Canlı Müze ‘Bizim Hatay’
Cemal Süreya: “Bir kahveydi aynı zamanda: çay içmek için gidebilirdin. Kıraathane: Birçok yazımı orda yazdım. Posta kutusu: Mektuplar oraya gelirdi. Emanetçi: Bavulunu on gün bırak. İşyeri: Çok kişinin adresi. Son beş yıl içinde her Cuma gittim Hatay’a. Bazen de haftada üç kez. Kendi ayinini kurmuş bir meyhane.”

Nalan Çelik
‘Bizim Hatay’ adlı kitap, Mehmet Ali Işık’ın,1975 yılında garson olarak çalışmaya başladığı, 1979 yılında ortak olduğu Hatay Restaurant’a gelmeye başlayan Cemal Süreya’nın yıllar sonra ‘Hatay Defterleri’ önerisiyle, ilk sayfası 1983’te başlayan emek ve marka olma süreci… Mekâna gelen sanatçılar, konuklar deftere yazılar, şiirler yazıyor, resimler çiziyordu. Tarihler, anılar. Yıllar geçtikçe defterler artıyordu. İlk mekân Kadıköy Rıhtım’daydı. Şehirlerarası otobüsler geçiyordu önünden. Ardından belediye otobüsleri eklenince, sahilin de Hatay Restaurant’ın da sonu geldi.
‘Hatay Defterleri’ni öneren Cemal Süreya’nın ayrıca kendi için yazdığı ‘Hatay Günlükleri’nin 328. Gün’üne şöyle başlar; “Hatay öldü. Dün önünden geçiyordum. Bomboştu, oyulmuş bir gözü andırıyordu.”
Hatay, neydi onun için? Neleri yitirmişti hem kendisi, hem de sanatçı arkadaşları? Günlük anlatsın; “Bir kahveydi aynı zamanda: çay içmek için gidebilirdin. Kıraathane: Birçok yazımı orda yazdım. Posta kutusu: Mektuplar oraya gelirdi. Emanetçi: Bavulunu on gün bırak. İşyeri: Çok kişinin adresi. Son beş yıl içinde her Cuma gittim Hatay’a. Bazen de haftada üç kez. Kendi ayinini kurmuş bir meyhane.”
Kendi ayinini kurmuş meyhane ölmez,1986’dan beri Bostancı’da yaşamını sürdürüyor. Bostancı Hatay ayinlerine katılan biri olarak, kadınlardan ve uzak kent konuklarından söz etmek isterim. Uzun yıllardır yaşatılan bir durum var kadına. Lokantaya (üstelik alkolsüz) gittiğinizde, kadınsanız, tekseniz sizi neredeyse itekleyerek çatal kaşıkların kurulandığı yere yakın ya da bir kolon dibindeki manzarasız masaya oturtuverir garson. Çatal seslerini mi dinlesem, kolona mı baksam, başka masalarda neler oluyor oralara mı derken, siparişiniz sorulmadan sizden sonra gelenlere (çünkü onlar aile, iş arkadaşları ya da kalabalıklar) sorulur, hızlıca servis yapılır. Bakıp, bekleyip durursunuz. Bir iki kez farklı garson gelip “sipariş alınmadı mı” diye sorar, yanıtını beklemeden kalabalık masalardan birinden “abi bir acılı şalgam suyu” emrine itaat eder. Oraya ait olmadığınız duyumsatılır. Ya kocanla ya oğlun kızınla ya da torununla gel denmektedir sessizce. Çay içmek için bir mekâna girdiğinizde yine bir erkek, “Şuraya lütfen” der. Hava soğuktur, naylon ve ısıtıcılarla sarmalanmış cıvıltılı kalabalığa yöneldiğinizde, erkek sesi yolunuzu keser. “Abla burası dedim.” “Neden burası?” diye sorduğunuzda; “Sen teksin, orda aile ve arkadaşlar var.” Soğuk ve küçük bir masaya oturtulursunuz, garsonlar siparişlere koşuştururken sandalyenize çarpar, saçlarınıza takılır, kalkın artık diye bakmaya başlarlar. Cep telefonuyla oyalanmanız boşuna çabadır. Sipariş almak için uğramaları uzun sürer. Çay, yumruk gibi masaya bırakılır. Bu, yalnız kadına uygulanan eril mekân uygulamasıdır.
Hatay’da yalnız kadın rahatlıkla yemeğini yiyip, içkisini içebilir. Buradayım, ben varım ve varlığım pencereden bakan kedi, masayı süsleyen saksıdan farklı değildir. Olağan bir durumdur kadın varlığı. Müşteriliğiniz değil, sanatçılığınız, okurluğunuz, duvarlara asılmış şiirler, resimler, yazılara olan merakınız, sohbetiniz önemlidir. Bir müzede dinleniyor gibisinizdir. Üstelik canlı bir müze, yeni yazılar, şiirler, notlar ve ‘Hatay Defter’lerine eklenen yeni anılar. Sanatın yeniden üretildiği, paylaşıldığı, konuşkan bir müze. Somut ve maddi değil, yaşatmak istediği döneme kilitleyen de değil, yeni dönemleri de içine alan, tüketen değil, üreten insanın müjdecisi bir müze.
Canlı müze Hatay’a, kent dışından gelen konukları götürmek benim için haz verici bir etkinlik. Sahiplendiği müzeyi gezdiren biri olarak, işini sevinçle yapan tur rehberi gibi coşkuyla şakırım; “Bu müzede ben varım, siz de olun, bakın kolonun üzerindeki fotoğrafta Cemal Süreya bize bakıyor. Kolonun dibinde masa da yok. Fotoğraf çekebiliriz, Hatay anısı olsun. Az önce üst katta bize “hoş geldin” diyen Hatay’ın kurucusu Ali Demir’in oğlu Tevfik Demir ve birazdan yanımıza gelip, bizimle sohbet edecek olan Mehmet Ali Işık, onlar Hatay Müze’sinin ortak yaratıcıları.”
Hatay, çocukların aileleriyle rahatlıkla gelebildiği, sanatla, sanatçıyla, kitapla, resimle, tanışabildiği bir ortam. 30 Mayıs 1990 tarihinde on yaşındaki Özgün, ailesiyle geldiği Hatay Restaurant’ta, ‘Hatay Defterleri’ne karakalem resim çizmiş, imzasını atmış, bir de not düşmüş: “Seninle tanıştığıma çok sevindim Memed Ali Amca. Ayrıca hediye ettiğin kitap için teşekkür ederim. Saygılarla.” Yine on yaşında Fahri Demir şimdi otuzlu yaşların sonunda ve ‘Hatay’ onun vazgeçilmezi, şöyle yorumluyor; “Nasıl meze siparişi verildiğini, nasıl yenildiğini, nasıl seçildiğini, içki içme adabını öğrendim.”
Necati Tosuner’e “Bizim Hatay” dedirten ve kitabın adını oluşturan; “Orada yaşanılan bir rahatlık duygusu.” Behzat Ay için, Hatay bir “sığınak.” Ömer Nida için “Bizi nasıl buluşturuyorsun Mehmet Ali?” sorusu. Semih Poroy için “Yazılarını çizgilediğim, ama pek görüşemediğim Cemal Ağabeye.” Hatay’dan “merhaba” demenin yeri. Mustafa Öneş için yirmilik rakı, bol limonlu fava, enginar, şiir ve yalnızlıktan kurtuluş.
Bazen aydın kavramına bir eleştirinin mekânı Uğur Mumcu’nun; “Mehmet Ali Işık; keşke aydınlarımız senin şu lokantan gibi ışıklı ve tutarlı olsalar!” Ahmet Miskioğlu için, “Kimler yok ki, herkes burada.” diyebilmenin yeri. Asım Bezirci için, sanatsız hükümet edenleri, halkı sanattan uzak tutanları iğnelemenin tam da yeri; “Halk çocuğu sevgili kardeşimiz Mehmet Ali’nin Cemal Süreya için düzenlediği bu güzel anma günü, Belediyenin ve kültürle, sanatla ilgili yöneticilerin soğuk davranışına -dilerim- örnek olur.” Mehmed Kemal için, sanatçıların bir arada yaşama özlemine ‘tiryalik’ yaratan bir yer Hatay. 296 sayfalık kitabın redaksiyonunu yapan İsmail Biçer için, onlarca yaşama dokunan bir roman okumak. Tinsel varsıllık.
Kitabın editörlerinden ve kitaptaki birçok güzel fotoğrafı çekmiş, ustalarla tanışmış Kadir İncesu bir soru sorar; “İstanbul’da yaşayıp da Hatay Restaurant’ı bilmeyen, gitmeyen var mıdır?” Hani, tarihi bir mekânı ziyaret etmeden önce, gezi kitapları okunur hazırlık için, İncesu’nun sorusunu yanıtlamak ya da Hatay’ı ziyaret etmek için de önce ‘Bizim Hatay’ı okumalı.


