında başlayan süreç, son gelişmelerle birlikte hız kazansa bile hâlâ yalnızca silah bırakma etrafında tartışılıyor. Peki, yaşananları AKP-MHP koalisyonunun siyasi hedefleri açısından nasıl değerlendirebiliriz? 

Cangül Örnek: Bu işin bir Türkiye içi bir Türkiye dışı ayağı var. Türkiye için, demokratik standartlar açısından daha iyi bir gidişat beklemiyoruz. Bu işin öznesi olan aktörlerin de beklediğini tahmin etmiyorum. Böyle bir tartışma da yok dikkat ederseniz. Bu süreci yürüten özneler vurguyu daha çok silahsızlanmaya, teröre indirgiyor. Onun dışında Türkiye’de herkes için daha adil ve eşit bir ortam yaratılması gibi bir tartışma yok.

İçeride tabii ki anayasal değişiklikler gündeme gelebilir. Vatandaşlık tanımı, anadil gibi konularda düzenlemeler olabilir. Ama bunlar Türkiye’de Kürtlerin daha eşit ve adil yaşayacağı, eşit vatandaşlıktan sonuna kadar yararlanacağı anlamına gelmeyebilir. Türkiye anayasasını ve kanunlarını uygulamayan bir ülke. Her alanda baskıcı, saldırgan bir rejimin böyle hassas bir konuda, hele ki cumhurbaşkanı hiçbir açık mesaj vermezken tutup da bambaşka bir standart uygulayacağını beklemek doğru olmaz.

Bu anayasa değişikliği olursa ya da birtakım siyasi pazarlıklar mevcutsa, Erdoğan’ın görev süresini sınırlayan düzenleme de gündeme gelecektir. Her ne kadar pazarlık yok dense de bu işin doğasında var. Dillendirmeseniz de taraflar masaya bir şey koyup almak isterler. Özellikle iktidarın ulvi arzularla bunu yaptığını düşünemeyiz. İçerideki gündem hem AKP’nin ve cumhurbaşkanının iktidarını uzatacak bir düzenleme olacaktır hem de ipleri daha sıkı tutmalarını sağlayacak bir boyuta sahip olacaktır. Her ne kadar anayasada Kürtleri memnun edecek değişiklikler yapılsa da Türkiye’nin ruhu bu süreçte değişmeyecektir.

Ben geçmişte de beklediğimi söylemiştim, yeni bir akil adamlar grubu olmasa bile konuya dair şüphesi, soruları olan insanları “barışı istemeyen”, “silahların susmasını istemeyen” kötü niyetli insanlar olarak kodlayan medyada, akademide isimler oluştu. Geçmişte de Kürt meselesinden anayasa değişikliklerine farklı gündemlerde böyle bir ideolojik baskı olmuştu, bunun da yeniden başladığını görüyoruz. Soru sormayı savaşın devam etmesiyle özdeşleştiren bir tartışma çıkmış durumda. Ancak önceki çözüm sürecine kıyasla daha zayıf durumda olduklarını düşünüyorum, o zaman kitlelerini heyecanlandırabilmişlerdi. Bugün ikna etme, susturma işlevi gören yeni akil adamlar olarak iktidarın suçlarına ortak olmuş, demokratik muhtevası tartışmalı isimler ön plana çıkıyor.

SÜREÇ TÜRKİYE’DE BAŞLAMADI

Yeni açılım sürecini Suriye’deki gelişmelere paralel olarak nasıl değerlendirebiliriz? 

Sürecin kendisinin tamamen Türkiye ile ilgili olduğunu düşünmüyorum ama iktidarın esas kazanımı ülke içinde beklediğini düşünüyorum. Erdoğan’ın görev süresine dair düzenleme esas kazanım olur. İşin bölgesel kısmına gelirsek, açılım süreci tam olarak Türkiye’nin inisiyatifi ile başlamadı, bu süreç içeride de başlamadı. Eğer öyle olsaydı biz bir Kürt sorunu tartışıyor olurduk. Dikkat ederseniz sadece silahlar üzerinden tartışılıyor, rafa kalkmış bir Kürt sorunu var. İçerideki gündem iktidarın ömrü ile ilgili, doğrudan Kürt sorunu başlığı ile ilgili değil. İki taraf da durumu böyle kodluyor. Başka bir pazarlık yürüyor. Çünkü bütün bu süreç Türkiye sınırları dışında başladı. İleride Türkiye’ye bunu kimin önerdiğini, kim tarafından gündeme getirildiğini öğreneceğiz. Bunu Bahçeli’nin devlet aklının tahayyül ettiğini düşünmek siyaseti ve bölgeyi bilmemek olur. Şu an tüm aktörler Suriye’ye bakıyor, orada da mesele PYD’nin durumu, Suriye’de fiilî bir Kürt yönetiminin varlığı. Burada ABD’nin Türkiye ile PYD arasındaki gerilimi düşürmeye çalıştığını düşünüyorum. Hem müttefikini kaybetmek istemiyor hem de PYD üzerinden kontrol ettiği çok önemli bir alanı riske atmak istemiyor. Bir yandan İsrail de çok güçlü bir Suriye istemiyor.

Dolayısıyla PYD ile Türkiye arasındaki gerilimin yumuşatılması ve bazı pürüzlerin ortadan kaldırılması gündeme gelmiş gibi görünüyor, bu pürüzlerden biri de Türkiye’yi hedef alan silahlı bir örgütün varlığı. Taraflar zaten Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgilenmediği için de örgütün silah bırakıp devreden çıkması, çekilmesi ve denklemi daha fazla karıştırmaması isteniyor.

Bu soruları sormaya devam etmek, gelişmeleri de bu geniş eksende tartışmaya devam etmek gerek. Tartışmayı kapatmaya çalışanların ne Türklere ne Kürtlere bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Ne Kürtlerin ne Türklerin ne de diğer insanların da bu sürece kolay ikna olacaklarını, benimseyeceklerini ve heyecan duyacaklarını düşünmüyorum. Ülke yeni güne hem yeni bir baskı hem de ekonomik kriz ile uyanıyor. Bu ortamda “neden heyecan duymuyorsunuz?”, “neden Türkiye’nin iyi bir yere gideceğine inanmıyorsunuz?” sorularını anlamsız buluyorum. Liberal kesimler geçmiş anayasa ve çözüm süreçlerini de heyecanla karşılamıştı ama halkta bir tereddüt vardı, ben yine halkın tereddüdünün haklı çıkacağını düşünüyorum.