Google Play Store
App Store

Toplum,  giderek ağırlaşan bir iç çatışma ortamına yuvarlanıyor.

Yıllardır, toplumsal barış ayaklar altındadır. Sokak çatışmaları hızla yayılıyor;  kiracı-ev sahibi savaşları yaşanıyor; kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri hızla artıyor; işyerleri açıkça kurşunlanıyor. Yolsuzluklar, yoksulluklar ve kamuda insan kayırmacılıkları sıradanlaşıyor.

Kobani, Kavala ve Can Atalay bağlamında yaşanan ağır hukuksuzluklar,  hukuk üst kurumları arasındaki savaş ve Sinan Ateş cinayeti sonrasında siyaset-hukuk-güvenlik üçlüsünde görülen çöküş, derin toplumsal yaralar açıyor. Futbol maçları bile birlikte izlenemiyor.

GÜVENLİK DE ÇETELEŞİRSE… 

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla ülkemizde suç örgütlerinin kamu yönetiminin içinde cirit attığı ve cirit atmanın son yıllarda ağır hızla arttığı biliniyor.

Ancak geçen günlerde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün üst düzey görevlilerinin katıldığı  “silahlı sokak çatışması, “başlı başına” bir “toplumsal yıkımdır”.  Başkent Ankara’nın göbeğinde, açıkça sokak çatışması ile siyaset- mafya-ticaret ve bu kez “cemaatler” dörtlüsünün iç içe geçtiği bir süreç yaşanıyor.  Yaşanan çatışmanın önceki ve şimdiki İçişleri bakanları arasındaki güç kavgasından kaynaklandığı; iktidar ortağı MHP’nin tam da bu olayların içinde olduğu yorumları yapılıyor ve dahası askeriyede “insan kaçakçılığı” yapıldığı anlaşılıyor.

Can güvenliğinin kurumsal yapısının en tepesinde iç savaş yaşanırken sorulan şu soru,  aslında,  güvenlikteki yıkımın kanıtıdır: “Tuzak polislere mi kuruldu; yoksa tuzağı polisler mi kurdu?”. Bu sorulara Saray’ın sözcüleri de yanıt arıyor; halk ne yapsın?

Sivillerin sınırsız silahlanmasıyla birlikte hukuktan sonra iç ve dış güvenlik güçlerinin de içine sürüklendiği çürümüşlük, bir bütün olarak, “bireyleri”  yargı kararı olmadan haklarını alma, “toplumu” da iç çatışma noktasına taşıyor.

FUTBOL DA SAVAŞ ALANI OLMUŞSA! 

İç güvenlikte büyük deprem yaşayan Türkiye, “hiç olmaması gereken” alanda,  sporun en fazla “toplumsallaşmış” olduğu futbolda da hızla bir iç çatışma ortamına sürükleniyor. Bu nedenle futbolun ayrıca ele alınması gerekiyor.

Yönetimine Saray’ın ne kadar karıştığı tartışmaları bir tarafa, bu ortamın baş sorumlusu Türkiye Futbol Federasyonu -TFF’dur.  Burada birkaç noktanın altı çizilmelidir.

Birincisi, TFF ülkenin gençlerinin futbolcu olarak yetişmesi için çalışmıyor; her üç profesyonel futbol liginde, üstelik çok para ödenerek getirilen ve pek çoğu niteliksel olarak da yetersiz olan yabancı oyuncu oynatılıyor.

İkincisi, yine yıllardır, özellikle önde gelen takımların aralarındaki maçlara karşı takımın taraftarları ya hiç alınmıyor ya da çok sınırlı sayıda seyirci alınıyor. Bu nedenle de “bölünen” halk birlikte, güle-oynaya futbol maçı seyredemiyor.

Üçüncüsü Türkiye Kupası gibi önemli bir futbol etkinliğini Cumhuriyet’in 100. Yılında Riyad’a taşıyamaya çalışan ancak bundaki başarısızlığının suçunu Fenerbahçe’ye yükleyen TFF,  Süper ve I. Lig maçlarının yayın hakkını “çok tartışmalı bir ihale” ile gelecek üç yıl boyunca  “yine ucuza ve yine Katar sermayesi Bein Sports’a” verebiliyor.

Dördüncüsü, yerli futbolcu yetiştirmeyen TFF, yerli hakem de yetiştirmiyor; dışarıdan VAR hakemi (video yardımcı hakem) getiriyor. Yine de maçların yönetiminde haksızlık yapıldığı çığlıkları ve “şike” yapıldığı savları bir türlü dinmiyor. Taraftarlarda takımlarına “haksızlık yapıldığı” kanısı tam anlamıyla yerleşmiş bulunuyor.

Geçen pazar günü üstelik 19 Mayıs günü yapılan Galatasaray-Fenerbahçe maçı sırasında ve sonrasında yaşananlar, tüm bu olumsuzlukların doğrudan sonucudur ve yalnız ülke futbolunun getirildiği çöküşü göstermekle kalmıyor,  toplumsal çatışma ortamının ayrı bir boyutu oluyor

Bu çerçevede değinmek gerekiyor: Sonu gelemeyen saldırılar, verilen çok ağır cezalar,  gerçekte,  FB’nin Cumhuriyet’in değerlerini sahiplenmesinden kaynaklanıyor. Ülke futbolunun sağlıklı bir kurumsal yapıya kavuşması için gösterdiği çabalarla birlikte bu nedenle de FB’de Ali Koç yönetiminin devam etmesi gerekiyor.

BÖYLE GİTMEMELİ 

AKP-MHP iktidarının ülkenin bir iç çatışma ortamına sürüklenmekte olduğu gerçeğini görmesi için “her çabanın”  harcanması gerekiyor.

Bu gelişmeler karşısında AKP-MHP iktidarının, Etki Ajanlığı yetki düzenlemesi ile gerçekte çok kısıtlanmış olan basın-yayın özgürlüğünü daha da sınırlamaya çalışması ve Başkan Erdoğan’ın, Seferberlik ilan etme yetkisini “yine kendi kararı ile kendisinin üstlenmesi”,  eğitimde “Müfredat dayatması” ve 1 Mayıs’ta gösteri ve yürüyüş hakkını kullananların tutuklanması v.b., gerçekte “ateşe benzin dökülmesine” benziyor.

Bu nedenle her uyarı olanağı kullanılarak, iktidarı ve muhalefetiyle, siyasetin öncelikle ve hiç zaman yitirmeden toplumun çatışma ortamından kurtulması için çaba harcaması gerektiği uyarısının toplumsal barışa duyarlı tüm toplum kesimlerince yapılması “yaşamsal”  bir zorunluluk oluyor.